Şairler çılgın oldukları için sıra dışıdırlar. Kayıp değerleri bulmak için dur durak bilmeyen çalışma delisi insanların işidir şiir.
Şairler çılgın oldukları için sıra dışıdırlar. Kayıp değerleri bulmak için dur durak bilmeyen çalışma delisi insanların işidir şiir. Şairin zihni de yüreği de yirmi beş saat çalışır. Onu durdurmak istese de gücü yetmez şairin. O nedenle normalin ötesinde bir hayat sürer. Gövdesi bir yerdeyken, gönlü hülyalarının, rüya ve düşlerinin peşindedir.
Şair, insanlığın kayıp mirasını arar. İnsanlığın kayıplar aynasında dolaşıp durdukça yeni doğumlara hazırlanır. Yeni bilgilerle, bulgularla yeryüzündeki koşusunu sürdürür. Şairin ne düşündüğünü, nereye baktığını, nasıl bir tahlilde bulunduğunu anlamak oldukça güçtür. Şair, tabuları yıkan adamdır. Kelimeler ustası ve kelimeler cambazıdır. Kurguladığı düşlerin peşinden koşan ürkek bir tavşana benzer. Kimi zaman buldum zannettiğinin bir serap olduğunu gördüğünde ise bir delilik atmosferine girer. Bu durum aslında şiir arayışları içerisinde hep vardır. Ruhsal zekâlarının oldukça fazla olduğunu söyleyebiliriz şairler için. Zapt edilemez olmalarının, dizginlenemez olmalarının ve bir yere fazla bağlı kalamamalarının nedenleri bu düşsel zekâya sahip olmalarındandır. Şiir ile bilgi arasında, şiir ile tahlil arasında ve şiir ile hayat arasında mutlak ölçüde bir yakınlık olmalıdır. Değilse sığlık, sıradanlık, bayağılık kendiliğinden şiirin kelimelerinden aşağıya doğru dökülür. Bu durum şiiri boşluğu çıkarır. O nedenle ilmin ve bilginin mutlak surette şiirin yoldaşı olduğunu, şairin bu birikimlerle asıl işçiliğini yaptığını söylemeliyiz. Ümmi ozanların, âşıkların bu işin biraz dışında bulunduklarını da kaydetmeliyiz. Çünkü onlarda bulunan Ledün ilmiyle Allah’ın onlara ikram ettiğini de göz ardı edemeyiz. Özellikle ledün ilminden tılsım alan âşık’ın kelimeleri üzerinde oynayamazsınız. Aynı zamanda onun dokuduğu kelimeler öyle ayrı anlamlarla, öyle ayrı donanımlarla ve öyle ayrı manevi yüklemelerle ifade edilebildiği için başka bir dile aktarılabilmesi de oldukça güçtür. İmkânsızdır ifadesi abartı olmaz. Buradan bakıldığında normal şiirlerin bile başka dillere aktarımında en az yüzde elli oranında ruhi, düşsel kayıplara uğradığını da söylemeliyiz. Hiçbir şiir bir başka dile çevrilirken istenilen anlamı taşıyamaz. Dolayısıyla kendi dilindeki etkiyi karşı dillerde ortaya koyabilmesi ortadan kalkmış olur. O nedenle şiir dilinin normal dil gibi algılanması da yanlış olur. Şiirin dili kendine özgü, kendine has özellikli bir dildir. Dilin kendi içerisindeki uyum ve ahengi, ağız yapısına, boğaz, gırtlak durumuna uygun şekilde karşılığını alıyor olmasındadır. İnsanın bu durumu farklılıkları, lehçeleri, doğal şartlar içerisindeki yaratılışa uygunluğu veya iklimlerin, sıcak ve soğuk mevsimlerin kendiliğinden oluşturduğu karakteristik özellikleri de içinde barındırır. O nedenle şiirin seçkinliği kelimelerin de seçkinliğini getirir. Şair kelimeleri seçerken hafızasındaki binlerce kelime içerisinden en uygun olanı bulur ve kullanır. Kullandığı kelimeler kadar kullanamadığı kelimelerle de dış bir çerçeveyle şiirini zenginleştirmiş olur. Söylediklerinden ziyade söylemediklerini bulmak okuyucuya düşen yönüdür.
Şiir bir vergidir. Bir ikramdır. Olmayan bir şeyin, yokun ikramıdır. Var haline döndürülmesidir. Bir başka ifadeyle evvelde var olan kayıp kelimeler hazinesindeki kısmetini şair bulur, icat eder, doğurur, bir bakıma yeniler yani yaratır. Buradaki yaratış yoktan var ediş değildir. Bilakis var edilmişin bulunuşudur, keşfidir. İkram sahibini şair söylemese de bilmektedir. Sezmektedir içten içe. İşine gelmediği için itiraf etmek istemez. Bu isteksizlik şairin derinlere dalmasına engel olur ve kabukta oyalanmayı sürdürür. Mistik şiir yazan tabiatın bütün varlıkları içinde bunu yapabilir. Yani metafizik şiir salt tasavvufi, Allah’a yönelik şiir yazmak değildir. Her bir şey için şairler bu kurguyu kurgulayarak kendi bellekleri içerisindeki o hissedilme, etkin ve güçlü yönünü ortaya koyma çabasıdır. Asıl itibariyle Maveralara açılan şair; ne yaptığını, neden yaptığını, ne söylediğini ve niçin söylediğini bilir. Bu biliş kendini bilişle de ilgilidir. Allah’ın ikramlarını sürekli aldığını bilen şair o çizgideki ısrarını sürdürerek ilhamın gerçek yakalayışını yaşar. İlhamsız şiirin yazılamayacağını, şair olunamayacağını da kabullenmek gereklidir. Bir vergi varsa bu verginin farkında olmak bile ilham iledir. His gücünün buradaki etkisi ilhamın da kendisidir.
Şairin şiirindeki liriklik, yaşadığının kanıtı olsun diye oynadığı bir oyundur. Şiirin yükselen burcunda kelimeler seçilmiştir. Şair, o kelimeleri bulup çıkarandır. Şöyle söyleyebiliriz; toplumsal hareketliliklerin, siyasal miting ve toplantıların, işçi yürüyüşlerinin, üniversite öğrencilerinin kendi haklarını ararken yaşadıkları ile üniversite önlerinde toplanan öğrencilerin okumak için başörtülerinden dolayı uğradıkları haksızlıklar gibi. Bunun yanında doğanın hareketliliği, denizin dalgalanması, çocuğun ağlaması, bir yaşlının sızlaması ya da ağıtı, bir çocuğun güpegündüz babasının yanı başında öldürülmesi, kanlı bir gece baskını ile bir gecedeki yıldızların şöleni ve dolunayda at koşturan bir yiğidin geride bıraktıkları da eklenebilir. Ansınız bastıran bir yağmurun ardından çıkan fırtına ve sel felaketiyle yaşanılan her şey ya da bir gelin arabası, genç bir kızın edalı ve işveli bakışı gibi şeylerde bu konuya dâhil edilebilir. Bu ve buna benzer bir sürü hadise şairin hem zihnini, hem gözünü ve hem de gönlünü besler. Bunlar şiirin doğumuna yatırımlardır. Şair bunun farkında olmasa da zaman içerisinde bunu keşfedecektir. Keşif halinde olan şairin işi kelimelerle, sözcüklerle oyunlar kurmayı sürdürmesindedir. İşine yarayacak kelimeleri bulmak için simyacılık yapmaktadır. Kelimeler işçisi, kelimeler ustası ve mimarıdır şair. Şiirine girecek kelimeleri kıskanır. O nedenle az kelimelerle şiirini yazar. En uygun, en köklü, en derin, en soylu kelimeleri arayıp bulur. Bir doğuş, bir muştu, bir ilham yakaladığında o arayıp durduğu, seçip bulduğu kelimeler içerisinden çini iğnesiyle oya işler gibi şiiri işleyerek mükemmeli yakalamak ister. Ömrünce arayışı aslında sanatçının, şairin, müzisyenin şah eserine ulaşma isteğidir. Böyle bir eseri yakaladığında artık tarih onu kayıt altına alır. Şair de bunun farkındadır.
Şiir, dere kenarlarında, yamaçlarda toprağı yarıp patlatmış su gözeleridir. Billurdan süzülen yağmur damlalarının suya dönüşerek susuzluğu gidermesidir. İçerisinde bulunan bütün nebatatın, bütün minerallerin özsuyundan faydalanarak şiir mısralara dönüşür. Tıpkı yağmurun suya dönüşmesi gibidir bu. Yeryüzünü cennete çeviren ne kadar muhteşemlikler varsa, örneğin akarsular, yemyeşil vadiler, kocaman kocaman ağaçlar, ulu çınarlar, baharı süsleyen rengârenk çiçekler, arılar, kelebekler ve sincaplar, sonrasında geceye anlam katan yeryüzünün yıldızları olan ateş böcekleri de şiirin ayrıntılarıdır. Bütün bunlarla birlikte şiir kendi içerisinde kıvrılarak yol alır doğum günü için. Doğum günü ya da anı dediğimiz hususun mutlak surette bir ilhamla bağlantısı vardır. İlhamsız şiir kuru şiirdir. Çıplak şiirdir. Her şeyiyle zahirde kalan şiirdir. İşin özünün kaybedildiği, özüne öz suyunun yürümediği şiirdir. Etkisiz ve yüzeyseldir. Şiirin etkisi bizatihi varlığındadır. Şiirin varlığı kayıplar içerisinden bulunuşuyla tezahür eder. Bulmak için mutlak surette bir arayış gereklidir. Bu arayışta asıl kelimeler arasındaki gizemli, sırlı, efsunlu olanlara ulaşmak için yol gösterici olan ilhama ulaşmak gereklidir. İlham bir ikramdır. Asıl yoğunluk, üzerinde durulması gereken ikramdadır. İkram sahibinin sonsuzluk muştusundan feyiz yap olmak anlamını taşır. Saf şiiri diğerlerinden ayıran en belirgin özellik aklın ötesinde bir yerleri çağrıştırmasıdır. Ruhun ve aklın tatmin edilmesiyle ilgilidir. Aslında aklın sınırlarının ötesinde matlupluk, mahbupluk taşır. Çünkü aklında kendi içerisinde tanzimi, kuralları ve disiplini mevcuttur. İyi şiir, güzel ve soylu şiir bu kuralların ötesindeki iklimlerin şiiridir. Şiirdeki letafeti görmek sanki bir ışığın parlayıp kaybolması gibidir. Ya da ihtişamlı bir ışık huzmesinin sınırlarına katılmaktır. Bu tarz şiirler insanlığın varlığından bu yana mevcuttur. Kendi kutsal atmosferiyle her asrın ve dönemin gündemine gelmeyi bilmiş, hafızalarda ezberlenebilmiş, salonlarda seslendirilebilmiş şiirlerdir.
Hayatın mutlak surette bir disiplini, bir plan ve anlamı vardır. Bu duruma müdahale edemesek de vardır. Bütün bedii zevklerin, estetik duyuş ve hislerin, mimari ve hendesenin de kendi içerisinde vaz geçilmez disiplinlerinin olduğu mutlaktır. Edebiyatın, hikâyenin, romanın ve şiirin de kendi içerisinde belirlenebilen ve asla müdahale edilemeyen prensiplerinin bulunduğunu da kabul etmeliyiz. Şiir tamamıyla bunların da ötesinde bir yerlerde kendi iç kurgusunu kendisi tespit eden, kendi kurallarını kendisi koyan aynı zamanda kural değişikliklerini kendisi icra eden ve hatta kuralları iptal ederek kuralsızlık içerisinde bile kendi varlığını hissettiren bir söz, his ve duygu gücüne sahiptir. Bu nedenle bütün mantıkların ötesinde bir mantıkla ya da çok yüzeysel bir mantık gibi gözüktüğünde bile farklı kurgu ve oyunlarla düşleri, düşünceleri, fikir ve aksiyoner duruşları da kendiliğinden belirler şiir. Matematiksel formüllerin, kimyasal karışımların ve simya oluşumların kendi içerisindeki vaz geçilmez disiplini şiirde geçmiyor. Şiir hayata müdahale ediyor. Yüreklere, duygulara, tarz ve tavırlara, savaş ve barışlara, huzur ve huzursuzluklara müdahale ediyor. Sözün gücünün toplandığı ana merkezdir şiir.