DERTSİZ BAŞA DERT YARATMAK!

Fehmi KETENCİ 23 Eki 2016

Fehmi KETENCİ
Tüm Yazıları
​Ülkenin yıllardır başını kaldıramadığı ekonomik sıkıntılara azaldığı söylenen enflasyona çare bulamazken, son aylarda bir başka sorun vatandaşın başına dert oldu. Günümüzü neredeyse bu sorun üzerine yapılan ve gündem yaratan yorumlar dolduruyor

Ülkenin yıllardır başını kaldıramadığı ekonomik sıkıntılara azaldığı söylenen enflasyona çare bulamazken, son aylarda bir başka sorun vatandaşın başına dert oldu. Günümüzü neredeyse bu sorun üzerine yapılan ve gündem yaratan yorumlar dolduruyor. 

      Öyle bir sosyal yapıya sahibiz ki; birilerinin yarattığı yapay gündemleri hemen bir yaşam biçimi haline dönüştürüp genelin sorunu haline getirebiliyor ve memlekette başka sorun yokmuş gibi gündemi bu saçma sapan sosyal yara ile meşgul edebiliyoruz. Burada asıl önemli olan ise ülke sorunları konusunda vatandaşa yardımcı olması gerekenlerin bu sorunu iyice abartarak sosyal travmaya dönüştürmeleri ve bu konuda haklı olduklarını kanıtlama uğruna yaşamda karmaşaya neden olmalarıdır.

      Son zamanların olmazsa olmazı haline dönüşen ve görsel medyanın en öne çıkan tartışmasına yolaçan, televizyonlarda yayınlanan, adına “evlilik  programları” denilen programlar, toplumun  günlük yaşamına tam anlamıyla hakim olma durumdadır.

      Televizyon yayıncılığının ilkelerini hiçe sayarak sırf reyting uğruna ekrana getirilen bu programların toplum üzerindeki olumsuz etkilerini görmezden gelme yanılgısına düşenlere ne demeli! Asıl yanılgı ve olumsuzluğa mahkumiyet ise, televizyon yayınlarının izlenme oranlarının ve buna bağlı olarak yayıncılık başarılarını bu ipe sapa gelmez programlara dayalı olması ve ölçülmesidir. 

      Televizyon yayıncılığı, gerek teknik alt yapısı ile gerekse program üretimi ile en pahalı yapımlardan biridir. Ülkemizde; teknolojiye kontrolsüzce yapılan yatırımları, Avrupa’nın bir çok ülkesinde olmayan kanal sayısı çokluğu ile ülke ekonomisine gereksiz yük olmakta ve televizyon yayıncılığı yapmaya çalışan kurum veya kuruluşların zor dönemler geçirmelerine neden olmaktadır.

      “Sınır Ötesi Yayınlar Sözleşmesi”ne ilk imza atan ülkelerden biri olarak, bu konuda yayıncılık ilkelerine ilk uyanlardan biri olmamız gerekirken, ekrana taşıdığımız yayınlara baktığımızda sözleşme kurallarını, ilkelerini ilk bozanlardan olduğumuzu rahatlıkla görebiliriz. 

      Televizyon, çağımızın en etkili ve yaygın kitle iletişim aracı. Hele ülkemizde; toplumun büyük kesiminin en etkili eğlence aracıdır. Bu, şu sonucun varlığını ortaya çıkarmaktadır. Toplumun büyük kesimi evinin baş köşesini kaplayan renkli camdan yansıyanlarla yaşamının büyük bölümünü paylaşmakta, oradan izlediklerinin etkisinde kalarak kendilerine, çocuklarına yeni bir yaşam biçimi oluşturmaktadır. 

      Televizyon yayınlarının toplum üzerinde böylesine etkili olduğu bir başka ülke var mıdır bilemiyorum ama ülkemizde yarattığı sosyal bözulma oranı oldukça büyüktür. Burada; yayın ilkelerine uygun televizyon yayınlarını bu kategoriye sokmak tabii ki haksızlık olur. Ülkemiz de de yayın ilkelerine olabildiğince uymaya çalışanlar var.      

      Ülkemizde televizyon yayıncılığının geldiği son duruma bakarsak reyting kaygısının yarattığı rekabet ortamını körükleyen yayıncılık oranı hızla artmaktadır. Bu durum; bazı televizyonların yayınladığı sözkonusu programları, toplumun geneli üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır. 

      Özellikle magazin programlarındaki bozulmaları öne sürerek bu programları yayından kaldırma konusunda kararlı olan bazı yayın kuruluşlarının, bu programlara bel bağlamasını anlamak mümkün değil. Bir dönem toplum kültürünün bozulmasına neden olarak gösterilen magazin programları şimdilik kendini kurtarmış gibidir. 

      Toplumda bu programlara karşı giderek artan tepkiler sonrasında Radyo Televizyon Üst Kurulu bu programları yayınlayan yayıncı kuruluşlara;“bu tür programlar ölçüyü kaçırmıştır ve denetlenmeleri için gereken yapılacaktır.” uyarısı yapmıştır. Geç ama çok doğru olan bir uyarıdır bu. 

      Umarım, RTÜK’ün geç de olsa yaptığı hamle, televizyon yayın ilkelerinin düzelmesine vesile olur. Ve yayıncı kuruluşlar, bu programların yarattığı olumsuz ortamın topluma yansımalarını önemserler, bu programların yayını konusunda daha dikkatli olurlar.

      Ve umarım etik değerlerin, gelenek, göreneklerimizin varlığını unutmazlar.