"Ben mi göremiyorum ya da görüntüler mi gelmiyor bilmiyorum ama sayıları neredeyse 400 bini bulan Ukrayna ordusunu ülkenin sokaklarında görmüş değilim."
Telegraph gazetesinin vermiş olduğu bilgiye göre Ukrayna ordusu 361 bin kişiden oluşuyor. Zelenski de silahlı kuvvetlere 100 bin kişi daha alındığına dair kararnameyi geçtiğimiz ayın başında imzalamıştı.
Rusya’nın Ukrayna’ya düzenlemiş olduğu girişimin neredeyse birinci haftası olacak ben mi göremiyorum ya da görüntüler mi gelmiyor bilmiyorum ama sayıları neredeyse 400 bini bulan Ukrayna ordusunu ülkenin sokaklarında görmüş değilim. Gözümden mi kaçıyor, iyi takip edemiyor muyum diye bakıyorum ama kimi arasam onlar da bu durumun tuhaflığından bahsediyor.
Bu durum bana da ilginç geliyor. Zelenski daha savaşın ilk gününde “ülkemize savaşmak için gelmek isteyenlere silah vereceğiz” açıklamasını yapmıştı. Savaşmak için gönüllü olacaklara da maaş bağlayacaklarını ifade etmişti. E peki Ukrayna ordusu nerede? Ya Devlet Başkanı Zelenski’nin talimatlarını dinlemiyorlar ya da büyük bir çoğunluğu Rus yanlılarından oluşuyor. Aklıma başka bir şey gelmiyor.
Demode olmuş “direniş romantizmlerini” geçiyorum. Ortada komedyenlikten “halk kahramanlığına” terfi ettirmek istedikleri, NATO’nun gazına kanıp kötü diplomasisiyle halkını tehlikeye atan bir lider var. En genç milletvekili olan Sviatoslav Yuraş’ın elinde silah, gözünde güneş gözlüklü fotoğraflarıyla Kiev sokaklarına indiği fotoğraflanmış ama etten duvar bir Ukrayna ordusunun fotoğrafına hiçbir yerde rastlamadım. Bu işte bir terslik yok mu?
BBC’nin haberinde gördüm, Kiev Belediye Başkanı önce saat 23.15 sularında kentin tamamen kuşatıldığını, çıkış yollarının kapandığını açıklıyor. Aradan daha bir saat geçmeden 00.07 sularında ise “kuşatıldığına yönelik iddiaları” yalanlıyor. Gerçekten enteresan.
Türkiye’de tuhaf genel kabuller var. Putin’i eleştirdiğinizde “NATO’cu”, NATO’yu eleştirdiğinizde ise “Putinist” oluyorsunuz. Aslında olay basit, ABD ve NATO Ukrayna’yı bir “aparat devlet” gibi Rusya’yı çevrelemek ve kışkırtmak için kullandı, sonucunda da ortada bıraktı. ABD ve NATO’nun yayılmacı politikalarını biliyoruz, Putin’in de hiç ilgisinin olmadığı Suriye topraklarında nasıl yayılmacı bir strateji izlediği ortada. Tüm bu denklemlerin akabinde “tarafgir” olmanın dayanılmaz hafifliği içerisinde “Zelenski’ci ya da Putin’ci” olmak zorunda değiliz.
Zira Türkiye’nin en başından beri izlemiş olduğu politika hem kusursuz hem de diplomasinin temel kurallarıyla uyumlu. Türkiye’yi Ukrayna’nın tarafında savaşa çekmek isteyenlere karşı Ankara çok mantıklı bir politika izliyor. Ne Ukrayna’yı ne de Rusya’yı kaybedecek değiliz. Birileri üzülecek ama dış politika “holiganlık” kaldıracak bir spor değil.
Troçki Evi ve Yetimhane restore edilmeli
Pazar günü Büyükada’daydım. Tüm adayı yürüyerek gezmenin keyfini çıkardım, 19 bine yakın adım atmışım. Eh, fena değil.
Gördüğüm iki manzara gerçekten içimi çok acıttı. Bunlardan biri Stalin’in zulmünden kaçarak 4,5 yılını geçirdiği ve entelektüel çalışmalarına yöneldiği Kızıl Ordu’nun kurucusu Lev Troçki’nin evi. Diğer adıyla Sivastopol Köşkü.
Diğeri ise Avrupa’nın en büyük ahşap binası olarak kabul edilen ve kimsesiz Rum çocuklarına ev sahipliği yapan 1960’lı yıllardan itibaren ise kullanılmayan yetimhane.
İkisi de gerçekten bakıma muhtaç ve neredeyse yıkılmak üzere. Yetimhane çürümeye terk edilmiş, Troçki Evi ise harabe durumda.
Buradan Kültür ve Turizm Bakanlığı’na, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne seslenmek istiyorum.
Bahsettiğim iki eser de tarih açısından çok önemli. Çeşitli sanatsal faaliyetlerin yapılabileceği, müze olarak kullanılabileceği iki potansiyelden bahsediyoruz. Meksika’daki Troçki’nin evi turist cenneti olmuş durumda, dünyanın dört bir tarafından insanlar geliyor, aynı insanlar neden Büyükada’ya gelmesin?
Yapımında sadece ahşap kullanılan ve anılarıyla bir döneme damga vuran yetimhanenin öneminden bahsetmiyorum bile. Bu iki eserin restorasyon çalışmaları bir an önce başlamalı.