Karşısında bir tâne bile dinleyen biri bulan kişi ne intihar eder ne de bağırır.
İnsanın Anlam Arayışı adlı kitabın yazarı Viktor Frankl (1905-1997) şöyle bir anısı anlatır:
Gecenin ilerleyen bir saatinde telefonu çalar. Doktor Frankl, uyandıktan sonra yatağında doğrulup telefonu açar. Telefonun diğer ucunda bir kadın vardır. Doktor Frankl’a numarasını rehberden bulduğunu ve ünlü bir doktor olarak kendisiyle konuştuktan sonra intihar edeceğini söyler. Doktor Frankl’ın şaşkınlığını gizlemeye çalışıp kadınla konuşmaya başlar. Konuşma geç saat olmasına rağmen bir saate yakın sürer. Kadın telefonu kapatacağını söylediğinde Doktor Frankl, intihar edip etmeyeceğini söyler. Kadın, bu fikrinden vazgeçtiğini ifâde eder. Oysa Doktor Frankl, tipik bir intihar meyilli danışanla konuştuğu gibi konuşmamıştır kadınla. Hatta konuşmanın büyük bölümünde sâdece dinlemiştir. Karârının değişmesine neyin sebep olduğunu sorduğunda, kadın, kendisini gecenin bu vaktinden dinleyecek bir kişi bile varsa yaşamaya değer olduğu kanaatine vardığını söyler ve teşekkür ederek telefonu kapatır.
Karşısında bir tâne bile dinleyen biri bulan kişi ne intihar eder ne de bağırır.
Bağırmak, sesini duyurmak, bir dinleyen bulmak için başvurulan son çâredir belki. Bunu deşarj olmak için lunaparka gidip gondola binince bağırmakla açıklayabiliriz.
İnsan dinleyici bulmak, kendini duyurmak için sesini yükseltmek ihtiyâcı duyuyor. Dinleyici bulamayınca da hiç olmazsa – içini dökmek gibi – bağırıp deşarj olarak rahatlıyor.
Bir başka örnek de yaptırdığı özel ses sistemi ve taktırdığı özel egzoz ile otomobilinde giderken etrafa sesini duyurup dikkat çekerek – yâni bağırmak yerine gürültü yaparak – rahatlamaya çalışanları verebiliriz. Bu tavrı en küçük yaşta dikkat çekmek için ağlayan ama gözünden tek bir yaş dökülmeyen çocuklar sergiler. Yaramazlık yapıp bir şeyleri kırıp dökmek de aynı şeydir.
Bu hâl, ergenlikte bağırarak konuşmaya dönüşür ve özellikle karşı cinsin dikkatini çekmek için yapılır. Aslında mesele ergenlik dönemi davranışlarının ileri yaşlara taşınmasıdır.
Neden “lunapark”?
Lunaparkta gondola binip çığlık atanları normal karşılarız. Zâten orası, adı üzerinde, “Lunapark”tır. Yâni ismini Latince “Ay” demek olan “La Luna”dan alır. Ay’ın insan psikolojisine etkilerinin çok önemsendiği Orta Çağ’da Avrupa’da tuhaf hareketler yapanların Ay’ın etkisi altına girdiğine inanılırmış. Bu kişiler için kullanılan sıfat da “lunic”miş. Lunaparkta yapılan ama normalde yapılmayan davranışlar da buna benzediği için bu eğlence yerlerine bu isim verilmiş.
Her yer “lunapark”
Ama lunapark dışında lunaparktaymış gibi davranmak ne oluyor? Çocuk ya da ergenlik döneminde olup dikkat çekmek için yapılan hareketler yetişkinler tarafından neden yapılıyor? Mesele muhatap bulmak mı?
Viktor Frankl günümüzde yaşasaydı belki meselenin çözümünün o telefon konuşmasındaki gibi kendiliğinden ortaya çıkacağını söyleyebilirdi.
Evet birbirimizi dinlemiyoruz. Sesimizi duyuramıyoruz. Sâdece gençler değil, bütün toplum, fert fert, söylediklerine kulak verecek birilerinin eksikliği içindeyiz. Sesimiz duyulmuyor ama biz de başkalarını sesini duymak istemiyoruz. Sosyal ortamlarda kulaklıkla dolaşıyoruz. Sırf bu yüzden geçen hafta Samsun’da genç bir kadın tramvayın altında kalıyordu.
Duyulmak için bağıran, arabada yüksek sesle müzik dinleyen(!) ve etrafa zorla dinleten, arabasına patlayan egzoz taktıran, bir günde yüzlerce sosyal medya paylaşımı yapıp “beğeni” bekleyenlerin oluşturduğu dev bir lunaparktayız.
Arabaya inip binerken, indikleri arabanın kapısını kapatırken, merdiven inip çıkarken, alışveriş yaparken, toplum içinde telefonla konuşurken lunaparktaymış gibi davranıp bu tavırlarının normal karşılanacağını düşünüyorlar ya da normal karşılanmayacağını bile bile umursamıyorlar.
Mahalleler, sokaklar, caddeler, iller, ilçeler, şehirler ve ülkeler lunaparkta dönüşmüş durumda. Artık dinlenme ümidini kaybedenler içlerini döküp kısa süreliğine de olsa rahatlamak için bağırıyor ve bağırtıyor.