Önümüzdeki yüzyılın tam odağına oturan göç meselesi, ulus devlet yapısını mı güçlü kılacak yoksa tüm sınırları kaldırıp "dünya vatandaşı" kavramını mı yönetimlerin önüne sunacak?
Önümüzdeki yüzyılın tam odağına oturan göç meselesi, ulus devlet yapısını mı güçlü kılacak yoksa tüm sınırları kaldırıp “dünya vatandaşı” kavramını mı yönetimlerin önüne sunacak?
Üçüncü bir şık da ben sunmak istiyorum; tıpkı Avrupa ülkelerinin sınırlarını kaldırmasıyla oluşan AB benzeri (ki bana göre birlikten ziyade makro ulus bir devlettir AB) yeni yeni sınırdaş birliklerin oluşumu mu var dünyanın önünde?
Sıklıkla yazılarımda yer verdiğim göç başlığı, aslına bakarsanız giderek daha da kördüğüm bir hal alıyor, çünkü bu başlığın altında yatan sebepler maalesef ki yaşlı dünyayı sonuna yaklaştıran sebeplerle bağlantılı… Küresel ısınma (iklim değişikliği), gıda temin krizi, nüfus artışı, işsizlik, ekonomik daralma, enerji sıkıntısı, kuraklık, doğal yaşamın yok olması ve benzeri sorunlar yaşlı dünyanın kalbini iyice zorlarken göç dalgalarını da tsunamilere vardırıyor… Arabesk bir tasvir olan; “yakarsa dünyayı mazlumların ahı yakar” cümlesi bence tam da göç sorunu için zikredilmiş zira giderek artan göç hareketleri tüm dünya politikalarının elini ayağını bağlayan pranga misali…
Hafta başı benim gibi çoğu sosyoloji meraklısını yakından ilgilendiren bir sempozyum vardı Diyarbakır’da… Dicle Üniversitesi Rektörlüğü öncülüğünde İktisadi İdari Bilimler Fakültesi’nin gerçekleştirdiği 5.Uluslararası Ekonomi, Siyaset ve Yönetim Sempozyumu günümüz ve gelecek dünya politikalarının nasıl yön bulduğuna/bulacağına dair bilgileri aktaracak akademisyenleri Diyarbakır’da ağırladı… Sosyolojinin beşi bir yerdesi; göç, siyaset, yönetim, dijitalleşme ve ekonomi başlıklarını kapsayan bu sempozyum öğrenciler açısından da önemli bir vizyon penceresi araladı… Dicle Üniversitesi İİBF Dekanı ve Sempozyum Düzenleme Kurulu Başkanı Prof. Dr. Seyfettin Aslan yaptığı konuşmada sempozyum kapsamında ekonomiden siyasete, kamu yönetiminden tarihe kadar bir çok konunun irdeleneceği 12 oturumda, 69 bildirinin sunulacağını belirtti… Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Tanyıldız da 5 yıldır gelenek haline gelen Uluslararası Ekonomi, Siyaset ve Yönetim Sempozyumu’nun bu yıl göç ve dijitalleşme ile ele alındığını aktararak, sempozyuma ev sahipliği yapmaktan mutluluk duyduğunu dile getirdi.
Göç meselesi ve dijitalleşme son sürat dünyayı işgal ederken her iki başlığı inkar etmek ve ötekileştirmek yerine “çözümleyici olmak” yönünde gardını almalı insanlık…
Misal gençleri dijital ortamdan uzaklaştırmamız imkansız ise karşı tedbirler ile onları korumalı ve bu tedbirleri geliştirme yöntemlerine odaklanmalı…
Ya da göç başlığı artık “kavimler göçüne” dönüştüyse ve tüm ülkeler bu gerçekle sınanıyorsa göç politikaları daha hızlı ve çözümleyici arayışlara yönelmeli… Savaştan kaçıp sığınmacı olanlara toplumun “go home” diyerek ötekileştirmesinin önüne geçmek için doğru anlaşılmalarını ve doğru anlamalarını sağlayacak çalışmalarla birlikte adaptasyonlarını hızlandıracak “zorunlu eğitim” programlarına ağırlık verilmeli… Unutulmamalı ki korkunun, öfkenin, uzaklaşmanın temelinde doğru anlamamak ve anlaşılamamak yatar… Suriyeli mültecilerin Türkiye’ye gelmeye başladığı ilk yıllarda Avrupa Parlamentosu vekilleriyle Türkiye’deki kampları ve kamp dışında yaşayan sığınmacıları ziyaret etmiştim… Uzun süre Avrupa vekilleriyle bölgeye yönelik bu yakın temasımız devam etti… Sonraki yıllarda da DEAŞ’tan kaçan Yezidilerin Irak’taki kamplarını ziyaret ettim… Kamplarda kalanlar ile ilk karşılaşmamızda birbirimizin gözünden ilk okuduğumuz şey; korku oldu! Korkuyorduk çünkü farklı kültürlerdik ve birbirimizi tanımıyorduk… Zamanla korkularımızın yerini daha farklı duygular aldı çünkü toplumlar korkularını hakkıyla aşmak yerine ötelemeyi, ötekileştirmeyi ve suçlamayı tercih etmişti! Misal 2022 Şubat ayında ziyaret ettiğim Duhok’taki Şariya Yezidi Kampından elde ettiğim izlenimlerde “aidiyetsizliğin getirdiği umutsuzluk ve mutsuzluk” vardı… Evlerine dönme ihtimalinden iyice uzaklaşan Yezidi gençlere tutunmaları için bir bağ (iş, dostluk, sosyal hayat) uzatılmazsa elbette savrulacak ve savuracaklar! O halde daha eğitim öğretimin ilk yıllarından itibaren empati duygusunu geliştirmek adına kim olduğumuzdan ziyade yasalar ve hukuk çerçevesindeki insanlar/vatandaşlar olarak aidiyet duygularıyla buluşmamız gerektiği anlatılmalı nesillere…
Bu bilinci gelecek nesillere aktaramadığımız sürece göç politikalarına altından taç giydirilse bir anlamı kalmaz… Zira olayı sadece ‘mağdur göçmenler’ boyutundaki kanunlar ve psikolojisiyle ele alıp ‘mağdur ev sahiplerinin’ hakları ve travmaları unutulursa toplumlarda çatışma ve çekişmelerin önüne geçmek imkansız olur…