Cuma günü yoğunluğum nedeniyle yazımı yazamadım. Geçen pazartesi günü uluslararası göçün iktisadi nedenlerini anlatan teorilerden bahsetmeye başlamıştım.

Cuma günü yoğunluğum nedeniyle yazımı yazamadım. Geçen pazartesi günü uluslararası göçün iktisadi nedenlerini anlatan teorilerden bahsetmeye başlamıştım. Neo-Klasik İktisat Teorisine göre ülkeden ülkeye iş gücü göçünün sebebi ülkelerarası reel / nispî ücret farkları idi. Buradaki temel varsayım farklı sektörlerde çalışan iş gücünün nitelik olarak hiçbir farkının olmadığıydı. Yani bir cerrah ile bir kasap ya da bir başkomiser ile profesör arasında eğitim veya verimlilik farkı bulunmamaktaydı. Bu yüzden bütün iş kollarında aynı ücret seviyesinin geçerli olduğu varsayılıyordu. Bu yüzden de, yurt dışına göç eden işçilerin göç etme sebebi olarak daha fazla ücret elde edebilme isteği gösterilmekteydi. Bu teoriye göre, uzun dönemde göç veren kaynak ülke ile göç alan hedef ülkelerde reel ücretlerin eşitlenmesi gerekiyordu. Yine bu teoriye göre göç veren kaynak ülkeler nispeten emek bol, düşük teknolojili ve fakir ülkeler iken göç alan hedef ülkeler de nispeten sermaye bol, yüksek teknolojili ve zengin ülkelerdi. Ancak, geçen yazımda bildirdiğim gibi, bu teori istatistiklerle doğrulanmıyordu. Çünkü, uluslararası işgücü göçü büyük oranda, zengin ülke ile zengin ülke veya fakir ülke ile fakir ülke arasında gerçekleşiyordu. Bu durumu açıklamakta ise Neo Klasik İktisat Teorisi yetersiz kalıyordu.

Bu durumu açıklamaya çalışan teorilerden birisi İkili Emek Piyasası teorisiydi. Bu teoriye göre ülkelerde iki tip emek piyasası mevcuttu: Birincil piyasa ve ikincil piyasa. Birincil piyasada iş gücü talep eden sektörler sermaye yoğun, yüksek katma değerli ve kalifiye işgücü kullanan sektörler iken ikincil piyasada ise emek talebi düşük katma değerli, emek yoğun ve kalifiyesiz iş gücü kullanan sektörler tarafından sağlanmaktaydı. Bu teoriye göre kalifiyesiz iş gücünün nispeten az olduğu gelişmiş ülkelere kalifiyesiz iş gücünün nispeten bol olduğu gelişmekte olan ülkelerden iş gücü göçü gerçekleşmekte ve bu göç ikincil piyasada olmaktaydı. Öte yandan, bu durumun tersi de mümkündü. Yani kalifiye iş gücünün nispeten az olduğu gelişmekte olan ülkelere kalifiye işgücünün nispeten bol olduğu gelişmiş ülkelerden iş gücü göçü gerçekleşmekteydi. Dolayısıyla, bu teoriye göre, iş gücü göçü, sadece fakir ülkeden zengin ülkeye değil, aynı zamanda, zengin ülkeden fakir ülkeye doğru da gerçekleşebilirdi. Bu teori Neo Klasik Teoriden daha kapsayıcı bir yaklaşım içermekle birlikte, yine de, zengin ülkeden zengin ülkeye veya fakir ülkeden fakir ülkeye işgücü göçünü açıklayamamaktadır. Üstelik, bu teoriye göre, birincil piyasada kalifiye iş gücü ve beşeri sermayenin dünyadaki daha düşük gelirli ülkelere akması gerekirken gerçek hayatta tersi olmaktadır: Beyin göçü… Pekiyi diğer teoriler ne demektedir? Bakalım…

YENİ KLASİK İKTİSAT OKULUNUN BAKIŞ AÇISI: YENİ İŞ GÜCÜ GÖÇÜ TEORİSİ VE NİSPÎ YOKSUNLUK TEORİSİ

İktisat biliminin her branşında 1970’lerden bu yana hakimiyetini kuran ve özellikle 1990’dan sonra (haksız bir şekilde) rakipsiz olarak ilan edilen Yeni Klasik Okul bütün toplumsal ve iktisadi olayları bireylerin akılcı tercihlerine dayandırmaktadır. Aşırı bir serbest piyasa taraftarlığı, milli devlete ve onun ekonomi politikalarına muhalefet, milli ekonomilerin yerine küresel piyasanın ikame edilmesi fikirlerine dayan Yeni Klasik Okul, aslında, Reagan, Baba ve Yavru Bushlar ve Trump tarafından açık, gayet demokrat (!) liderler olan Clinton, Obama ve Biden tarafından kapalı olarak savunulan vahşi kapitalizm ve neo-liberalizmin iktisat bilimindeki yansımasıdır. Bu okulun uluslararası göç üzerine söylediklerinde de, ne ülkeler arasında gelişmişlik farkları, ne sektörler arasında teknoloji farkları, ne de coğrafya ve jeo-politik bulunmaktadır. Uluslararası göçün arkasındaki sosyal ve sınıfsal problemler göz ardı edilmekte ve bunun sadece bireylerin tercihine dayandırmaktadır.

Bu okulun teorilerinden ilki Yeni İşgücü Göçü Teorisidir. Diğer ise Nispî Yoksunluk Teorisi… Dilerseniz kısaca bunları özetleyeyim.

Yeni İşgücü Göçü Teorisi temel aktör olarak hane halkını, yani aileyi, ele alır. Bu teoriye göre, her ailenin hedeflediği bir yaşam standardı, buna bağlı olarak yaşadığı çevrenin / ekonominin onlara sunduğu bir gelir/yaşam standardı imkânı bulunmaktadır. Aileler bekledikleri yaşam standardını tutturamayacaklarını gördüklerinde aile fertlerinden bir kısmını yurt dışına çalışmaya gönderir ve göçmen bireylerin gönderecekleri döviz havaleleri ile gelirlerini arttırmayı amaçlarlar.

Nispî Yoksunluk Teorisi, Yeni İşgücü Göçü Teorisi’ni veri kabul eder ama yurt dışına aile fertlerini göçmen olarak gönderen ailelerin genelde gelir dağılımının bozuk olduğu bölgelerde bulunduğunu ve bölgelerarası / uluslararası göçün bu gelir dağılımı bozukluklarını zaman içinde düzelteceğini vurgular. Her iki teori de, iç göç veya uluslararası göç arasında bir ayırım yapmazlar. Mevcut iktisadi düzenin dayandığı eşitsizlik ve sömürüye değinmezler. Ülkelerarası göçün hangi saiklerle geliştiğine yönelik bir ipucu vermekten imtina ederler. Zaten bu teoriyi savunanlar genelde ABD içinde eyaletler arasında gerçekleşen iş gücü göçü verilerini tahlil ederler.

DÜNYA SİSTEMİ TEORİSİ

2019 yılında kaybettiğimiz müteveffa Immanuel Wallerstein’ın kurduğu ve isim babası olduğu teori olan Dünya Sistemi Teorisi dünya tarihi ve sosyal değişimi açıklamak için ortaya atılan ve ana açıklayıcı birim olarak dünya sistemini öneren bir teoridir.

Dünya Sistemi Teorisi bütün dünya ekonomisini bir bütün olarak inceler. Temelde, Wallerstein’ın ilk gençliğinden beri üzerinde çalıştığı sömürgeleşmiş ekonomiler ve sömürgeci ekonomiler arasında kurulan bağlara da özel bir atıf yapar. Buna göre, kapitalist üretim biçiminin hâkim olduğu bir dünya resmi çizilir. Bu resimde uluslararası iş bölümü vasıtasıyla ülkeler, merkez, yarı çevre ve çevre ülkeleri olarak adlandırılır. Merkez ülkeler yüksek gelir grubunda, sermaye ve kalifiye işgücü bol ülkelerden oluşur ve bunlar yüksek teknolojili sermaye yoğun sektörlerde üretim yapar. Diğer ülkeler (yarı – çevre ve çevre ülkeleri) ise, orta ve düşük gelir grubunda kalifiyesiz iş gücü bol ülkelerdir ve düşük teknolojili emek yoğun sektörlerde üretim yapar. Bu teoriye göre uluslararası göç iki temel saikle oluşur: Birincisi, ana iş gücü akışıdır ki, bu çevre ve yarı-çevre ülkelerden merkez ülkelere doğrudur. İkincisi de, sömürgecilik sonrası çağda, eski sömürge ülkelerden yine eski, sömürgeci efendi ülkelerine akıştır. Bu ikincisine örnek olarak Mağriplilerin (Cezayir ve Tunuslu göçmenler) ve Frankofon Afrikalıların Fransa’ya göçleri veya Hindistan, Pakistan ve Bengaldeşli göçmenler ile diğer eski İngiliz sömürgelerinden göçmenlerin İngiltere’ye göçleri gösterilir. Dünya Sistemi Teorisi de, temelde, tıpkı Neo Klasik Okul ve varyantları gibi uluslararası göçü fakir kaynak ülkelerden zengin hedef ülkelere doğru açıklar. Ancak önceki yazımda verdiğim veriler bize bunun gerçeği ancak kısmen açıkladığını göstermektedir.

Şu ana kadar anlattığım iktisat teorileri zengin ülke ile zengin ülke veya fakir ülke ile fakir ülke arasında bir göçü mantıki bir modelle açıklamaktan uzaktır. Bunun sebebi hali hazırda, teknolojik değişimin ve küreselleşmenin yol açtığı etkilerin tam olarak modellenememesidir. Aynı zamanda Marksist olsun, Neo-Klasik olsun bütün iktisat okullarının işgücünü veya emeği On Dokuzuncu Yüzyıl şartlarında olduğu gibi kabul etmeleridir.

“Pekiyi Hocam, bunca kelli felli iktisatçı, bu durumu açıklayamamış da, siz mi açıklayacaksınız?” Bu kadar iddialı değilim ama, bu konuda kafamda oluşmuş bazı fikirleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Tabii ki, sizleri matematik modellere boğmayacağım. Onu akademik çalışmalara bırakalım. Ama size basitçe meramımım anlatabileceğimi düşünüyorum. Bu da bir sonraki yazıya kalsın.