Bir süredir farklı vesileler dolayısıyla bu cümle kuruluyor. Bu cümlenin alternatifi “Avrupa’nın başı belada” da dilimize pelesenk oldu.
Zaten bu iki cümle birbiriyle yakından alakalı ama Avrupa’nın başına gelen/gelecek olan felaketler zincirinde Almanya’nın payına özel bir yer düşmüş durumda çünkü Alman siyaseti ve Almanya zor rastlanacak bir zayıflık döneminden geçiyor. 6 Kasım ABD seçimleri gerçekleşirken ve Avrupa’nın korkulu rüyası Trump, Avrupa merkez siyaseti için daha da korkutucu olan bir isim Elon Musk ile iktidara kol kola gelirken, Almanya’da hükümet düşüyordu. Sembolizm ancak bu kadar güçlü çalışabilir.
Hükümet düşüyor
Almanya’da hükümetin düşmesi, 16 Aralık’ta da Scholz’un güven oylaması alamaması ve Şubatta gerçekleşecek erken seçimlerin önünün açılmış olması kimseyi şaşırtmadı. Scholz ve Zeitenwende’sinin başarısız olduğu açıktı. Alman siyaseti bu başarısızlığı tartışırken nedense küçük resime odaklanıyorlar. Bu odak iki yola çıkıyor, ya Angele Merkel hala kıyasıya suçlanıyor, suçlarının en büyüğü de mülteci politikası. Dolayısıyla Almanya’nın baş ağrısının faturası ya mültecilere ya da işçilere kesilmeye devam ediyor. İşçiler ise faturanın adresinde “dikkat çalışanlar” ifadesi yazmasın diye gittikçe daha çok aşırı sağ ve solun mülteci karşıtı politikalarını benimsiyorlar. Ya da büyük ihtimal Almanya’nın gelecek Şansölyesi olacak Merz’in deyimi ile Scholz ve üçlü koalisyonu Almanya’nın yaşadığı en ağır ekonomik krize neden olmakla suçlanıyor.
Bu arada Sosyal Demokrat, Yeşil ve Liberaller arasında koalisyon hükümeti kurulduğundan beri beklendiği şekilde Hükümet, ekonomi politikalarındaki uyumsuzluk nedeniyle dağıldı. Scholz, koalisyon ortağı FDP lideri Lindner’i Maliye Bakanlığından kovarken aralarındaki uyuşmazlığın giderilemez olduğunu açıklamıştı. Lindner, sosyal kamusal harcamaların kısıtlanmasını istiyor. Ekonomiyi nasıl ittireceğini bilemeyen Sosyal Demokrat ve Yeşiller ise kaynak arayışı içerisindeydi. Yeşillerin önerisi zenginlere daha yüksek vergi kimsenin çok hoşuna gitmiyor dahası -tabi karşılaştırma için çok doğru bir zemin olmayabilir ama- bu öneriyi dillendirerek seçimlere giren Amerikan Demokratları işçi ve emekçilerden yeterince destek göremediler. Popülist olan halk bile iş paraya gelince sadece bir kesimin vergisinin yükseltilmesi üzerinden kısa dönemli yaratabilecek çözümleri akıllıca bulmuyor- ki sonun kadar haklılar. Avrupa standartlarında çalışma koşullarından (az mesai, yüksek ücret, sosyal haklar) taviz verilemeyeceğine göre (çünkü ilerlemeden ve kazanılmış zeminden kayba dönme kimsenin istediği bir şey değildir ve sosyal kalkışma olmadan bunu kitlelere kimse kabul ettiremez. Zaten önümüzde Fransa örneği var ve Fransa’da Macron ısrarına rağmen Fransızları Avrupalı olmaktan bir Amerikan/Çin işçisi gibi çalışmaya döndüremedi) halk, yeniden yapılandırma, alt yapının reforme edilmesi gibi cümleleri duyunca öfke krizlerine giriyor. Tüm bunların üzerine Scholz ve Lindner, Almanya’nın Ukrayna Savaşı’na mali desteği konusunda da anlaşamamıştı. Ukrayna’ya para niye akıyor, cümlesini ideolojik olarak meşrulaştırmaya çalışmak Batı demokrasisi içinde Musk gibi biri AfD ve İngiltere’de Reform Partisine desteğini açıklarken -ki Musk, Reform Partisi’ne maddi destek de veriyor- ne kadar mantıklı. Kısaca, ufak resime odaklandığımızda sadece sığ bir bakış açısına saplanmıyoruz, Avrupa’nın yumuşak karnı Almanya’nın neden kendini bu kısır tartışmalardan kurtaramadığını da anlayamıyoruz.
Zeitewende, neredesin?
Zeitenwende, aslında yerinde bir kavram ve stratejiydi. Scholz, Almanya ve Avrupa zihniyetinde köklü bir değişiklik yapma vaktinin geldiğini, çünkü küresel jeopolitikte büyük bir değişiklik olduğunu söylüyordu. Ancak Avrupa askeri ve ekonomik alt yapısında radikal bir değişim filan yapılmadı. Hoş, Avrupa ortak savunma politikalarının/ ortak güvenlik stratejilerinin geçmişini bilenleri sonuç şaşırtmadı. Avrupa’da radikal dönüşümleri vaat etmek gerçekleştirmekten her zaman daha kolaydır. 1 saniyede vaat eder, hatta kendinizi vaadin gerçekleştiğine inandırırsınız. Sonrasında gerçekleştirmek için 40 seneden fazla konuşur, sonuçta bir arpa boyu yol alamazsınız. Bu anlamda Zeitewende’nin sonunu, ironik bir biçimde Zeitewende konuşmasına sebep olanlar, yani Rusya ve ABD, daha bu konuşma yapılmadan getirdi. Yıllarca Schröder ve Merkel, Rusya'nın Avrupa ve Almanya ile çıkarlarını bu kadar karşıt hale getirebilecek bir saldırganlığı gerçekleştirmeyeceğini düşündüler. 2022 Ukrayna Savaşı başladığında Schröder lanetlendi, Merkel artık sahnelerde değildi. Ama Almanya Zeitewende konuşmasına kadar hiçbir şey yapmadı. Kimilerinin söylediği gibi, adeta bir devekuşu gibi başını toprağa gömdü ve birilerinin Avrupa güvenliğinin direksiyonuna geçmesini bekledi. Kim geçebilir ki, tabi Rusya’nın da muhatap olarak aldığı ABD, direksiyona oturdu. Avrupalıların başka bir seçeneği büyük ihtimalle yoktu, zira Rusya’nın nükleer caydırıcılığına karşı Avrupa’yı Amerikan caydırıcılığı olmadan korumanın imkanı yoktu. Alman karar vericiler, başlarını gömdükleri kumdan çıkarttıklarında Ukrayna Savaşı’nın çoktan başladığını ve ABD’nin peşine takılmak dışında bir seçeneğin kalmadığını gördüler. Bu sadece Rus tehditlerine açık olmak demek değildi, Kuzey Akım II’de ne olduğunun hesabı dahi müttefiklere sorulamadı. Alman siyasetçiler, kaynağı kimin cebinden çıkaralım, zenginlerin mi, işçilerin mi diye tartışırken, milyonlarca Euro Baltık denizine gömüldü ve Alman siyasetinin kara kutusunda üzerinde gık bile çıkartılmayan bir tabuya dönüştü. İngiltere, Avrupalıların peşine takılma stratejisini adeta sürükleme dönüştürecek eylemler yapabiliyor ama sonuçta AB siyasetinin parçası bile değil. Kısaca, peşine takılma, Avrupa/Almanya’nın adeta zorunlu kaldığı bir seçenekti, bu nedenle pazarlık gücü de çok düşük oldu. ABD, Rusya ve Çin ile ayrı bir mücadeleye girerken Avrupalılar ve Almanlar ucuz Rus gazına ve ucuz Çin iş gücüne hoşça kal dediler. Sonuç, Avrupalıların ABD ve Çin karşısında rekabet gücünü yitirmesiydi.
Ekonomik problem sadece ekonomik problem değil
Bu basit bir ekonomik sonuç değil. En son Draghi raporunda görüldüğü üzere Avrupa ekonomisi sadece Avrupa’yı ziyaret etmek isteyen turistleri eğlendiren ve onlara eğer satın alabiliyorlarsa lüks marka çantaydı, parfümdü, mantoydu satabilen bir çöle dönüştü. Artık küresel ekonominin lokomotifi araba motorları değil, kritik teknolojilere yatırım yapıp yenilik ortaya çıkartıp satabilenler Amazon, Google, Meta vb. Avrupalılar bu konuda havanda su dövüyor. Avrupa ekonomisinin son yirmi yılına damga vuran şirketler- ki hepsi Alman neredeyse- araba motoru üzerinde çalışadursun, Tesla atı aldı, köprüyü geçti. Çinliler, Avrupa pazarına girmek için Avrupa’nın kıyısında gezinirken ve demiryoluydu-dizel motordu eski teknolojilere Avrupalılardan daha çok yatırım yaparken, Alman şirketleri evdeki üretimin katlanılmaz maliyetini fabrikalarını Polonya’ya, Bulgaristan’a, Macaristan’a filan taşımakta buluyorlar. Bu bir zamanlar Avrupa’nın çeperinde olan ülkelerin yüzünü değiştiriyor tabi. Alman sermayesinin girişi buraları bugün Musk’ın Birleşik Sosyalist Cumhuriyetler Avrupası diye alaya aldığı fotoğraftan uzaklaştırıyor ama Almanya gibi merkez alanlar garip bir sorunlar yumağı ile karşı karşıya kalıyorlar. Sosyal devletin çözülmemesinin bir problem olarak tanımlanması, istihdam sorunu, yüksek maliyet, yüksek ücretler, konfora ve harcamaya alışmış nüfus. Alman halkının çözümü hem Avrupa Parlamentosu hem de eyalet seçimlerinde aşırı sağı desteklemekti. Bu destek aşırı sağ ve solu iktidara taşıyamadı yani gerçek bir iktidar sorumluluk alanı tanımlamadı onlara (kazanılan eyaletler hariç) ama memnuniyetsizliğin gerçek adresi haline getirdi. Musk- ki artık kendisi bir siyasi figür- doğrudan Alman halkına AfD için seslenebildiğine göre anlaşılan dış ilişkiler açısından da bu partiler giderek bir çekim merkezi oluyor. Dün, Putin Rusya’sının AfD üzerinden Almanya’nın iç işlerine karışacağından endişe ediliyordu, bugün Musk ve Trump’ın.
Bu arada pazarlık gücü düşük olduğu için Almanya, ABD’nin peşine takılma stratejisinden beklediği ödülleri de alamadı. Hatırlanacaktır Trump, giderayak Avrupa çelik ve alüminyumuna hatırı sayılır ek gümrük vergisi getirmişti. Biden yönetimi bu vergileri kaldıracak uygun ortamı 4 koca yılda bulamadı. Trump başa geldiğinde olabileceklerden korkan Avrupa’nın demir leydisi von der Leyen, Avrupalı liderlere şunu önermişti: “Daha çok ABD LNG’si alalım, daha çok Amerika menşeili gaz satın almamız Trump’ın hoşuna gider.” Bu atmosferde geçtiğimiz Cuma sabahını Trump’ın Avrupa’ya /Almanya’ya yönelik ticaret savaşı tehdidi ile açtık. Avrupalılar, gidip BRICS’e katılsalardı da aynı tehdide muhatap olacaklardı. Biden’ın sadık müttefiki olarak da aynı tehdide maruz kalıyorlar. Zeitewende, güzel isimli kavram, doğduğunda ölmüşsün sen!
Tüm bu çerçeve cuma akşamı Almanya’da Noel pazarına gerçekleşen saldırının çerçevesi. Saldırı 2016 saldırısını hatırlatan bir biçimde işleniyor, saldırganın kimliği ve duruşu çok karışık, Alman mülteci, sığınmacı, siyasi mülteci politikalarını sorgulamaya açtığından, Alman bürokrasisinin zayıflığını sergilediğinden, İslam karşıtlığı ve Nazi/AfD sempatizanlığı gibi Almanya toplumunun fay hatlarının etrafında dolaştığından bence çok basit bir saldırı değil. Saldırı ve saldırganla ilgili soruşturmadan ne çıkarsa çıksın Avrupa siyasetinin en zayıf halkası haline gelmiş Almanya’nın hedef alındığını görüyoruz. Alman siyaseti, yine devekuşu taktiğini benimsemiş ve küçük ekonomi-mülteci tartışmasına kendini gömmüş görünüyor. Bir mucize olmazsa Şubat seçimlerinden Muhafazakar Parti liderliğinde çoban salatası gibi bir koalisyon ve daha güçlü bir AfD çıkacak. Birileri Almanya’nın elinde pazarlık kozu olarak bugün ve yakın gelecekte doğru düzgün hiçbir şey olmadığının görülmesini istemiş olabilir. İstensin, istenmesin sonuç bu kapıya çıktı: Almanya’nın başı belada.