Yeni Suriye gerçeğini tartışmaya uzun süre devam edeceğiz. Bugün durduğumuz noktada iyimserler ve kötümserler farklı Suriye geleceklerine odaklanarak tartışmalara katılıyorlar.

Oysa bugün için net olarak bildiğimiz iki şey var: İlki farklı aşamaları olan bir geçiş sürecinde oluşumuz ve ikincisi artık eski Suriye gerçeğinin var olmadığı. Bu ikinci husus iyimserlerin eline tartışmalarda bir koz veriyor, zira eski Suriye gerçeğinde Suriye de-facto olarak bölünmüştü. Esat Rejimi, kendisini kurtaran pek çok manevrayı yapmış, bazı aktörlerle önemli tavizler vermiş olsa da Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamayı başaramamıştı. Rejimin temel dayanağı İran ve Rusya da Suriye’nin bölünmüşlüğünü değiştirmeyi başaramadılar. Rejimin kendisinin çok güçsüz olduğu son yıllarından bahsederken İran ve Rusya’nın da güçsüzlüklerinden dem vurmak adetten oldu. Gerçekten de Moskova, uzayan ve kendisi için çok önemli olan Ukrayna savaşına odaklanmak zorunda kaldı ve Suriye’yi çok kırılgan bir yarı-statükoya emanet etti. İran ise direniş ekseni için son derece zor bir mücadelenin içerisine daldı. Direniş ekseni, bu mücadelede, ne kadar güçlendiğini, nasıl kabiliyetler elde ettiğini sergiledi ama ne Tahran ne de eksenin halkaları gerekli olan caydırıcılığı kurmayı başaramadılar. Sonuçta güvenlik ikilemi ve dengelemenin basit kuralları işledi ve hedef olup, vekalet harbi verdikleri sahalarda sınırlandılar. Ama Tahran ve Moskova’nın başı bu kadar dertte değilken de Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamaya güçleri yetmemişti.

Oldu-bittinin ötesinde bir atmosfer

Bu basit gerçek, bugün baktığımızda, geldiğimiz noktayı anlamamızı sağlıyor. İran ve Rusya, aslında, hedefledikleri kalıcı dengelemeyi Suriye özelinde yapamadılar ve sonuçta Suriye’deki denge tüm Ortadoğu için önem kazanmaya başladığında başka aktörler yeni dengenin tutucusu haline geldi ve Suriye’de statüko değişti. Bu aslında Suriye’nin bölünmüşlüğüne dayalı statükonun da değiştiğini gösteriyor ki iyimserler buradan yola çıkıyorlar. Bir de şuradan yola çıkıyorlar. Geçiş süreci ve statükonun değişimine öncülük eden aktörler bu sürece hazırlanmış görünüyorlar. Yani yukarıda bahsettiğimiz kurulmak istenen dengenin aslında kurulamıyor olduğunu, bir ara çözüm işlevine sahip olduğunu ve statüko-statüko karşıtı kuvvetlerin var olan/muhtemel zafiyet ve güçsüzlüklerini birileri analiz edip, yeri geldiğinde statükonun istenmedik biçimlerde değişmesi ihtimaline karşı (-ki bu ihtimal İsrail Hizbullah’a karşı başarılı operasyonlar yapınca ufukta belirivermişti) gerekli tedbirleri aslında almış. Bir oldu-bitti ve oldu-bittilerin yol açabileceği kaos ortamından farklı bir atmosfer var bu yüzden havada. Sahada varlık gösteren aktörlerin, başta da geçiş hükümeti ve muhaliflerin, ayrıca bu atmosfere uygun davranmaya hazır oldukları da görülüyor.

Şam’daki yeni tablo

Halep’te verilen resim, Hristiyan-Müslüman Arapların yan yana Yeni Yıl/Noel kutlamalarına hazırlandıkları tablosu bir kamuoyu destek çalışması olarak görülebilir. Ama Şam’dan uluslararası kamuoyuna yansıtılan tablo Halep tablosunu tamamlıyor. Dolayısıyla tamamen yüzeysel bir kamuoyuna seslenişle karşı karşıya değiliz. Geçiş süreci ile ilgili üzerinde anlaşılmış ilkelere destek vermek ve bu konuda geçiş sürecini yönlendiren aktörler arasındaki tutarlılığı vurgulamak için düşünülmüş bir tablo karşımızda var. Herhangi bir sapmanın olmaması da iyimserleri tutarlılığın, bir tür kontrol ve disiplin üzerine dayandığı konusunda daha da iyimser düşünmeye itiyor. Hatırlanacaktır süreç ilerlediğinde Halep ve Şam’daki haleti ruhiyenin aynı olamayabileceği konuşulmuştu. Bugün yapılan açıklamalardan anlıyoruz ki Şam’ı hareketlendirebilecek aktörler, Rusya ve İran süreç konusunda direnmemeye ikna edilmiş ya da ikna olmak mecburiyetinde kalmış. Bu noktada gelecekte Şam’ın yeni merkezi ile öyle veya böyle temasta olmayı tercih etmeyi önemsediklerini de düşünebiliriz (daha önceki yazılarımızda da belirtik, aslında yeniden temas kurma, müzakere yapma hatta anlaşma konusunda Rusya, İran’a göre çok avantajlı. Rusya Rejimin korunması sürecinde muhaliflerin canını çok yakmış olsa da sonuçta dışarıdan bölgeye/Suriye oyununa dahil olan bir aktör. Cezalandırma adımlarını ideolojik olmaktan ziyade pragmatik olmaya kaydırma şansına her zaman sahip. Muhaliflerle ve geçiş hükümeti ile kavga etmemeye karar vermesi de bu açıdan elini güçlendiriyor. Öte yandan İran, tüm dezavantajlarına rağmen, bir süre sonra yeni hükümet ile ilişkilerini kendi olası kabiliyetleri üzerinden tekrar değerlendirecektir. Sınır ötesi derinliği sınırlandırılmış ama hayatta kalan bir İran rejimi ile karşı karşıya kalırsak Suriye’de Taliban’a karşı Afganistan’da uyguladıklarına benzer bir formülü uygulamayı düşünenler olacaktır.) Ama Şam’da her şey elbette İran/Rusya etkisinden ibaret değildi ve herkes de uçağa atlayıp soluğu Moskova ve Dubai’de almadı. Dolayısıyla Şam’da çizilen tablonun Halep’ten, Hama’dan verilen resmi tamamlaması son derece önemli. Katar ve Türkiye’den sahadaki aktörlerle temasta olabilecek istihbarat şeflerinin Şam sokaklarında gazetecilerle, halkla, geçiş hükümeti mensupları ile yan yana rahatça gezip küçük sohbetler etmesi, tüm bu manzaranın Rejim devrildikten üç beş gün sonra ortaya çıkması son derece anlamlı. İyimserler, bu tabloya Arap aleminden ve ABD’den fazla bir itiraz gelmediğini de not ediyorlar.

Ankara-Arap devletleri hattı

Arap Birliği olsun, Arap yönetimleri olsun bugüne kadar Türkiye’nin Suriye’deki varlığını dışlayan bir tavır içerisine de zaman zaman girmişti. Bugün gelinen noktada kimse Ankara’nın Suriye’nin geleceği için oluşacak masaların en önemli parçalarından biri olacağını yadsımıyor gözüküyor, yani Ankara Suriye dengesinin bir parçası olarak kabul ediliyor. Türkiye-Katar iş birliği bu çerçevede elbette önemli, ama bu kabul edişin üç daha önemli nedeni var görünüyor: 1) Sahadaki gerçeklik, 2)-İsrail’in bölgede atacağı adımlardan emin olmama hali 3)-Trump dönemindeki belirsizlikler karşısında (özellikle İran ve İsrail politikası bağlamında) Türkiye’nin Ortadoğu dengelerinde provokatif olmayan bir dengeyi savunması halinde Arap dünyası için bir çeşitlendirme alanını temsil etmeye devam edeceği beklentisi yüzünden. Öte yandan ABD, Suriye’nin bölünmesinin en önemli faktörlerinden biri, buna rağmen Biden yönetimi Suriye’deki gelişmelerden şok olmuşa benzemiyor. Trump başa geldiğinde belirli stratejilerin daha keskinleşebileceği (İran karşıtlığı- ki Trump’ın İran’ın İsrail tarafından vurulmasına yeşil ışık yakacağı son bir haftadır yazılıp çiziliyor- ve PYD’nin terkedilişi) düşünülüyor ve bunlar gerçekleşip pazarlık marjini düşmeden önce Washington mümkün olduğunca çok somut adım atıp sahayı kendi ABD vizyonlarına daha yakın hale getirmek istiyorlar. İyimserlere göre, bu şu demek ABD hem geçiş hükümeti ile hem de Ankara ile pazarlıklara hazır.

PYD/YPG meselesi

Bu pazarlıkların en önemli ayağının PYD olduğuna/olacağına dair Türkiye’de kamuoyunda bir beklenti var. Ayrıca üç husus Ankara’nın bu tür bir pazarlıkta ABD ve başka aktörler karşısında pazarlık gücünü de artırıyor. İlk husus, Tel Rıfat ve Membiç’in SMO tarafından terörden temizlenmiş olması. Ayn-al Arap’daki durum belirsizliğini korumakla birlikte Tel Rıfat ve Membiç Türkiye açısından son derece önemliydi ve buralarda PYD’nin sınırlanması sahada gerçekleşti. İkinci husus, PYD’nin Arap muhalefetle karmaşık bir ilişkisi olması. Araplar, PYD’nin vekalet savaşına nasıl bulaştığını ve belirli alanlarda demografik değişimi nasıl bastırdığını unutmuş değiller. Deyri Zor’un muhalefet tarafından kontrol altına alınmış olması muhalefet ile PYD arasında PYD’nin yansıtmak istediği gibi bir uyuşma/anlaşma olmadığını da gösteriyor. PYD kuzeyde Türkiye ve SMO ile güneyde muhalifler ve geçiş hükümeti ile çatışmak zorunda kalırsa tek başına bu cephe savaşlarından canlı çıkamaz. ABD/İsrail’in PYD’ye istihbarat ve mühimmat sağlaması bir zorunluluk ama işte Trump geliyor ve Trump PYD’ye sevkiyatı kesebilir. Netanyahu hükümeti ise İran’a karşı ya da Suriye’de bir vekil olmadan hareket etmeyi daha önemsiyor görünüyor. Üçüncü husus belki de en önemlisi: Geçiş yönetimi adına konuşan isimlerin PYD noktasında Türkiye ile uyumlu mesaj vermeyi tercih etmeleri. İki konudaki uyum özellikle manalı. Öncelikle hem Türkiye hem de geçiş hükümeti PYD’nin Suriye’deki Kürtlerin temsilcisi olduğu gibi bir noktadan hareket etmediklerini görüyoruz. Kürtler ve YPG/PYD’nin farklı olduğunu Ankara da Yeni Şam da vurguluyor. Şam’a göre Suriye’de hükümet dışında silahlı bir grubun varlığına müsaade edilmeyecek. Zaten bu merkezi hükümet olmanın da bir gereği. Bu çerçevede PYD için kendini feshetme ya da dönüştürmeyle ilgili bir süreç başlayabilir. Türkiye, fesih ile ilgili şartlarını keskinleştirmiş görünüyor. Silahsızlanmanın dışında kadrosuzlaşma da bu sürecin parçası olmalı Ankara’ya göre. Suriyeli olmayan PYD mensupları Suriye’yi terk edecek, YPG/PYD’nin yönetici kadrosu Suriyeli olsalar dahi Suriye’yi terk edecek. Böylece Ankara, PYD’nin SDG gibi ABD tarafından dönüştürülmesi ve bunun bir fesih gibi Ankara’ya ve Yeni Şam’a satılması ihtimalini de düşürüyor. Türkiye, Şam isterse “sorunlarla baş etmesini sağlamak” için askeri destek verebileceğini de Savunma Bakanı’nın ağzından ifade etmiş durumda. Konjonktür uygun olursa iyimserlerin yanılması için bir neden yok, ama kötümserler burada bir şerh koşuyorlar ve ABD’nin PYD’yi kolay kolay terk etmeyeceğini düşünüyorlar. Ben genel olarak iyimser kategorisinde olmakla beraber ABD-PYD ilişkisinin de çok kolay kopacağını düşünmüyorum. PYD, ABD için şimdilik ve hala yararlı ve maliyetsiz bir aktör. Ama- ki bu büyük bir ama- Trump’ın aklındakilerini tahmin etmek zor. Trump, İsrail’e İran’ın iyice biçilmesi konusunda (çok mantıklı bir hamle olmasa da) destek verirse Suriye’nin bugünkü tablosunda PYD’yi çok önemsemeyebilir, zira öyle bir gelecekte Riyad ve Ankara’yı belli bir hatta tutmak çok daha önem kazanacaktır.

Yeni Suriye’ye doğru giderken önce iyimserlerin ne dediği ile ilgilendik. Bu uzun ve belirsizliklerin olduğu bir süreç. Konjonktür bize kötümserler ne diyor diye de bir yazı kaleme aldırabilir. Yazmamayı dileyelim, iyimser tabloda bölge için bir denge ihtimali var çünkü.