Yokuş aşağı inip tramvaya binmek istedim. Tramvaya binmek hiç öyle kolay değil, önce aşağı inip yer altındaki geçitten geçeceksin.
Dehliz gibi. Oradan yukarı geçip platforma çıkacaksın. Günün tenha saatlerinden birindeyiz. Dolayısı ile ortada pek ses yok. Daha sessizi de var tabii. Sabahları kimse uyanmadan ayağa dikilip şehrin uyanış sesini, sabah ezanlarını dinliyorum. Sanırım İstanbul’un tılsımı bu. Her gün seslerle güne başlaması. Güneşten de önce sesler var şehirde. Kuş seslerinden önce, horozlardan, martılardan, kargalardan önce insan sesi var. İnsan, ses veriyor şehre, insanlaştırıyor. Sonra sırasıyla hayvanlar başlıyor seslenmeye. Tüm varlık uyanıyor. İşe gitme telaşı başlıyor, doğal sesler yerine mekanik seslerle uyanıyor çalışanlar. Telefon alarmı ötüyor. Sonra işe giderken kulaklığını takıyor ve kendine özel bir sesle baş başa kalmak istiyor. Yapamıyorum, şehri dinlemek daha cazip geliyor. Birbiri ardına sıralanmış sesler içinde devam ediyor gün. Vapurda işiyle, eşiyle konuşanlar. Ama en çok susanlar var. Bakışlarıyla konuşmaya çalışanlar. Gençlerin birbirleri arasında yüksek sesle konuşmaları ve tabii küfürleşmeler. Büyüyecekler ve akıllanacaklar diyerek duymazdan gelen ihtiyarlar.
Tramvaya binmek üzereyiz, dijital bileti basarken başka bir ses çıkıyor. Anlamı şu: Geçebilirsin. Tramvaya bindik sesler birbirine ekleniyor. Farklı dilleri konuşan turistler. Mutlular İstanbul’da olmaktan besbelli. Onlar da artık şehrin bir parçası. Afrikalı da var Asyalı da… Avrupalı ve Amerikalı da kendini belli ediyor. Sesler birbirine karışıyor. Telaşlı hallerle sonraki durağı kontrol ediyorlar. Anlayamayanlar gelip kırık İngilizceyle yerli olduğunu düşündüğü birisine danışıyor. İnsanlar birbirine ses veriyor. Ötede duran üç kişilik grup yüksek sesle siyasi gelişmeleri değerlendiriyor. Sesler yükseliyor ve hararetle birbirlerini destekliyorlar. Aynı görüşte olmak konuşmanın hararetini kesiyor ve susmaya karar veriyorlar.
Tüm bu seslerin içinde bir akordeoncu geliyor. Tramvayın içine müziğin sesini bırakıyor. Tüm dilden, tüm görüşten sesler bir anda kesiliyor ve müziğin sesine kulak veriyor herkes. Herkesin bildiği birbirini anladığı bir dil neticede. Duyulan ses akordeoncuya bırakılan bahşişlerin sesi. Herkes güne kattığı değer için bu sokak müzisyenine minnettar.
Yol bitiyor, müzik susuyor ve insanlar yine aralarında konuşmaya devam ediyorlar. Kendi aralarında siyaset konuşan üç kişi bir önceki durakta indi. Turistler son durağa kadar devam etti.
İkinci Cihan Harbi esnasında Stalingrad önlerinde cephede müzik çalarken uzayan ateşkes geliyor aklıma. Birçoğu için ömründe duyduğu son müzikti belki o çalan. Ama olsun, son anlarını böyle bir müzikle taçlandırmak da teselli sayılmaz mı? Şehir seslere ses eklemeye devam ediyor ve ezan gibi, akordeon gibi sesler bizi birbirimize görünmez iplerle bağlıyor. Seviyoruz, şehri ve hepimiz birbirimizi sebebini izah edemediğimiz şekilde. Seslenmeye devam ediyoruz bildiğimiz biçimde ve kulak kesiliyoruz denk geldiğimiz her sesli ateşkese…