Sağlık Bakanlığı'nın hazırladığı ve ünlü kişilerin rol alarak aşı tavsiyesinde bulunduğu kamu spotlarına karşı, böyle bir mitingin yapılması, toplumdaki zıt fikirlerin varlığını ve ifâde edilebilirliğinin ispâtıdır.
Bugün İstanbul’da aşı karşıtları tarafından düzenlenen bir miting var. Hükûmet ve Sağlık Bakanlığı’nın aşı yaptırma konusunda bir mecburiyet olmadığını söylemekten dilleri tüy tarlasına dönmüş olmasına rağmen, birileri “aşı tavsiyesi”ni yanlış anlayıp ve bu yanlışta ısrar edip “aşı olmayacağız” şeklinde bir tavır sergiliyor.
Bu miting aşı özelinde olsa bile genelde Türkiye’deki fikir ve ifâde özgürlüğünün son zamanlardaki en büyük göstergesidir. Sağlık Bakanlığı’nın hazırladığı ve ünlü kişilerin rol alarak aşı tavsiyesinde bulunduğu kamu spotlarına karşı, böyle bir mitingin yapılması, toplumdaki zıt fikirlerin varlığını ve ifâde edilebilirliğinin ispâtıdır. Değil aşıyı küresel salgını bile kabul etmeyip “Özgürlüğün için plandemiye dur de” ve “Büyük Uyanış Mitingi – Küresel Çetelere Karşı Tek Ses” gibi başlıklarla tanıtılan ve konusu “Anayasa Koruma İnisiyatifi Bir Araya Geliyor” olan bugünkü mitingde atılması ve açılması muhtemel “Susmayacağız” türündeki slogan ve pankartlar da bu fikir ve ifâde özgürlüğünün bâzı kesimler tarafında yok farz edilmesi ve yokmuş gibi gösterilmek istendiğinin sözlü ve yazılı delili olacaktır.
Aba yerine aşı
“Aba altından sopa göstermek” deyimi artık devlete ve hükûmete karşı açık açık yapılan tehdit ve saldırılardan sonra kullanılırlığını yitirmiş durumdadır. Yurt dışından fonlanan medya siteleri, Cumhurbaşkanı’nın ölmesini istediğini açık açık söyleyen ve bunu paylaşanlar, FETÖ’den kalan son kırıntıları parmağını ıslatarak toplayıp onlarla “ya tutarsa” niyetiyle “mikro darbe” hevesine kapılanlar, Papa’nın âfet bölgesine gelmesine methiyeler dizip Diyânet İşleri Başkanı’nın âfet bölgelerine gitmesinden rahatsız olanlar ve daha niceleri artık sopalarını abalarının saklama gereği duymamaktadır.
Sopayı, uyduruk tarikat Aczimendîlerin elinde görünce rahatsız olup bu ülkeye 28 Şubat felâketini yaşatanlar, şimdi, 6-7 Eylül 1957’de ve daha sonra 1978’de Maraş’ta yaşanan olaylarda kullanılan sopaların aynı marangoz atölyesinden çıkması gibi, aynı lafları kendi ağızlarında ıslatıp tekrar ediyorlar. Şurası çok açık ve net bir şekilde görülmektedir ki, özellikle son yirmi senede yaptıkları gibi önümüzdeki seçimler için, buğday ambarındaki aç tavuk gibi, olmayacak duaya âmin demekten çekinmeyeceklerdir.
Yapılan yatırımlar, savunma sanayiindeki gelişmeler, ekonomide toplanma belirtileri sebebiyle artık aldıkları dış fonlar tehlikeye giren bu kesim, ülke insanının iyi niyetini suistimâl edecekleri son malzeme olarak insan hayâtını ve aşıyı kullanmaktadır.
Aşı karşıtlığında Âşık Veysel’i kullanmak
Medyanın çok ses getiren isimlerinin “tartışma ortamı” görüntüsüyle sosyal medyada açtıkları sohbet odalarından birinde, duyduğumda kulaklarıma inanamadığım bir ifâde kullanıldı. Bir hekim şu zamâna kadar Türkiye’de ve dünyâda kullanılan tüm aşıların birer kandırmaca olduğunu iddia etti. Son yıllarda ticârî bir ürün hâline gelen grip aşıları bir yana, çocuk felci, suçiçeği gibi aşıların bile kandırmaca olduğunu iddia eden bu hekim, şeytanın bile “yok artık” diyebileceği bir bağlantı kurarak, görme yetisini suçiçeği sebebiyle kaybeden halk ozanımız Âşık Veysel’in aşı olabilseydi bu kaderi yaşamayacağını ama bu hastalık sebebiyle görme yetisini kaybettiği için duyma yetisinde olağanüstü olumlu değişikler olduğunu söyleyecek kadar ileri gitti.
Aşı karşıtlığı konusunu bu kadar abartıp Anadolu’nun ortak değerlerinden biri olan Âşık Veysel’in geçirdiği suçiçeğinin böyle yorumlandığını duyunca, aşı karşıtlığının artık tıp bilimin çok uzağına gittiğine maalesef kulaklarımla şâhit oldum. Neredeyse suçiçeği aşısı yüzünden birçok potansiyel müzisyenimizi kaybettiğimizi iddia edecek mi diye endişelenmedim diyemem.
Bu aşı şahsî bir karar
Dünyâda uygulanan ve anne-babaların çocuklarının sağlığı için yaptırdığı karma aşı, suçiçeği aşısı, çocuk felci açısı dolaylı bir sorumlulukla yapılmaktadır. Bu aşıları yaptırmadığı için çocuğunun sakat kalması durumunda sorun anne-baba ve çocuk arasındadır. Ancak tıpkı kuduz aşısı gibi, COVID-19’a karşı tedbir olarak uygulanan aşılara karşı olmak kişinin kendi karârıyla ve devletin zorlaması olmadan yapılacak aşıdır. Ancak ölüm ve vaka sayıları göstermektedir ki, kişiler her ne sebepten olursa olsun aşı yaptırmayıp COVID-19’a yakalandıklarında pişmanlıklarını ifâde etmektedir. Bâzıları ise artık aramızdan ayrıldıkları için pişmanlıklarını bizimle paylaşamamaktadır.
Aşı, virüsün yayılmasını engellememekte ama hastalığın hafif atlatılmasını ve yüksek oranda ölümle sonuçlanmamasını sağlamaktadır. Aşı karşıtı olup sahte aşı belgesi almaya çalışmak, emniyet kemerinin kilidini arkadan bağlamaya benzemektedir. Ölümcül kazâların birçoğunda emniyet kemerinin hayat kurtarması gibi, aşı da telâfisi mümkün olmayan can kaybı oranını azaltmaktadır. Burada kadercilik yapıp aşı yaptırmamak, inancımız açısından bize verilen can emânetini korumamak anlamına da gelir.
İnsan hayâtını siyâsete âlet etmek
Laikliğin en bâsit tanımındaki “din ile devlet işlerinin ayrılması” ifâdesi biraz genişletilirse “sağlık işleri ile devlet işleri ve siyâsetin karıştırılmaması” olarak anlaşılabilir. Katıksız ve bağnaz bir hükûmet karşılığı ile komplo teorilerine dayanan “küresel güçlerin işleri” söyleminden nemâlananların el ele vererek oluşturduğu aşı karşıtlığı, dünyâdaki diğer benzer eylemler örnek gösterilerek “hükûmet karşılığı yok” havasına sokulmaktadır. Bunda da bâzen hükûmetin lehinde ifâdeler kullanan ama kritik konularda karşı tarafa geçenlerin “doğrucu Davut” rolü iyi görülmelidir.
İşine gelince bilimsel makalelerden alıntı yapan ama işine gelmeyince “bilim kurulu değil film kurulu” diyen aşı karşıtlarından bâzıları acaba açık açık “Benim olmadığım bilim kurulu, bilim kurulu değildir” diyemedikleri için bu yollara tenezzül ediyor olabilir mi?
Hükûmet bir siyâsî parti tarafından kurulmaktadır ama hizmetleri siyâsî değil insânîdir. Hele hele Sağlık Bakanlığı gibi doğrudan insan hayâtının sorumluluğunu taşıyan bir bakanlığın idâresinde atlatmaya çalıştığımız bu süreçte yaşananları ve doktorlarımızın insanüstü emeklerini unutup, konuyu insan hayâtı ekseninden çıkartmak sâdece kişisel ifâde seviyesinde kaldığı sürece mâsumdur. Bu söylemlerin daha büyük boyutlara taşınıp kişilerin bireysel tercihlerini etkileyerek onların hayatlarına mâl olabilecek kararlara sürüklemek ise hayat boyu yaşanacak vicdânî bir yük olacaktır. Aşı olduğu hâlde, “dostlar alışverişte görsün” diye miting gidecekler ise işin tuzu biberi olacaktır.
Sus payı hamlesi mi?
Bu mitingi, daha önce istediklerini alamayanların, muhtemel bir pazarlık masasına oturmadan önce, ellerini güçlendirmek (yani sus paylarını arttırmak) için bir yapılan bir manevra olarak görenler de çıkabilir. Susturulduklarını iddia ettikleri bilim adamlarının yerini almadan önce pazarlıkta “tâviz paylarını” çoğaltmayı düşünüyor olabilirler. Neticede miting, yürüyüş gibi eylemlerde kitlenin tamâmı değil birkaç isim ön plâna çıkmaktadır. Daha önce kendi düzenlediği organizasyonlara mâzeret sunarak katılmayanlar acaba bu mitinge katılacak mı?
Gezi Parkı eylemlerinde güya savundukları ağaçların dalını koparıp yaptıkları sopayı sallayanları unutmadık. O zaman mesele ağaç değil, şimdi de meselenin sâdece aşı olması pek inandırıcı gelmiyor.
Küresel güçlerin aklı yetmiyor mu?!
Bu mitinge izin verilmeseydi yapılacak eleştiriler ve Batı’ya şikâyet etmeler ayyuka çıkacaktı. Miting yapılacak, konuşmacılar boy gösterecek. Belki aralarından “ulusal kahraman” bile çıkabilir. Dünya medyası dakika dakika görüntü ve kare kare fotoğraf paylaşacak. “Türkiye aşıya karşı” diye genelleyici manşetler atılacak. Ama günün sonunda kazanan yeni bulaşmalarla yine COVID-19 olacak.
Organik bir besinin tükenmenin neredeyse imkânsız hâle geldiği günümüzde, yediğimiz ve içtiğimiz gıda ürünlerinin içeriğinin bilinmediği hatta genç kalmak ve güzel olmak adına birçok yapay ürünün mahalle bakkalında satılacak kadar yaygınlaştığı günlerde, acaba bu “küresel güçler” neden aşıyla falan uğraşsınlar ki! Dünyâyı yönetecek kadar “akıllı” olan bu küresel güçler, ellerindeki “mâsum” imkânları kullanmak yerine neden bu işi, körün gözüne parmak sokar gibi yapsınlar ki!