Çevremiz yangın yeri, bölge diken üstünde.
Sudan’da darbe, Yemen’de, Libya’da iç savaş.
Filistin’de İsrail saldırıları.
Suriye’de gerilimin yeniden tırmanması.
Irak’ta parçalanma endişeleri.
ABD’nin rejimi değiştirmek için İran’a uyguladığı basınç.
Derken uzun süredir dünyanın yeni gerilim merkezi olacağı söylenen Doğu Akdeniz’de suların ısınması.
Tümü iç içe, tümü birbiriyle bağlantılı, tümü bölgeyi hatta dünyayı ateş topuna çevirebilecek gelişmeler.
Bu ateş topunun her birinde Türkiye ya doğrudan taraf ya da dolaylı olarak içinde.
Doğu Akdeniz’de ise neredeyse dünya bir tarafta biz bir tarafta.
İşin göbeğinde İsrail, Mısır ve Yunanistan var. ABD de net bir şekilde arkalarında. En son AB de açıkça onlardan yana tutum aldı.
Rusya da Suriye’deki varlığı sayesinde bu işin içinde.
Ancak Moskova, gerilimde doğrudan taraf olmak yerine kimin kimi nasıl yiyeceğini gözetleyerek, bu pastadan en büyük payı nasıl alacağının hesabını yapıyor.
Bölgemiz cayır cayır yanıp, Doğu Akdeniz’de sular fokur fokur kaynarken bizim aylardan bu yana bir yerel seçimle enerjimizi tüketiyor olmamız büyük talihsizlik.
Bu satırların yazıldığı sırada YSK İstanbul seçimleriyle ilgili kararını henüz vermemişti.
Karar, seçimlerin tekrarlanması yönünde olursa muhtemelen en az 1-2 ay daha seçim tartışmaya devam edeceğiz.
Karar ne olursa olsun, Türkiye’nin hızla bu iç politik gerilimlerden kurtulup yanı başındaki yangınlara karşı ne tür pozisyonlar alabileceğini, hangi yangına nasıl müdahale edeceğini, müdahale edemiyorsa yangından kendisini nasıl koruması gerektiğine yoğunlaşması gerekiyor.
Zira bu yangınların tümünün Türkiye’ye sıçrama ihtimali var.
Zaten yangını çıkaranların amaçlarından biri de Türkiye’yi yakmak.
Ne yazık ki muhalif partilerimizin ve muhalif grupların da büyük çoğunluğu mevcut iktidarın indirilmesi veya zayıflatılması için bunlara el vermekten geri durmuyor.
Mevcut tablo, seçim öncesinden bu yana söylene gelen, kimilerinin yanlıştı, kimilerinin gereksizdi, kimilerinin doğru anlatılamadığı dediği “beka” meselesinin ne denli ciddi bir konu olduğunu ortaya koyuyor.
O nedenle “demirin soğutulması” bugün her zamankinden daha fazla bir “beka” meselesi.
Ancak ne yazık ki iç politik çekişmelerin “demirin soğutulması”na izin vermedi, vermiyor.
Demir kızgınlığını koruyor.
Çevremizdeki yangının ateşiyle birleşmesi halinde bu demirin eriyeceğinden kimsenin kuşkusu olmasın.
Demir eriyince gemi batar, gemi batınca yangına el veren içimizdekiler dahil hepimiz boğuluruz.
O nedenle soğutulan “kızgın demirin soğutulması” tartışmasını yeniden başlatmakta büyük fayda var.