Bugün salgın sonrasında dünya sisteminde gerçekleşmesi muhtemel siyasi ve iktisadi değişimlerden bahsetmek istiyorum.

Sevgili okuyucularım, üç yazıdır adeta bir felaket tellalı gibi salgının atlatılmasından sonra gelecek büyük krizden bahsediyorum. Bu canınızı sıkmıştır muhtemelen. Ancak bildiğiniz gibi “Her şerde bir hayır vardır!” Bugün salgın sonrasında dünya sisteminde gerçekleşmesi muhtemel siyasi ve iktisadi değişimlerden bahsetmek istiyorum. AB nereye gidecek? ABD küresel hâkimiyetini kaybedecek mi? Dünyada sol yükselecek mi? Yükselecekse nasıl bir sol? Milli devletler ve küreselleşme ilişkisi ne olacak? 32 kısım tekmili birden bu yazıda! Haydi başlayalım…

AB NEREYE GİDECEK?

Burada birçok defalar AB’nin ölü doğmuş bir proje olduğunu yazdım. İkinci Dünya Savaşı sonrasında yıkılmış Avrupa’yı düşman kardeşler Fransa ve Almanya’nın ittifakı etrafında birleştiren ve ABD’nin küresel çıkarları doğrultusunda yeniden tasarlayan bir proje ile başladı. İlk önce serbest ticaret bölgesi, daha sonra gümrük birliği olarak bir entegrasyon sürecine girildi. Buraya kadar sorun da yoktu. Özellikle “kıyamet alameti komünistlerin” şerrinden kaçan Avrupa’nın yorgun ama zengin milletleri için bir sığınma yeri konumundaydı. Daha sonra Ortak Pazar aşamasına geçildi. O zaman ki adı AET idi. Sorunlar tam da burada çıkmaya başladı. Çünkü Ortak Pazar sadece mal ticaretinin serbestleşmesini değil, aynı zamanda, sermaye ve emek hareketlerinin de serbestleşmesine yol açıyordu. Teknik olarak eğer Ortak Pazar’daki bütün ülkeler aynı teknoloji düzeyindeyse fakir ülkelerden iş gücü fazlası zengin ülkelere, zengin ülkelerden sermaye fazlası da fakir ülkelere kaçar. Bu sebeple Ortak Pazar için de ülkeler arası gelir eşitliği zamanla sağlanır. Ancak teknoloji ve beşeri sermaye farkları bulunuyorsa iş değişir. Ortak Pazar içindeki yüksek teknolojili zengin ülkeler daha zenginleşirken diğerleri de daha fakirleşir. Bunun çözümü için Birlik içinde ortak para ve maliye politikası uygulanmalıdır. İşte bu aşama ekonomik birlik aşamasıdır ki, AB ile bu amaçlanmıştı. Ne yazık ki ortak para politikası yarım yamalak işlemektedir. Ortak maliye politikası ise hiç yoktur. Üstüne üstlük NATO’nun ve ABD’nin talebiyle birçok gelişmişliği ve birliğe uyumluluğu sorunlu Doğu Avrupa ülkesi sisteme alınmıştır. Sonuç olarak ülkeler arası eşitsizlik daha büyümüştür. AB Almanya’nın diğer Avrupa ülkeleri lehine güçlendiği ve zenginleştiği bir yapıya dönüşmüştür. Milli devletler çözülmüş ve zayıflamıştır ama AB kurumları onların bıraktığı boşluğu da dolduramamıştır. Bugün koronavirüs karşısında AB ülkelerinin aldığı içler acısı hal, tesadüf değildir. Önümüzdeki süreçte AB’nin kaçınılmaz olarak dağılacağını düşünüyorum. Böyle söyleyince, hemen bazı arkadaşlarım “Avrupalılar hayatlarından çok memnun, refahları yerinde! Niye AB çökecekmiş?” diye soruyorlar. AB’nin dağılması demek Avrupa’nın fakirleşmesi demek değildir. Zaten Avrupa ülkeleri arasındaki bağlar da hepten kopmaz. Ancak, bence Avrupa’da ortak para birimi sorgulanacak ve ülkeler arası serbest dolaşım ilkesi kaldırılacaktır. Bu da fiilen yeniden Gümrük Birliği’ne dönülmesi anlamına gelir. Aynı zamanda İtalya ve İspanya gibi ülkelerde de ayrılık rüzgârları kuvvetlenir. Yeniden Milli Paraların basıldığı Avrupa düşünülünce Avro’ya yapılan yatırımların uzun vadede şüpheli olduğunu söyleyebilirim.

ABD’NİN HAYAL EKONOMİSİNİN SONU

ABD’nin kendi silah gücü ile kurduğu para sistemi ve bu para sisteminin yarattığı finansal gücü ile kurduğu siyasi yapı aslında hiçbir gerçek üretime dayanmaz. ABD firmaları üretim yaparlar, hem de büyük ölçekli üretim yaparlar. Ancak, bu sadece kendi iç pazarlarına yöneliktir. Pekiyi, bir küresel güç olan ABD dünyaya ne satar? Para, Hollywood film ve dizileri, sanal dünya, uyuşturucu ve silâh… Bunların ortak tarafı hayaldir. Bugün FED tarafından basılan doların değeri sadece hayalidir. Dolar gücünü dünya finans sisteminin dolara duyduğu güvenden almaktadır. Bu güvenin arkasında ise emperyalist gücün tehditleri karşısında duyulan korku vardır. Saddam’ın, Kaddafi’nin sonları dolardan vazgeçmenin bedelini dünyaya göstermiştir. Hollywood zaten şehvet ve şöhreti paraya çeviren ve dünyaya Amerikan rüyası satan bir üçkâğıtçılar topluluğudur. Adamların tarihi yok, olsun: Dünyaya Warner Bros’un hayali kahramanlarını sattılar, vahşi batının haydutlarını tarihi kahraman olarak sundular. Internet ve bütün sanal dünya bizatihi hayal âlemidir. Gerçek bir karşılığı yoktur. Buradan CIA’in güdümündeki yeni bir zengin sınıfı yarattılar. Uyuşturucu ise bizatihi hayal görme aracıdır. ABD’nin sattığı tek gerçek mal silahtır: Bu da diğer ülkelerdeki güç ihtirası ile kavrulan diktatör ve sultanlara satılır. Koronavirüs bütün bu hayal dünyasının ipliğini pazara çıkardı. ABD’nin nasıl bir kâğıttan kaplan olduğunu gösterdi. “ABD’nin iki metrelik bir cüce” olduğunu dünya âlem gördü. 4 Ocak 2019 Cuma günü YeniBirlik’te yazdığım “2019 Yılında Yurtta Ve Dünyada Ekonomik Görünüm - I Neo-Liberal Sistemin Çöküşü” adlı yazıda aslında bu hala sisteminin bittiğini söylemiştim. Dünya sanki hiçbir şey olmamış gibi çılgınlığa – Neo Liberal Sisteme devam etti. Sonuç ortada: Allah’ın gönderdiği canlı bile sayılmayan bir hücrecik (koronavirüs) hepimizin ve başta da ABD’nin nasıl hayallerinin tutsağı olduğumuzu gösterdi.

ABD hemen yıkılmaz. Ama hızla gücünü ve etkisini kaybedecektir. Yirminci yüzyıl nasıl Britanya İmparatorluğunun sonunu getirdiyse, yirmi birinci yüzyıl da ABD’nin sonunu getirecektir.

DÜNYANIN İHTİYACI SOL MU? ÖYLEYSE NASIL BİR SOL?

Neo liberal sistemin harikalar kumpanyası sona erecek deyince, ister istemez sorulan soru şudur: “Yeniden sol mu yükselecek?” Eğer kendi temel değerlerine ve dünya görüşüne ihanet etmeyen bir sol hareket çıkarsa belki… Ancak bugün dünyada sol, aslında on dokuzuncu yüzyılın liberallerinin ve burjuvalarının savunduğu görüşleri savunmaktadır. Nedir bunlar: İnsan hakları (bunlara hayvan hakları, azınlık hakları ve homoseksüel haklarını ilave ettiler, DMD), özgürlük (her türlü toplumsal değer ve normdan azade serbest yaşam anlamında, DMD), millet karşıtlığı (millet kavramının geriliği ve bireylere baskıyı temsil ettiği anlamında, DMD) ve devlet düşmanlığı (devletin insanların özgürleşmesini engelleyen bir baskı aracı olduğu anlamında, DMD). Bunları Ricardo, Mill, Hayek ve bizde de Besim Tibuk savunsa anlarım da, kendine solcu diyenlerin savunmasını anlayamam. Evet, dünyanın bir sola ihtiyacı vardır, ama Kasabanın Şerifi’nden nemalanan çakma sola değil, gerçek sola ihtiyacı vardır! Bu nedir: Üretimi, emekçi haklarını, ortaklaşa yaşam ve karar almayı, paylaşım ve dayanışmayı önceleyen ve uluslararası sistemi de bu değerler etrafında yeniden kurma iddiasında olan bir sol! Bu sol aynı zamanda dini kurumlarla barışmalı ve yıkıcı / ihtilalci söylemini de bırakmalıdır. Yoksa geçen haftaki yazılarımda yazdığım gibi mevcut küresel sistemin ulusal boyutta minyatürleri bütün ülkelere egemen olur ki, bu, Koronavirüs’ten daha tehditkârdır.

Bu veriler ışığında söyleyebiliriz ki, küreselleşme süreci yıkılmayacak. Ancak oyuncu değiştirip devam edecek. Küresel ekonomi ve siyaset arenasında büyük küresel örgütlerden ve küresel firmalardan ziyade Milli Devletler at oynatacak. Bu milli devletler de ya Putin tipi otokratik yapılara ya da Trump tipi popülist oligarşilere dönüşecek. Bunun tek alternatifi olabilir: Din ve halkın geleneksel değerleriyle çatışmayan ve emekçi haklarını önceleyen barışçı bir sol hareket.

Pekiyi Türkiye’de ekonomi, toplum ve siyaset ne olacak? Eskisi gibi devam edebilir mi? O da pazartesiye kalsın…

Hayırlı Cumalar.