Son zamanlarda yeni hükümet sistemi ile birlikte konuşulan bir konu var: liyâkat.
GAZETECİLİK VE MAHREMİYET
Birçok meslek kuruluşuna ait günler vardır. Bizim mesleğin de günleri var tabii. Dün 24 Temmuz Gazeteciler ve Basın bayramıydı. Bir de çalışan gazeteciler günü var. Bizler bu günlerde gazeteciliğin hak ve yükümlülüklerini konuşurken bir de gazetecinin sınırlarının nerede bitip başladığını etik çerçevesini çizmeliyiz. Aslında bunlar biliniyor, akademik kitaplarda yeri de var ama uygulamada nedense ihlal ediliyor. Bir haber aile, çocuk, devlet sırlarını ve özel hayata dair bazı hassas değerleri kapsıyorsa dikkatli olunmalıdır. Bu sayfada, Pozitif-Negatif haberini yaparken oradaki şahsiyetler ile birebir temas içinde oldum. Tarafları bilmeme rağmen onlardan izin almadan bu haberde adlarını geçirmem doğru olmazdı. Yapılanın benim anlayışıma uymasa bile izin almadan kişilerin isimlerinin verilmesini doğru bulmuyorum. Samiha Ayverdi büyüğümüzün dediği gibi kişilerle değil olaylarla mücadele ediniz. Gazetecilikte bu ayarın çoğu zaman kaçırıldığını ve aile mahremiyetine önem verilmediğini görüyoruz. Oysa kendimizin başınıza gelmesini istemediğiniz şeyi başkası için de istememeliyiz.
LİYÂKAT VE AHLAK
Son zamanlarda yeni hükümet sistemi ile birlikte konuşulan bir konu var: liyâkat. En son Alev Alatlı’da liyâkat meselesini Türkiye’yi başarıya uçuracak olan bir kilit noktası olarak görmüş. Aslında yıllardır meslekler, makamlar, rütbeler yeterliliği, yeteneği o işe uygun olmayanlar kişiler tarafından hunharca harcandı, deforme edildi ta ki insanların güvenini ve umudunu yitirene kadar. Hamili kart yakînimdir bizim insanımızın hep bir liyâkat suiistimali olmuştur. Bir işin erbabı olabilmek için o işte pişmek, çıraklıktan ta ustalığa kadar giden yolda denetleyecek bir mekanizmamız olmadığı için uzun zamanlardır bu sorunu yaşıyoruz. Eskiden var mıymış diyeceksiniz? Elbette Ahilik denilen müessese sebebiyle kimse ehliyetsiz iş yapamaz, yapanın da pabucu dama atılırmış malumunuz.
Önce ahlak
“Benim vezir oluşum liyâkatimin muktezası değil sadakatimin mükafatıdır”.
Bu cümleden şunu mu anlamalıyız? Tek başına o işi iyi bilmek, o işe lâyık olmak her şey demek değildir. Liyâkat tek başına aslında bir şey ifade etmiyor. O iş için biçilmiş kaftan olmak için işin teknik kısımlarına haiz olabilir, nasıl yapılacağını, uygulanacağına hâkim olabilirsiniz. Örneğin çok iyi bir atom alimi olabilirsiniz. Ancak bu alimliğiniz atomu bir bomba yapmaya engel oluyorsa, insanlığa zarar vereceğinden endişeniz varsa o zaman o kişiyi ahlaklı kılar. Demek ki burada bir liyâkat tanımına ihtiyacımız vardır. Ahlak olmadan liyâkatı tanımlamamız olanak dışıdır.
En iyi çöpçü ol
Bir büyüğümüz çöpçü olacaksan da en iyi olmak için çaba sarf et. Mesleğini güler yüzle severek yap, derdi. Günümüzde işsizlerin çoğunu incelemeye aldığımızda bazı dikkat çekici unsurlar göreceksiniz. Bunlardan en önemlisi iş beğenmemek yatıyor. Bir lokanta sahibi geçenlerde çalışacak garson bulamıyorum, gelen de bir bilemedin iki, üç ay çalışıp gidiyor, diyordu. Nedenini şöyle anlatıyor herkes yüksek maaş, hemen terfi ve neredeyse dükkanı da bir seneye kadar ona devretmemi isteyecek kadar tatminsizler. Önce Allah’ın nasibini yeryüzünde arayacağız, ayağımıza geleni geri çevirmeyeceğiz. Allah’ın her an bizi hesaba çekeceğini bilerek Onu memnun etmek için çalışacağız. İşe lâyık olmanın mantığında ve temelinde bu olmalıdır. İşteki alışverişini Hak ile yapar gibi davranırsa yani bu iman ve ahlak üzerine yetişen kişiler makamlara gelirse liyâkattan söz edebiliriz vesselam.
GERÇEKTE GAZETECİ KİMDİR?
Meraklı, gerçeğin peşinde koşan, hak savunucusu, kendi öğrendiğini bildiğini paylaşma dürtüsüyle anlatan, yazan, konuşan kişi gazetecidir diyebiliriz. Bir zamanlar sadece gazete varken haberin peşinde koşuluyordu. Haber bugün olduğu gibi ayağa gelmiyordu. Haberi haber yapan gazetecinin şevkiydi. Araştırmak, sormak, okumak, zaman ve emek vermek gazetecinin şiarıydı. O bir fikir işçisiydi. O bir toplum eğitmeniydi. O bir savcı, polis, hakim değildi.
Gazeteci haberi duymuş, görmüş olmanın heyecanıyla okuyucularına selam veren bir kalem erbabıdır. Gazeteci kendisi öğrenmek için haber yazandır. Gazeteci ertesi gün kağıda basılan haberini okurken yeniden kafasında yazandır. Bugün gazeteciler çoktur gazeteciyi de anlayan yoktur. O bir vapur sireninde elinde tesbihi ile anlaşılmasın diye erkek kılığında gazete satan gazetecidir. Sattığı gazeteleri kendi yazmış kadar malumatı vardır hayattan, ekmek kavgasından. Yarın olacaklardan haberi yoktur ama olsun onda bu merak varken kulağına fısıldanan haberi dün gazeteye, TV’ye, Radyo’ya yarın dijitale yazan yine gazeteci olacaktır.
AKIL MI AKILCILIK MI?
Pozitivizm veya akılcılık da dediğimiz batıdan gelen bu anlayış eşya ile fertleri birbirinden ayırmak suretiyle bir buhranın eline düşürmüştür insanlığı. Daha önceleri kolonyalizm sonraları laisizm ki biz buna ruhbanlık demeliyiz ardından bugün geldiğimiz noktada sekülerizm dünyayı bir yangın yerine çevirmiştir. Akıl tek başına hiçbir şey olduğu gibi aklın olmadığı yerde de ölü insanlar, ahmak topluluklar vardır. Ne zaman ki akıl kalp ile iş birliği yapar Allah’ın nuru kalpte bir uyanmaya vesile olur, işte o et parçası olan kalp gönüle dönüşür. O zaman gönüllerin çerağı uyanır. Tıpkı kupkuru kalmış vahayı dirilten rahmet yağmurları gibi her yaratılmışı yemyeşil topraklara dönüştürür.
İmam Maturidi ve akıl:
Türk din bilgini Maturidi’nin dini anlamak, din, akıl ve zihin işidir; yani insan akli ve zihni kapasitesinin elverdiği ölçüde dini anlayıp kavrayabilir. Bu da insanların dinle ilişkisi farklı olduğunu gösteriyor çünkü herkesin zihni seviyeleri farklıdır. Mesela:
• Bazı insanlar naklin yardımına ihtiyaç duymadan düşünme ve delile başvurma yoluyla, yani fikri çabayla dini anlayabilir. Bunlar sayılarla sınırlı olan filozoflar ve alimlerdir.
• Diğer kısım ise, ancak naklin yardımı ve bildirmesiyle kavrayabilirler. Bunlar çocuklara benzerler; öğretme, yönlendirme ve uyarmayla kavrayabilirler.
• Bunların dışında kalanlar ise ne akılla ne de nakille kavrayabilirler; onlar ‘hayvan tabiatlı’ insanlardır.
Hadisi Şerif:
“Her şeyin bir aleti vardır: Müminin aleti akıldır. Her şeyin bir biniti vardır. Kişinin biniti akıldır. Her şeyin bir direği vardır. Dinin direği akıldır. Her kavmin bir dayanağı vardır. İbadetin dayanağı akıldır. Her kavmi bir çağıran vardır. Alimi ibadete çağıran akıldır. Her şeyin bir tamirci ustası vardır. Ahiretin tamircisi akıldır. Herkesin kendisinden sonra unutulmayacak bir eseri vardır. Sıddıkın eseri akıldır. Her yolcunun bir çadırı vardır. Müminin çadırı akıldır.”
Hazreti Ali:
“Şüphesiz bir insanın hayırlı sıfatlardan birine sıkı sıkıya sarıldığını görürsem bu sıfatından dolayı onu yükseltir (kabul eder, inayette bulunurum), o sıfatın dışında başka sıfatlara sahip olmasa dahi onu bağışlarım; ama onu akılsız ve dinsiz olmasından dolayı bağışlamam. Çünkü dinsizlik emniyetten ayrılmaktır ve korku ile yaşamak da faydasızdır. Akıl olmazsa hayat da olmaz ve ölülerle dostluk olmaz.”
Kemal Tahir
“Akıl her zaman doğru çalışmıyor, çeşitli hırslar, istekler de yanılmaları kolaylaştırıyor. en kötüsü kendi kendimizle çoğu zaman çelişmeli yaşadığımız halde, başka bir insanla birlik kurmaya, duygularımızı birbiriyle hiç ayrıntısız eşleştirmeye çalışıyoruz."
ÇOCUKLAR DİNİNİ SEÇER Mİ?
CNN International’ın ünlü programcısı Müslüman İran asıllı adını vermek istemediğim ABD’li yazar geçenlerde ailecek Türkiye’deydiler. Üç oğlu ve babası papaz olan Hristiyan eşi ile din keşfi turuna çıkmışlar. Biri Hindu biri de Budist olduğunu söyleyen henüz yaşları 9 ile 4 arasında değişen üç erkek çocuklarına dinleri tanıtmak için din alimleriyle buluşturuyorlar. Allah, yaratıcı, kâinat ve evren hakkında kendince sorular soran çocuklara din seçimini serbestçe yapmaları için fırsat vermişler.
Hz. Peygamber’in, “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar” hadisi şerifince aslında doğal olarak ahlaken hepimiz İslam dininin fıtratına göre yaratılırız. Bizi zamanla başka yollara çeken ise aile veya başkalarıdır. Bu yüzden her Müslüman bu hadisi iyi bilmeli ve çocuklarını o şekilde yetiştirmelidir. Çocuklarımızı ancak ahlaki olarak kendimiz İslam üzerine yaşarsak örnek olabiliriz. Batının özgür düşünme ve özgür iradeye dayalı anlayışından hareketle dinleri tanıtma seferine çıkan ailenin davranışı bir anda pozitif gibi görünse de içinde bazı sakıncaları da barındırmıyor değil. Çünkü yaşları çok küçük olan çocukları her konuda bu denli özgür seçim yapabilme deneyimine yol açmak, başka sıkıntılara da yol açabilir. Bu aile için demiyorum ama bu davranış bir bakıma ateist temelli bir yaklaşımdır. Doğan çocuğa isim vermemek, onu doğduğu cinsiyet üzerine yetiştirmemek gibi bir takım uç noktalara kadar varabilecek bir yaklaşımın kapısını aralayabilir.
GÖZ HAKKI
Bir mor salkım vardı ekilmeyi bekleyen. İki gündür apartman girişinde öylece duruyordu mor salkım bir avuç toprağın içinde. Bir sabah daire kapım çalındı. Aşağıdaki komşumun annesi, teyze karşımda duruyordu. Memleketleri Tokat’a gideceklerini bu arada mor salkımı çok sevdiklerini acaba köydeki evlerinin bahçesine ekmek için kendisine verip veremeyeceğimi sordu. Öyle ya göz hakkıydı. Gözünde hakkı var mıdır demeyin? Göz Allah’tan bakan bir pencere değil midir? O göz, Hak değil midir? Verilmeliydi elbette. Demek ki Tokat ellerinde ekilecekmiş o topraklara, gelin gidecekmiş mor salkımlı yeşil yapraklar. Sarılacakmış sevdiği ağaca kavuşacağı yer ezelden belliymiş. Eşim önce itiraz eder gibi oldu; haklıydı. O ağaçlarından ayrılmak istemez evlat gibidir, zordur onun için. Ama göz Hakkıdır dedim tamam dedi ikiletmedi. Bembeyaz bir panelvan aracın arkasına yerleşti kaderine razı gitti mor salkım.