27 Kasım’da Suriyeli Muhalifler Saldırganlığı Caydırma adı altında bir operasyon başlattılar.

Pazar gününe geldiğimizde Muhalifler, Halep’in kontrolünü ele geçirerek son derece stratejik ve sembolik bir gelişmeye şahit olmamızı sağladılar. Sembolik zira, Halep 2016’da bir dönüm noktasını da temsil ediyordu. Hatırlanacaktır, muhalifler İdlib’e sığınmadan önce rejime karşı büyük ilerleme kaydetmişlerdi ve o zamanlar Rejim’in düşeceği konuşuluyordu. Rejim, o günlerde de İran ve Hizbullah’tan, İran destekli milislerden destek alıyordu ama muhalif güçlerin ilerlemesi durdurulamamıştı. Artık tutunamayacağını anlayan Rejim, Rusya’ya çağrıda bulundu ve Moskova sahadaki denklemi değiştirdi. Bu süreç sonucunda muhalifler lojistik ve savaşın ekonomik olarak sürdürülebilirliği açısından çok önemli olan Halep kentinden çıkmak zorunda kalmışlardı. Şimdi hem de adından da anlaşılacağı üzere savunmacı ve sınırlı bir operasyon çerçevesinde neredeyse 2-3 gün gibi kısa bir süre içerisinde Halep kontrol altına alınmış durumda. Operasyonun adı tam manasıyla değişmese de M4-M5 karayolları üzerinden saha gerçekliği ve harita değişmekte.

Tarih geriye sarıyor, bu sefer hedef devrim değil yeni Ortadoğu dengeleri

Bu olayın stratejik önemini bize anlatıyor zaten. 2019-20’den itibaren oluşmuş Astana ve İdlib süreçlerine de dayanan çatışmasızlık ve de-eskalasyon sınırlarının fiili olarak ötesine geçildi. Tabi süreçlere taraf olan aktörler süreçlerden çekilmiş değiller, bu da bize kimsenin pazarlık kapılarını kapatmak istemediğini anlatıyor. Ama, pazarlık hattının temel belirleyicisinin şu anda saha olduğu bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Sahada Halep’in savunmasının çok daha çetin olacağı düşünülüyordu, farklı grupların -PYD dahil çatışmalara taraf olması, Hizbullah’ın daha güçlü bir direnç göstermesi bekleniyordu. Temel belirleyici aktör olarak 2015’teki gibi Moskova’nın cevabı bekleniyordu. Oysa Rusya’nın müdahalesinin de sınırlı olduğu görüldü. Sahaya vekil güçler olarak PYD sürüldü ve belirli muhalif mevziler ve İdlib vuruldu (-ki zaten vuruluyordu, bu operasyon yaz aylarından itibaren İdlib’e yönelik artan Rusya/Rejim saldırılarını caydırmak için başlamıştı) ama Halep’in düşmesini engelleyecek bir hava saldırısının gerçekleşmediğini görüyoruz. En azından bu yazı kaleme alınırken durum buydu. Dahası beklendiği üzere Suriye Milli Ordusuna bağlı kuvvetlerin, PKK/YPG birimlerinin Tel Rifat’tan Halep’e doğru Suriye’nin kuzeydoğusunda bir koridor oluşturmasını önlemek için harekete geçtiği, Özgürlük Şafağı adı altında yeni bir operasyon başlattığı, Tel Rifat çevresinde bazı kritik noktaların ele geçirildiği haberi geliyor. Rusya’nın işler bu noktaya gelinceye kadar tam bir müdahale gerçekleştirememiş olması, İran ve Hizbullah’ın İsrail ve Lübnan sınırı ile uğraşmak durumunda kalması Suriye üzerinde bir tür “tarih geriye sarıldı, yeniden devrim başladı” algısı/duygusu oluşturuyor. Tarihin geriye sarılması için konjonktür olarak çok uygun bir dönemdeyiz. Bu sefer tarih geriye yeni pazarlıklar ve yeni Ortadoğu bölgesel dengeleri için sarılıyor.

Rejim’in güçsüzlüğü

Konjonktürel uygunluk için herkesin bahsettiği üç hususa tabi biz de değinmeliyiz. Öncelikle Suriye rejimi son derece güçsüz bir rejim, Arap devletleri ile normalleşme sürecinin Rejime ve ekonomisine bir şey kazandırmadığı görülüyor. Bu güçsüzlüğüne rağmen Anayasal süreçleri işletmek konusunda Rejim son derece isteksizdi. Muhalefete hiçbir şey vermemeyi sürdürdü, muhalif güçlerin daha da radikalleşeceği koşullarda yaşamasına ve ülkesi bölünmüşken İdlib’te muhalifleri ezip geçme hayalleri kurmaya devam etti. Muhalif ya da radikal kuvvetler olarak görülemeyecek Arap aşiretlerinin Suriye’nin genel halinden, demografik değişimden falan memnuniyetsizlikleri arada sırada nabız yoklaması eylemlere de dönüşüyordu. Sonuçta rejimin normalleşeceği ile ilgili beklenti iyice azaldı. Bu konuda iki kritik dönemeç var. İlki Ankara-Şam normalleşme sürecinin Ankara’nın isteğine rağmen bir türlü gerçekleşmemesi. Gerçi bu noktada ben esas kararsız aktörün İran ya da Şam değil, Rusya olduğunu düşünenlerdenim. Şam’ın zaten fazla direnecek bir gücü yoktu ve İran, Şam’ı kurtarmaktan daha büyük dertlerle uğraşmaktaydı. Dolayısıyla, normalleşmenin esas kolaylaştırıcısı olarak Rusya’ya çok iş düşüyordu. Moskova, hem kafası çok yoğun olduğu için, sürekli Ukrayna hattına bakmak zorunda olduğu için düzgün düşünemedi, hem de bir gün Türkiye ve ABD’nin bir gün sınırlı ve belki ilan da edilmemiş bir anlaşma içerisine girebileceği olasılığını göz ardı edemedi. Bu nedenle hep dediğimiz, Trump’ın gelişi öncesi Türkiye’nin Rusya ile Şam ile normalleşme sürecinin gerçek pazarlığını yapması mümkün olmadı. Bu opsiyonun önündeki ve bu arada Şam’ın gerçekten “normal” bir aktör olarak Ortadoğu’ya dönüşünün önündeki fırsat penceresi böylece şimdilik, tekrar açılıncaya kadar (açılırsa tabi) kapandı.

İkinci dönemeç, Suriye’nin İran-İsrail çatışmalarına taraf olmasıyla doğrudan ilgili. Suriye’nin güneyinin Hizbullah ve İran destekli milisler için stratejik derinlik sunduğunu bilen İsrail, bir yandan Suriye’yi vururken diğer yandan Rejim’in Hizbullah unsurlarını kontrol altında tutmasını (Rejimin gücünün çok ötesinde bir iş) ya da Hizbullah ile bağlantısını kesmesini (Rejimin yapabileceği bir iş değil) istiyordu. Rusya aracılığıyla İsrail Şam’ın nabzını da yoklamış olabilir- ki bu asıl Rusya’nın nabzını yoklamaktır. Ortadoğu’da Rusya ve İran arasındaki yakınlığın 7 Ekim’den itibaren arttığını, Ukrayna Savaşı semalarına taşındığını biliyoruz. Ayrıca İran için Suriye’deki stratejik derinliğin vazgeçilmez olduğunu biliyoruz. Kısaca Tel Aviv, nabız yoklamasından istediği cevabı alamadı ve Suriye üzerindeki baskıyı artırma sinyalini Netanyahu’nun ağzından verdi. Fakat tabi Rejim ve Rusya şöyle bir gerçeklikten yola çıktılar: İsrail de çok yorgun ve Gazze, Beyrut, Hizbullah, belki Batı Şeria, İran filan derken bir cephe daha açamaz. İsrail’in çok cepheli savaşında cephe sayısını artırarak gerçekten başarılı bir savaş vereceğine ben de inanmıyorum. Zaten, nihayetinde Suriye’deki gelişmeler de Lübnan-İsrail sınırlı ateşkesi ilan edilmişken gerçekleşti. Ama İsrail’in olaylar buraya geldikten ve Lübnan cephesi öyle ve böyle açıldıktan sonra Suriye’yi unutup denkleme öyle devam etmesi de beklenilebilir bir şey değil.

İran ve Hizbullah cephe sayısını artırabilirler mi?

Güçsüz rejimin uzun süre oyunda daha da güçsüz olarak kalacağını gösteren bu sinyallere İran ve Rusya’nın sınırlılıklarını ekleyelim. İran’ın sınırlılığını biliyoruz: İsrail ile bir yıpratma harbi içerisinde, yorgun. Hizbullah Lübnan’da direnişin hala ana aktörü ama İsrail’in saldırılarından çok büyük yaralar aldı. Komuta, kontrol ve istihbaratta zafiyetleri var. Bu İsrail’e karşı direnişini kırmıyor ama Hizbullah’ın da aynı İsrail gibi aynı anda birden fazla cephede mücadele etmesi mümkün değil. Lübnan direnişi birinci önceliği olacaktır. Muhalif güçler Halep’in ilerisine geçme sinyalleri verdiğine göre, muhakkak Hizbullah ve Şii milislerin Suriye cephesinde olabilecek çatışmalara karışmasını bekleyebiliriz. Ama bu Hizbullah, artık 2016’daki Hizbullah değil. Lübnan’da ateşkesle beraber hem Hizbullah’ın hem İsrail’in zafer ilan ettiğini gördük. İki taraf da zafer ilan ediyorsa, iki taraf da tam kazanamamış demektir. Hizbullah, Lübnan’da direnişi sürdürürken ve Direniş Ekseni’nin temel meselesi İsrail ile mücadeleyken Suriye’de sahada kimi, nereye kadar sınırlayabileceklerini göreceğiz. Rusya denetimindeki PYD’nin sahaya sürülmesi bile bu noktada sınırlılıkları gösteriyor. Bu arada İran ve Rusya’nın Suriye’de sınırlanması, PYD gibi vekillere gerçek “başarılı patronun” kim olduğunun gösterilmesi ABD’nin hoşuna da gider. O kadar hoşuna gidebilir ki bir yerlerde dengeyi tutsun diye Trump yönetimi Ankara ile anlaşma sinyalleri bile verebilir. Görünüşte ABD’nin PYD’yi desteklemekten vaz geçmeyeceğini düşünüyorum ama Trump yönetimi için PYD sadece bir vekil ve esasında Ortadoğu’da bazı aktörleri sınırlandıracak bir dengeye ihtiyacı var- ki hem bu aktörlerle hem de onların rakipleriyle karlı pazarlıklar yapabilsin. Bir çuval incir PYD yüzünden yerle bir edilemeyeceğine göre PYD’ye vaatler devam ederken çuvalın ipi Ankara’nın eline geçebilir. Bu süreçte PYD bazı stratejik hatalar da yapabilir. Tel Rifat, bu yüzden önemli bir pozisyon. Tel Rıfat’ın ABD ile bir ilgisi yok ama Rus destekli vekillerin sınırlanıp sınırlanmadığını göstermek bakımından önemli bir nokta.

Rusya…

Rusya, Trump ile pazarlığa hazırlanıyor. Ukrayna hattı pazarlığın ilk kurulacağı alan gibi görünüyor. Bu alanla ilgili üç gerçeklik Rusya’nın her şeyden çok Ukrayna’ya bakmasını zorunluluk haline getiriyor. İlki Trump/Vance/Kellogg’un bundan önce dillendirdikleri barış planları kim nereyi kontrol ederse ateşkes/barış sonrası o hattın bir çeşit nihaileşmesine dayanıyor. Rus ordusu yorgun ama Ukrayna ordusu da çok yorgun. Burada Moskova’nın bir fırsat penceresi yakaladığını düşündüğünü biliyoruz. Bu yüzden Kuzey Kore askerleri Kızıl Meydan’da gezdikten sonra Ukrayna Savaşına duhul olacaklar. Ukrayna’da Rusya’nın savaşı kazançlı bitirme şansı var. Ukrayna’da kaybetme gibi bir lüksü ise hiç yok. Artık Nükleer doktrini nedeniyle de yok. El yükseltme ve risk alma üzerinden Moskova mümkün olduğunca çok kazanç elde edip, Savaşı bitirecek pazarlığı oradan yapmak istiyor. Nükleer tehdit ve caydırıcılık bu kazancı garanti eden araçlar olarak görülüyor ama eğer Rusya gerçekten Nükleer bir savaş başlatmak istemiyorsa (ki bence istemiyor) oyunu iki ay boyunca akıllıca ve yaratıcı ara çözümler bularak oynamak zorunda. Tüm aklını buraya verirken Suriye’de kazançlı bir strateji geliştirmesi zor. Kayıplarını kontrol edebilecek bir strateji geliştirebilir ama -ki bu tür bir stratejinin ön koşulu sadece Rejime odaklanmaktan geçmiyor, başkaları ile (ABD ile, Türkiye ile, İsrail ile vb) pazarlık üzerinden geçiyor. Rusya, ABD ile Ukrayna’da pazarlık ederken, Türkiye ile de Karadeniz’de işbirliği alanlarını kaçırmamaya çalışacaktır. Bu iki aktör Karadeniz dengesi rejimi içerisinde birbirine karşılıklı olarak bağlı. Dolayısıyla Rusya, Ukrayna ve Suriye pazarlığını birlikte sürdürmek zorunda. Bu Moskova’nın cezalandırma/kuvvet kullanma arzusuna bazı sınırlılıklar getiriyor haliyle, pazarlıklarda da Ankara’nın bağlantı (linkage) stratejisi izlemesi daha kolay hale geliyor.

Şu anda Suriye’de vekiller vekillerle dövüşüyor. Saha pazarlığın sınırlarını ve gelecekteki Ortadoğu denkleminin bir ayağını belirleyecek. Yeni bir kazananlar listesi de ortaya çıkabilir. Daha ilk aşamada ise temel belirleyici sahada birbirine karşı güç kullananların kabiliyetleri ya da direniş güçleri olacak.