Körfez'de bir süredir ilginç gelişmeler oluyor. Mayıs sonundan itibaren art arda sonradan doğruluğundan emin olamadığımız haberler geldi. İ
Körfez’de bir süredir ilginç gelişmeler oluyor. Mayıs sonundan itibaren art arda sonradan doğruluğundan emin olamadığımız haberler geldi. İlk haber BAE’nin ABD liderliğindeki çok uluslu Müşterek Deniz Güçleri’nden (MDG) çekilme kararı aldığı yönündeki haberdi. MDG, Birleşik Krallık, Fransa, Almanya, Suudi Arabistan ve Katar gibi Batı’nın ve bölgenin ağır toplarını içerisinde barındıran bir ortak güvenlik kuvvetti aslında. ABD dahil Batılı donanmaların ve silahlı kuvvetlerin bölgede önemli üstleri olduğu için, ABD’nin Körfezin güvenliğini yani Körfez petrol ve fosil kaynaklarının pazara ulaşmasını sağlamak gibi bilinen ama giderek muğlaklaşan bir görevi olduğu için böyle bir kuvvettin kurulması, Körfez enerjisinde ve güvenliğinde çıkarı olduğunu düşünenler arasında bu şekilde bir arada çalışabilme tesis etme çabası şaşırtıcı değil. Ayrıca bilenler bilir Avrupalıların ve AB’nin, ABD’den bağımsız olarak Körfez ile ilişki geliştirmek, Körfez’in güvenlik sağlayıcılarından biri olmak için çabaladıkları 1980’lerden itibaren geçen çok kritik bir süre var. Hiçbirimiz için sürpriz olmayacak AB, burada da Körfezle ilişkileri yoğunlaştıralım diye yola düşen kervanın en gerisinde kalmayı başarmış durumda, bu yüzden bazı AB üyesi ülkelerin Körfez ile geliştirdiği özel ilişkiler (üs sahibi olmak, buralara silah ve kritik teknoloji satabilmek, MDG gibi kollektif güvenlik kuvvetlerinin parçası olmak), Avrupalılara hala sahada olduklarını hissettiriyor. Kısaca MDG sadece işlevi açısından değil Batı-Körfez ilişkisinin kendine özgü, özel – çok çok yakın doğasını bizlere hatırlatmak adına da sembolik önemi haiz bir misyon.
İran’ı caydıramamak
Bunların ötesinde kâğıt üzerinde yazılı olmayan ama herkesin ilk aklına gelen işlevi, yani Körfezdeki ticari gemilere yönelik İran tehdidini caydırma işlevi Batı ve Körfez’in bir dönem neredeyse ortak gündemini oluşturuyordu. İran’ın artan donanma varlığı (sadece devletin değil Devrim Muhafızlarının da sahip olduğu donanma kabiliyetleri) “İran tehdidi” ibaresini kullananlar içerisinde bir süredir rahatsızlık kaynağı. İsrail basınında bu konuda nerdeyse hafta bazlı analizler, raporlar, endişe verici haberler çıkıyor -ki bu endişenin bazı gerçeklerin gözlenmesine dayandığını biz İsrail’in ünlü demir kubbesinin bir benzerini (C-Dome) deniz alanlarını savunmak için geliştirme gayretlerinden anlıyoruz. İran’ın kabiliyetlerde bir azalma söz konusu olmadığına göre BAE’nden gelen bu haber tam olarak ne gibi bir konjonktürel değişimi yansıtıyor doğrusu merak konusu oldu. Hoş, BAE gerçekten MDG’den çekildi mi, çekilmedi mi o da bir muamma. ABD’nin Bahreyn’de bulunan 5. Filosunun sözcüsü Komutan Hawkins, BAE’nin hala MDG’nin parçası olduğunu ama her misyona katılmadığını, katılmayabileceğini söyledi geçenlerde. BAE’nden zaten iki ay önce MDG’den çekilişlerinin nedeni ve niye bu çekilmeyi şimdi duyurduklarıyla ilgili bir açıklama da gelmiyor.
Sorun İran değil, ABD
Bir görüşe göre mesele Körfez- İran ilişkilerinden çok, BAE-ABD /Körfez-ABD ilişkilerinde yaşanan zig-zag ile ilgili. BAE, 2011 sonrası 2017-2019 döneminde zirve yapacak şekilde ABD’nin Ortadoğu gündemi ile uyumlu bir tablo sergiledi. Tam olarak ABD’nin peşine mi takıldı, yoksa uygun bir vekil olarak ABD gündemini BAE gündemini kollayan bir pozisyona mı getirdi bu kuramsal bir tartışma konusu. Her halükârda Biden ilk dönemini bitirirken Abu Dabi, ne kazanıp ne kaybettiğiyle ilgili genel bir değerlendirme yapabiliyor. 2011’den itibaren iddialı dış politikası, “küçük Sparta” olarak bilinmesi BAE’lerine operatif tecrübe ve farklı bölgelerde siyasi ve askeri olarak var olma deneyimi kazandırdı. Bu deneyim, Körfez’deki diğer aktörlerin Suudi Arabistan ve Katar’ın Yemen Savaşında ve Katar Ambargosunda yaşadığı farklı deneyimler sonrası ulaştıkları aynı kapıya çıktı: “kendi kanatlarımızla neden uçmayalım”. Bu noktada ABD’nin ve İsrail’in Körfez güvenliği için ürettiği formüllerin İran sorununu halledememesi de Körfez ülkelerinin özerklik arayışını tabi güçlendirdi. İbrahim Anlaşmaları imzalandıktan, Abu Dabi’ye F35 sözü verildikten hemen sonra Dubai’ye Yemen üzerinden füze yağması, sivil kayıplara uğranılması unutulmuş değil.
MDG’ye alternatif MDG
Dolayısıyla Mayıs ayında BAE’ne ait ticari iki tankerin İran tarafından alıkonulmasından duyulan rahatsızlığı Abu Dabi’nin ABD’ye iletmesi kimsenin gözünden kaçmamış. BAE’leri ABD’nin “güvenlik sağlayıcısı” görevini ciddiye alması gerektiğini duyururken – ki Mayıs ayının sonunda da biz MDG’den çekilmiştik zaten açıklaması geldi- Devrim Muhafızları Donanma Kuvvetleri komutanı Tuğamiral Tangsiri, Körfez’de güvenliğin yalnız ve yalnız İran tarafından sağlanacağını söylüyordu. Bilindiği gibi bugün bölgedeki atmosfer sadece diş gösterme üzerinden işlemiyor. İran ve Suudi Arabistan’ın el sıkışmış olması ABD’nin pek bir şey yapmadığı/yapamadığı Yemen üzerinden Körfez’in İran destekli milisler tarafından vurulma riskini azalttı, hatta şimdilik rafa kaldırdı. O nedenle taraflar birbirine bir kere diş gösterirlerse, üç kere öpücük gönderiyorlar. Haziran ayının başında İran basını Hint Okyanusunda güvenliğin sağlanması için çok uluslu bir donanma kuvveti oluşturulabileceği ile ilgili senaryoları deyim yerindeyse uluslararası topluma servis etti. Tahran’dan duyurulan senaryolar bu güce Suudi Arabistan, İran, BAE, Katar, Bahreyn, Umman, Pakistan ve Hindistan’ın katılacağı üzerinde duruyordu. İki-üç gün içerisinde uluslararası toplum bu senaryoya Çin’i de eklemek ihtiyacı duydu. Nasıl olsa Çin, kimilerinin deyişi ile bir “Ortadoğu anı” yaşıyor. Yani herkes Çin ile işbirliği yapmak istiyor, Çin bir güvenlik sağlayıcısı olarak ortaya çıkıyor ve Ortadoğu üzerinden verdiği mesajla küresel rolünü pekiştiriyor falan. Zaten konu Çin Dış İşleri Bakanlığı sözcüsüne de sorulmuş ve Wang Wenbin, Körfez’in güvenliğinin sağlanmasının Dünya barışının sağlanması için en mühim mesele olarak Beijing tarafından görüldüğünü söylemiş. Riyad da geçenlerde ABD ile Katolik nikahımız yok demişti. Bu sözü duyanlar Körfez’de zaten fazla Katolik yok notu düşerek aktardılar uluslararası basına. Ve tüm bunlar üzerine Blinken apar topar “ilişkileri normalleşme hedefiyle” Riyad’a uçtu, Körfez İşbirliği Konseyi ve DEAŞ ile Mücadele Uluslararası Koalisyonu Toplantılarına katıldı.
ABD, Körfez’de neden mutsuz?
Körfez-ABD ilişkilerinde daha çok da BAE-ABD, Suudi Arabistan-ABD ilişkilerinde normalleşme arayışı başlangıçta sadece iki mesele üzerinden okunuyordu: 1)- Batı’nın İran nükleer programını ve milislerini ve füzelerini engelleme işinde çuvallaması üzerinden ve 2)-Biden yönetiminin Suudi Arabistan’ı cezalandırmayı dillendirmesi, sonrasında Muhammed bin Selman ile yumruk tokuşturması üzerinden. Ama Körfez büyük güç rekabetinde taraf olmayı reddettikçe normalleşmenin geleceği başka meselelere endeksli hale geldi. Öncelikle Ukrayna savaşı ve Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlar konusunda Körfez’in Batı’nın talep listesini can kulağı ile dinlemediğini görüyoruz. Biden OPEC Plus’ı yani OPEC +Rusya platformunu Rusya yanlısı olmakla dahi suçladı. ABD’nin talebi açık: Washington, OPEC ülkelerinin petrol arzını artırıp küresel piyasalarda petrol fiyatının düşesini sağlamalarını ve böylece Rusya’nın gelirinin de düşmesini istiyor. Keza Rusya’nın başta BAE olmak üzere Körfez bankaları üzerinden işlem yaptığı, Körfez’de mülk sahibi olduğu ve özellikle BAE’nden askeri amaçla da kullanılabilecek sivil teknoloji -örneğin drone teknolojisi- aldığı söyleniyor. Washington tüm bunların durmasını istiyor. Abu Dabi, işin özünde “isteriz ama tam denetleme mümkün değil” demiş. Riyad’dan da Washington talebinin tersi, üretimin kısılacağı yönünde mesaj almıştı.
ABD’nin ayrıca Çin’in Riyad ve Abu Dabi ile kurduğu ilişkiden rahatsız olduğu da biliniyor. Gerçi Çin ile imzalanan ortaklık ve işbirliği anlaşması BAE düşünülürse 2018 tarihli. Yani rahatsız olmak için ABD’nin bu kadar beklemesi Çin ve Körfez’in ilişkilerinde gerçek bir ilerleme ummaması ya da ABD’nin geri dönüşü söyleminin çok göz boyayacağını düşünmüş olması ile açıklanabilir ancak. ABD, sivil ve askeri amaçla kullanılabilecek Çin teknolojilerinin Körfez tarafından satın alınmasından huzursuzluk duyuyor hatta bu nedenle F35 satışı ile ilgili sürekli bir sürünceme yaşanıyor-ki bize sorarsanız o uçaklar Körfez’e Körfez’e satılmış olarak iner mi, zannetmiyoruz- dahası Rusya ve Çin ile olan ilişkiler üzerinden bazı Körfez şirketlerine ambargo uygulanıyor. Kısaca klasik bir ABD müttefikliği hikayesi. Bu hikâyeye Körfez; İran, Rusya (Suriye), Türkiye ve Çin’le normalleşerek cevap verdi. Bu hafta sonu Türkiye’de yaşanan futbol diplomasisini (Türkiye-BAE ve bu fotoğrafa giren Libya) ve seçim sonrası tüm bölgeden (İsrail dahil) Türkiye’ye gelen sıcak mesajları bu pencereden okumayı unutmayalım.