Cemil Meriç gerçekten yaşıyor…
Sağcı, solcu, ilerici, gerici, yoktur… Namuslular ve namussuzlar vardır, diyordu Cemil Meriç…
Türkiye’nin entelektüel aklına yön vermiş, önemli bir aydındı.
Di’li geçmiş zaman kullandığıma bakmayın. Hani klişe bir söz vardır ya, “ölmedi, yaşıyor” Cemil Meriç için geçerli değil o.
Cemil Meriç gerçekten yaşıyor…
"Sevgi garip bir yangın, yaşaması için büyümesi gerek. O yangına her şeyini atacaksın, zamanını, gururunu, dehanı..."
Diyen bir aydın, ölür mü?
"Zulmün olduğu yerde tarafsızlık, namussuzluktur" diyen bir akıl kolay kolay düşer mi bu hayattan?
****
Hayatını Türk kültürüne adayan bir entelektüel Cemil Meriç
1954 yılında bir kaza sonucunda gözlerini tamamen kaybettiğinde 38 yaşındaydı…
Bitmişti…
Depresyon, buhran… Kötü olan ne varsa üstüne çökecekti…
Kısa sürdü çaresizliği…
Aslında gözlerini kaybetmesi dünyayı daha iyi anlaması için bir yol açacaktı ona.
****
1940’ta İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Felsefe bölümündeydi. Ancak yakın çevresi Cemil Meriç’in derslerden çok kütüphanede vakit geçirmeyi tercih ettiğinden bölümünü bitiremediğini söylüyordu…
"İnsanlar kırıcıydılar, kitaplara kaçtım" diyordu,
İşte o sözden sonra da ortaya neler çıktı neler…
Önce denemeler;
“Hind Edebiyatı”, “Saint Simon-İlk Sosyolog İlk Sosyalist” ,
“İdeoloji”, “Bu Ülke”,
“Umrandan Uygarlığa”, “Mağaradakiler”,
“Kırk Ambar”, “Bir Facianın Hikâyesi”,
“Işık Doğudan Gelir”, “Kültürden İrfana”,
“Jurnal I-II”, “Sosyoloji Notları ve Konferanslar” eserlerini kaleme aldı.
“Onüçlerin Romanı - Altın Gözlü Kız”,
“Otuzundaki Kadın”, “Onüçlerin Romanı - Ferragus”,
“Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti”,
“Hernani”, “Marion de Lorme”,
“Ziya Gökalp Türk Milliyetçiliğinin Temelleri”,
“Köprüden Düşenler”, “İslam’ın Mirası – Batı’yı Büyüleyen İslam”,
Romanlar… Çeviriler…
Tam 75 yıllık hayatının ruhuydu çalışmaları.
Her şeyden öte, en mühim olanı ise Türkiye’nin ilmine adamıştı hayatını.
Bu topraklar için vardı Cemil Meriç.
Ve günümüze öyle bir geliyordu ki sözleriyle
Okuyup, onunla bitirelim…
"Batılılaşma miti eskiyince yeni bir yalan çıktı sahneye… Daha doğrusu aynı nazenin taze bir makyajla arz-ı endam etti.
Filhakika aydınlarımızın şerefine şampanya şişeleri patlattığı bu sözde bakire Tanzimat'tan beri tanıdığımız Batılılaşmanın ta kendisi.
Çağdaşlaşmak, karanlık, kaypak, rezil bir kavram.
Rezil, çünkü tehlikesiz, masum, tarafsız bir görünüşü var.
Çağdaşlaşmak elbette ki Avrupalılaşmaktır.
Avrupalılaşmak yani yok olmak.
Avrupa bizi çağdaş ilan etti.
Zira apayrı bir medeniyetin çocuklarıyız, düşman bir medeniyetin, bambaşka bir ölçüleri olan, çok daha eski, çok daha asil, çok daha insanca bir medeniyetin."
Çok yaşa Cemil Meriç…
*****************************************
Bir Dev… Cengiz Aytmatov…
Manas Destanı’ndan hikayelerle büyümek nasıl olur?
İşte, ortaya Cengiz Aytmatov gibi bir dev çıkar.
Babaannesinin okuduğu hikayelerle büyüyen ve Türk dünyasının ortak değeri olan Aytmatov’a kulak verelim. Birkaç örnekle onu özetleyelim.
****
Onu şekillendiren en önemli anlardan biriydi, yaşlı bir adamla yaşadığı o kısa diyalog.
15 yaşındayken inekleri çalındığında silahıyla birlikte hırsızı bulmak ve öldürmek için yola düşmüştü.
Yolda hırsla yürüdüğünü gören ihtiyar adam ona döner ve sorar:
“Baksana oğlum. Birini öldürmeye mi gidiyorsun?”
“Evet” der Aytmatov “öldüreceğim…”
Ve olayı anlatır, ihtiyar adama…
“Öyle mi, der aksakal. Kötü olmuş. Hem de çok kötü olmuş. Fakat sen beni dinle. İntikam almak çok kötüdür. Ne olursa olsun insan öldürmeyi düşünmemelisin. Beni, bu ihtiyarı dinle. Öldürme! Evine dön. Hayatta onun gibi namertler mutlaka cezasını çekerler. Bana inan. Sen hırsızı öldürmekten vazgeçersen mutluluk seni arar bulur. Öylesine konuşuyor sanma. Bir zamanlar dediklerimi hatırlarsın. Evine dön oğul. Birini öldürmeyi hiçbir zaman düşünme”
Aytmatov ne yapacağını şaşırır, o sözler beynine ve kalbine hükmeder…
Ağlar ve evine döner.
****
Aytmatov’un hayatını etkileyen en ilginç dönemlerden biri de erken yaşta okuma yazma bildiği için ona verilen bir görev dönemiydi…
Kara haberciydi.
Savaştan gelen ölüm haberlerini ailelere aktarmakla görevliydi.
Acılara şahitlik ediyordu:
“Ben kağıdı açar okurdum. Ev ağıtlarla, ağlamalarla, bağırışlarla, lanetlerle dolardı. Konu komşu, akrabalar gelirdi. Ben o kadar gürültünün arasında lal olmuş gibi sessiz bir şekilde onlara bakakalırdım.
Küçük olmama rağmen bazen kendi kendime ‘Neden kara haberleri ben duyuruyorum? Neden bu kadar acıların şahidi oluyorum?’ diye sorardım.
Bizim köylülerin hepsi beni iyi tanırlardı. Bana iyi davranırlardı. Ancak benim kara haber getiren biri olduğumu da unutmuyorlardı. Bazen birinin evine yaklaştığımı gördüklerinde kadınlar bana şüpheyle bakar, sonra da “Evimize girme, defol git, girme!” diye bağırırlardı”
Aytmatov, çocukluğu savaş dönemine denk geldiği için eserlerinin çoğunda da savaşı anlatmıştır…
Coğrafyasında yaşanan acıları batıya tanıtma anlamında kilit olmuş Aytmatov. Bir anlamda Yaşar Kemal’dir. Benzerlikleri bakımından iki usta da ruh olmuştur coğrafyalarına…
*********************************
Sanat ‘Yeni Normal’in Can Damarı Olsun
Korona sonrası her şey yenileniyor, hayatımız değişiyor. Sanki daha da çok kitap okumaya, daha çok film seyretmeye ve daha çok kültürel alanımıza yatırım yapmaya başladık.
Bireyler olarak farkındalığımızı yaşam standardımızı yeniden ele almış gibiyiz.
Elbette bu değişimin, ya da değişim taleplerinin devlet kurumlarında da etkisi görülüyor.
Kültür Bakanlığı’nın mayıs ayında 'Özel Tiyatroların Projelerine Yapılacak Yardımlara İlişkin Yönetmelik'te yaptığı düzenleme, bu değişimlerin önemli bir örneği.
Özel tiyatrolar kurumsallaşmaya ve profesyonelleşmeye teşvik ediliyor ve tiyatroların destek miktarları ile destek üst limitleri artırılıyor…
Bu anlamda da hem izleyicilerin daha nitelikli oyunlarla buluşması sağlanacak hem de tiyatro emekçilerinin ekonomik ve sosyal hakların daha üst seviyelere taşınacak.
Nereden bakarsak bakalım, takdir edilecek bir hamle…
Dileyelim ki, her şey yolunda gitsin.
*********************************************************
Günün Sözü
“Dünya aydınlık olsaydı, sanat olmazdı”
Albert Camus