Vatan toprağında özgürlüğün adı şehadettir. Şehadet, milletimizin Peygamberimizle yakın olma aşkıdır. Din, vatan, bayrak ve namus uğrunda can veren, vermeyi bekleyen milletimizin asaletine örnektir Sarıkamış.
"Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz.
Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz;
Düşer mi tek taşı sandın harim-i namusun,
Meğer ki harbe giden son nefer şehid olsun."
Mehmet Akif Ersoy
Vatan toprağında özgürlüğün adı şehadettir. Şehadet, milletimizin Peygamberimizle yakın olma aşkıdır. Din, vatan, bayrak ve namus uğrunda can veren, vermeyi bekleyen milletimizin asaletine örnektir Sarıkamış. 90 bin Mehmetçiğimizin, aşkla şehadet şerbetini içerek Efendimiz (as) ile komşu olmuştur. Makamları mübarek, ruhları şad olsun.
Sarıkamış, I Dünya Savaşı'nda Osmanlı Cihan Devleti ile Rus İmparatorluğu arasında gerçekleşen başarısız bir askeri harekâttır. Olayı seyri şöyledir; 1914 yılında kışın çok şiddetli olduğu bir zamanda Azap ve Köprüköy'e Rus orduları saldırırlar. Ordumuzun Komutanı Hasan İzzet Paşa bu saldırıyı püskürtür ve Rus ordusu dağılır. Harekâtımızın amacı, Rus ordusunu tamamen yok edip Bakü Petrollerine ulaşmaktır. Çünkü 1877 yılında 93 Harbi diye bilinen savaşta; Batum, Sarıkamış, Kars, Ardahan ve Artvin bölgemiz Rus işgaline bırakılmak durumunda kalınmıştır. Dönemin Başkomutan Vekili Enver Paşa, 1914 yılında topraklarımızı geri almak için 19 Aralık günü Sarıkamış harekâtının planlarını kurmaylarına anlatarak harekâtı başlatır. İlk iki gün başarıyla devam eden harekât ne var ki, olumsuz hava şartları nedeniyle 3 - 4 Ocak 1915 gecesi daha da şiddetlenir. Fırtına ile kar karışık olarak yağmaktadır. Çadırlar yıkılır, yollar kapanır, elde avuçta hiçbir şey kalmaz. Ne yiyecek, ne mühimmat, ne silah, ne erzak ne de barınak kalmamıştır. Dondurucu soğuklar, fırtınalar Mehmetçiğimizin adım adım şehadete doğru gittiğini göstermektedir. Donma, dizanteri, tifo gibi hastalıklar baş gösterir ve şehit olurlar. Bu harekâtta Ruslar 32 bin askerine kaybeder.
Her yıl, şehadetlerini Fatihalarla, Yasinlerle, Hatimlerle andığımız bu kutlu yolcuların bizlere, milletimize, gençliğimize ve geleceğimize yol gösterdiğini unutmamalıyız. Onlar bizler daha özgür yaşayalım diye; inancımıza, imanımıza, vatanımıza, bayrağımıza, ezanımıza, birlik ve beraberlik ruhuyla yekvücut olmamıza sahip çıkalım diye şehadete yürüdüler. Onlar ki makamları Peygamberlik makamına en yakın bir yerdeler ve kuşkusuz cennetin en kutlu köşesindeler.
Kıymetli Muhsin Yazıcıoğlu'da (ruhu şad, mekanı cennet olsun) şöyle yakarıyordu;
"Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk, üşüyorum.. "
Liseli yıllarımızda, (bu yıllar bin dokuz yüz yetmişli yıllardır) marşlar, şiirler, türküler bizim hayatımızı alevlendirir, kanımızı coşturur, ruhumuzu dinamikleştirirdi. Bir şuur makinesine girmişcesine tepeden tırnağa şuura dönüşürdük. Marşlar deyip geçmeyiniz, kahramanlık türküleri deyip geçmeyiniz, şiirler deyip geçmeyiniz; bunlar toplumun dinamikliğini gösteren ana unsurlardandır. Örneğin "Tuna Nehri Akmam Diyor" marşımız söylerken bir yandan ağlar bir yandan boğazımızın telleri en gerilmiş halde haykırırdık. Öylesine aşkla söylerdik. Bir başka örnek vereyim; "Çırpınırdı Karadeniz selam Türk'ün Bayrağına" da öyleydi. Gençlik yıllarımızda aşk yalnızca vatandı. Her şey vatana bağlıydı. Özgürlüğün anlamı, hayatın gayesi özgür olmadan kavranılmazdı, din istenildiği gibi, bayrak istediğimiz üzere dalgalanmazdı. Şiirler vardı bizleri coşturan, mesela; "Çanakkale Destanı, Sakarya Türküsü, Eritre, Moro, Şeyh Şamil, Türkistan, Kerkük, Akıncılar, Bu Vatan bizim" gibi isimlerini sayamadığım onlarca şiirlerimiz vardı. Ayakta haykırarak okuduğumuz, vücudumuzun diken diken olup ırmaklar akıttığımız. "Arif Nihat Asya"nın "Bayrak, Naat ve İmam Hatip Marşı"yla bir de "Fetih Marşı"mız vardı rahmetli Yıldırım Gürses'in bestesiyle kıyamda durduğumuz.
"Bu vatan Bizim" Orhan Şaik Gökyay' rahmetlinin şiiriydi. İki dörtlüğünü buraya almış olalım;
"Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıra dağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda,
Kendini tarihe verenlerindir.
Tutuşup kül olan ocaklarından,
Şahlanıp köpüren ırmaklarından,
Hudutlarda gazâ bayraklarından.
Alnına ışıklar vuranlarındır. "
Orhan Şaik Gökyay, 1902 yılında İnebolu’da doğa, ilk, orta ve liseyi Kastamonu'da, üniversiteyi İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Edebiyat Bölümü’nde tamamlar. 1931’de Kastamonu Lisesi’nde edebiyat öğretmeni sırasıyla Malatya, Edirne, Ankara, Eskişehir ve Bursa illerinde öğretmenlik yapar. Daha sonra Ankara Devlet Konservatuvarı müdürü olur. 10 Mayıs 1944’de Türkçülük-Turancılık suçlamasıyla Bakanlık emrine alarak görevine son verilir. 11 ay tutuklu kalır. Berat etse de uzun süre görev verilmez. Bu içeri alınmalar, görev verilmeyenler öylesine çoktur ki, vatan evlatları yurt sevgilerinin, iman, kuran mücadelesinin karşılığında ötelenmişler, hırpalanmışlardır. Yine de mücadele etmekten, vatan için ölmekten, çekinmemişlerdir.
"Ardına bakmadan yollara düşen
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan,
Huduttan hududa yol bulup koşan
Cepheden cepheyi soranlarındır…
İleri atılıp sellercesine
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine,
Şu kara toprağa girenlerindir."
1950 yılında Galatasaray Lisesi’ne atanarak öğretmenliğe geri dönen Gökyay, 1951’de Bakanlık müfettişi olur. Daha sonra da Londra’ya öğrenci müfettişi olarak gönderilir. Yurda döndükten sonra 1954 yılında Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’nda göreve başlar. Atatürk Eğitim Enstitüsü’nde de edebiyat dersleri okutur. 1970 yılında emekli olur. Kültür, sanat, edebiyat mücadelesinden asla geri durmayan Gökyay Hoca, Adsız, Mecmua, Orhun, Yücel, Ülkü, Devrim Gençliği, Tarih dergilerinde şiir ve makaleleri yayınlar.
Orhan Şaik Gökyay'ın kültürümüze kazandırdığı; “Bugünkü Dille Dede Korkut Masalları, Kabusnâme, Türklerde Karagöz, Kâtip Çelebi, Dedem Korkut’un Kitabı, Birkaç Şiir ve Destursuz Bağa Girenler” eserleri unutmamak icap eder. 2 Aralık 1994’de kaybettiğimiz Orhan Şaik Gökyay, Kastamonu'nun yetiştirdiği önemli şahsiyetlerden biridir. “Bu Vatan Kimin” şiiriyle ünlenmiş, dillerde, gönüllerde yaşamış olan Orhan Şaik Gökyay’ı, ahirete irtihal eden kalemleri, şehirleri rahmetle anıyorum. Şiirin son bölümleriyle yazıyı tamamlıyorum;
"Tarihin dilinden düşmez bu destan
Nehirler gazidir, dağlar kahraman
Her taşı bir yakut olan bu vatan
Can verme sırrına erenlerindir.
Gökyay’ım ne desem ziyade değil,
Bu sevgi bir kuru ifade değil.
Sencileyin hasmı rüyada değil,
Topun namlusundan görenlerindir…"