2018 Yılı Nobel İktisat Ödülleri Paul Romer ve William Nordhaus'un oldu. Her iki iktisatçının da ana çalışma alanı Büyüme İktisadıdır. Büyüme İktisadı denince akla hemen gelen, üç ayda bir açıklanan büyüme rakamlarıdır.
Ancak, üzülerek söyleyeyim ki, güncel büyüme rakamları harcama büyümesini gösterir. Bir ülke üretiminin yanı sıra, para basarak veya borç alarak da harcamasını arttırır. Buna karşın para basarak veya borç alarak üretim doğrudan artmaz, üretim kapasitesinin artması için fabrikaların çoğalması, toplumun eğitim düzeyinin yükselmesi, nüfusunun artması ve teknolojinin yenilenmesi gerekir. İşte üretim kapasitesini büyümesini inceleyen İktisat alt disiplini Büyüme İktisadıdır.
Büyüme İktisadında temel soru, “Kapitalist ekonomide bir doğal büyüme oranı var mıdır?” Bu soruya genelde, iktisatçıların hepsi olumlu yanıt verir. Bu doğal büyüme oranı ittifakla, nüfus artış hızı, sermayenin amortisman oranı, teknolojik gelişme hızı ve emeğin verimliliğinin artış hızı toplamına eşittir. İkinci soru ise daha çetrefildir: “Kapitalist ekonomi hükümetin veya dışsal bir faktörün etkisi olmadan kendiliğinden doğal büyüme oranına ulaşabilir mi?” Bu soruya azınlıktaki iktisatçılar olumsuz yanıtlar. Harrod, Domar ve bazı sosyalist iktisatçılar bu olumsuz görüşe sahiptirler ve dengeli büyüme için merkezi planlama ve devlet müdahalesinin gerekliliğine vurgu yaparlar. Çoğunluktaki iktisatçılar ise kapitalist sistemde uzun dönemde istikrarlı ve sürekli bir büyüme oranına ulaşılabileceğini savunurlarken, bu büyümeyi sağlayan süreç ve sebep-sonuç ilişkisinde farklılaşırlar. Solow’un başını çektiği Neo-Klasik büyüme iktisatçıları, uzun dönem dengeye sermaye – emek oranındaki değişimle ulaşılacağını söylerken, Kaldor, Pasinetti ve benzeri iktisatçılar uzun dönem denge büyüme oranına sınıf çatışması, sınıflar arası gelir dağılımındaki değişim kanalıyla ortalama tasarruf oranında değişimle gelineceğini savunurlar. Üçüncü bir grup iktisatçı ise, hem uzun dönem büyüme oranının kendisinin hem de bu büyüme oranına ulaşma sürecinin teknolojik gelişme ve eğitim seviyesindeki yükselmeye dayandığını savunurlar. Bunlara göre, kendilerinden öncekilerin söylediğinin tersine teknoloji ve bilgi üretimi ekonomi dışındaki güçler tarafından belirlenmez, aksine iktisadi etkenlere bağlı olarak değişirler. Bu yeni bakış açısına da Endojen (İçsel) Büyüme Teorisi denmektedir ki, işte Paul Romer, bu akımın en önemli temsilcilerindendir.
Nobel Komitesi bu ödülü Romer Hocamıza verirken “önceki iktisatçıların açıklayamadığı iktisadi kararların ve piyasa şartlarının yeni teknolojileri nasıl ürettiğini modellemesini ve bilginin uzun dönem büyümeyi nasıl yönlendirdiğini açıklamasını” gerekçe göstermiştir. Hocamızı kutlarız ama görüşlerini yanlı buluruz ve kapitalist büyüme sürecini çok dar bir bakış açısı ile ele aldığını düşünürüz. “Hocam, biraz kıskanıyorsunuz galiba?”, diye sorduğunuzu duyar gibiyim. İktisatçılar birbirini kıskanmaz. Çünkü hepimiz aynı yolun yolcusuyuz. Romer’ın literatüre katkıları (teorik açıdan) gerçekten büyüktür. Ancak içinde yer aldığımız akademik dünyada, tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi, küresel bir hegemonya bulunmaktadır. ABD’nin başını çektiği Anglo-Sakson hegemonyası, kendi küresel çıkarlarını koruyacak, kendi politikalarını haklı çıkaracak teorik çalışma ve bilimsel analizleri destekler. Bir iktisatçının içinde bulunduğu toplumun çıkarları ve gündeminden etkilenmemesi de mümkün değildir. Ancak ben ABD vatandaşı değilim. Maaşım Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının vergileriyle ödenmektedir. Bütün hayatım boyunca bu ülkenin devlet okullarında eğitildim, bu ülkenin ekmeğini yedim. Haliyle sahip olduğum bilgiyi kullanırken, ABD’nin değil kendi ülkemin çıkarlarını savunurum. Romer’ın savunduğu görüşler Türkiye ve benzeri ülkelerin uzun dönem büyümesini değil büyümemesini teşvik eder niteliktedir. Bu konuya sonra geleceğim…
Gelelim William Nordhaus’a… Büyüme iktisadında son 30 yılda artan oranda bir ilgi büyümenin sadece sermaye ve emek donanımı ve üretkenliği ile değil, aynı zamanda doğal kaynakların kullanım kapasitesi ile de ilgili olduğu üzerindedir. Bu da gayet gerçekçidir. Nitekim egemen iktisat anlayışı büyümeyi sadece emek ve sermaye üzerinden yorumlarken, üretim sürecinde emek ve sermayenin işlediği doğal kaynakları dikkate almamıştır. Doğal kaynaklar, bilindiği gibi, su, orman, kesimlik hayvan, tarım ürünleri, balık popülasyonları, güneş, rüzgâr ve su enerjisi gibi yenilenebilir kaynaklar olduğu kadar madenler, fosil yakıt rezervleri ve ekilebilir toprak gibi yenilenemeyen kaynaklar olarak ikiye ayrılır. Son 30 yılda “sürdürülebilir büyüme” kavramı etrafında iktisadi büyümenin yenilenemeyen kaynakları tükettiği ve bunun bir müddet sonra bütün ekonomiyi nihai durgunluğa sürükleyebileceği vurgusu öne çıkar. Dahası, yenilenemeyen kaynakların tüketilmesinin yanında, bazı yenilenebilir kaynakların da yenilenmesini engelleyen olgulara atıf yapılır. Bunun sonucunda çevre kirliliği ve küresel ısınma gibi, insanlığın bütün yaşam tarzını olumsuz yönde etkileyecek tehditler analize dahil edilir. İşte William Nordhaus’un çalışmaları ağırlıklı olarak ekonominin büyümesinin yarattığı olumsuz çevre faktörlerine, özellikle de, küresel ısınmaya yöneliktir. Nobel komitesi bu duayen Hocamıza ödülü “İklim değişiklikleri ve iktisadi büyüme ilişkisine” yaptığı katkılardan dolayı vermiştir. Romer için yaptığım eleştiri Nordhaus için de geçerlidir. Nordahaus bu ödülü sonuna kadar hak etmiştir, orası gerçek; ancak, savunduğu görüşler dünyadaki egemen ülkelerin çıkarını ön plana almaktadır. “Hocam, olur mu öyle şey? Adam bütün insanlığın menfaatine olan konuları ele almış. Yapmayın, yahu!” diyorsanız, ben de “Acaba?” derim. Acabası da Pazartesi’ye kalsın. Her iki Hocamıza yaptığım eleştirileri, teorik olarak açıklayacağım.
Hayırlı Cumalar…