Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. 5 Kasım’da ABD Başkanlık Seçimleri gerçekleşecek, bir galibi ve bir mağlubu olacak.
Her ne kadar seçimler kafa kafaya diyebileceğimiz yakınlıktaysa da salıncak eyaletlerde Trump’a meyleden hatta meyilden öte Trump’ı desteklemesi muhtemel gözüken seçmen desteği Cumhuriyetçi Parti’nin yarışı önde bitirebileceği sinyalini veriyor. Hala, marjı azalsa da, kararsız seçmen de var ve salıncak eyaletlerde farkın yüzde 1’den az olduğu noktalarda oy kullanırsa etkili olabilir. Bu seçimler ABD için önemli ve sıradan Amerikalının hayatında – reel düzeyde değilse de kültürel-politik düzeyde- fark yaratacak. Zaten seçimlerin ne orta sınıfla ne de dış politikayla ilgili olmadığını, seçimlerin doğrudan ABD içindeki kültürel bölünmeyle ilgili olduğunu düşünenler var. Trump’ın yeniden bir “kültürel iktidar” objesi olarak Beyaz Saray’da yükselmesi, olursa, bence ikonik bir an olacak. Biden’ın geçtiğimiz hafta “çöp” olarak değerlendirdiği Amerikalıların seçtiği başkan, üstelik yanına uzaya gönderdiği küçük oyuncakları olan muhafazakâr milyarderleri de alarak müesses nizamın canına okumak için geri dönüyor. ABD’yi beltway ‘den yani ABD elitinin liberal değerler övgüsü üzerinden okuyanlar için “çöplerin yükselişi” adlı kıyamet-benzeri bir tablonun önündeyiz. Tabi Amerikan halkının yarısını ve ABD ekonomisinin işçi-işveren önemli bir kesimini çöp olarak değerlendirmek (zamanında Hillary Clinton da benzer tanımlamalar kullanmış, seçim gecesi zafer balonlarını uçuramadan ağzının payını almıştı) ne kadar demokratik bir duruş tartışılır, -ki Harris ve ekibi, Trump Amerikası’nın ABD’nin geri gidişinin sembolü olduğunu düşünüyor. Gerileyiş ve çöküş, ABD’nin rakiplerinin elinden değil Amerika’nın kendi elinden gelebilir onlara göre.
Kimse liberal ve demokrat değil, herkes kontrolcü
Bu arada Trump’ın McDonald’s da çalıştığı 15 dakika içinde seçmeninin ondan beklentisini de öğreniyoruz: “Bay Başkan lütfen ABD’nin Brezilya olmasına izin vermeyin”. Brezilya, seçmenin gözünde “özel” bir şeyi mi temsil ediyor, yoksa Porto Riko, Meksika, Küba, Venezüella, Haiti, Brezilya- hepsi birbirine mi karışıyor, tam anlayamıyoruz. Trump’ın anladığından da şüpheliyiz ve çok da önemli değil. Tüm bu yerler, radikal/istenmeyen/işe yaramaz öteki sepetinde birbirine karışıyor. ABD’nin yakın çevresinde insan olma kategorisine sahip olmayanların yaşadığı ve Amerikalıların arada ucuz tatil yapmaya gittiği ya da gitmeye tenezzül etmediği yerler listesi. Trump, Brezilya talebini anlayışla karşılayıp, “merak etmeyin” diyor, “ABD’yi yeniden büyük yapacağız”. Trump ve ekibinin ve de destekçilerinin ABD’yi çevreleyen hayal edilmiş bir coğrafya ve coğrafyanın “mahlukatlarına” karşı kullandığı dil, bir fetih dili değil, fethetmeye dahi lüzum görmediği toprakları nasıl yararlı hale getiririm diye bakan proto-faşist ilerlemeci dil. Hoş, ABD’de ilerlemeciler de içerideki çöplerden nasıl kurtulabileceklerini düşünüyorlar. ABD, birbirini “düşman” olarak gören ve birbirinin yok olmasını çok kibarca ifade edenlerle dolu. Herkes birbirini faşizmle suçluyor ama kalbinde kimse liberal ya da demokrat değil. Artık sadece popülist bile değil, popülizmin biraz daha ötesinde popülist bir dil kullanarak halkı “bazı önemli değerler çerçevesinde” kamuda ve özel hayatlarında şekillendirme hayali kuranların kanlı-bıçaklı kavgasına şahit oluyoruz. Eğer ABD’ye dışarıdan bakan ve Özgürlük Anıtı’nın hala yükseldiği topraklardaki bu iki yüzlülük ayan-beyan ortaya dökülsün isteyenlerdenseniz, parmaklarınızı dilek dileme pozisyonuna alıp üç kere Trump diye seslenin. Zira Harris kazanırsa, bu atmosfer sanki hiç oluşmamış ve Amerikalı Demokratlar kültürel ve ahlaki üstünlük iddiası içinde hiç baskıcı davranmamış gibi hareket edilecek. Çöpler halının altına ya da ait oldukları fabrika ya da mısır tarlarına süpürülecek, Elon Musk’ın gösterisi unutulmaz ama sermaye sanki hiç bölünmemiş ve ABD elitizminin yanında çelik irade ile durmuş gibi davranılacak. ABD, böylece kendi içindeki bölünmenin krizini aşmadan krizi aşmış gibi hareket edecek. Eğer Harris, beklenenin üzerinde oy kazanırsa ABD halkının bu tür bir sahte statükoya ihtiyacı olduğunu da göreceğiz.
Dünya’ya vaatler:
Ukrayna ve NATO
İki başkan adayının Dünya’ya sundukları ise birbirinden çok farklı gibi gözükse de sonuçları itibariyle çok farklı olmayacak. Her iki başkan adayının başka başka alanlarda başka başka söylemlerle krizleri kaşıdığına şahit olacağız. Türkiye’yi ilgilendiren temelde iki kriz alanında peki durum ne olur?
Trump’ın seçilmesi halinde ABD’nin Ukrayna savaşındaki pozisyonunu değiştirmesini bekleyebiliriz. Trump, Ukrayna savaşını ABD’nin gücü açısından yararsız addediyor. Trump-Musk-Putin arasındaki ilişki geçtiğimiz haftalarda liberal basının sayfalarını süsledi ama mesele kişisel ilişkiler ve liberalizmin tadından hep beraber nefret edelim meselesi değil (gerçi Putin liberalizm karşıtlığı ya da ultra-muhafazakarlık üzerinden en azından söylem düzeyinde Batı’nın ultra-muhafazakarlar tarafından yeniden inşasının parçası olabilir. Böyle bir durumda Putin’in asıl derdinin ideolojik değil, pragmatik olduğunu düşünebiliriz. Moskova’nın dileği şu: “Batı kendi kavgasında boğulsun, parça-pinçik olsun inşallah.”) Trump ve ekibi Rusya’yı böyle savaşlarda sınayacak kadar güçlü görmüyor, hatta bu tip savaşların Amerika’nın sınanması da demek olacağını bildiklerinden temel dertleri Rusya’nın ileri gitme kapasitesi sınırlansın ve ABD’nin Çin’i de içine çekebileceği bir silahsızlanma anlaşmasına Kremlin ikna edilsin. Ukrayna savaşı Trump’'ın ekibinin zikrettiği planlar doğrultusunda sona ererse tabi Rusya, Karadeniz’de bir kontrol alanı kazanıyor. Fakat bu konuda ABD’nin endişelenmesi için bir neden yok. Türk Boğazları Türkiye’nin kontrolünde, Türkiye’nin bir donanma gücü var. NATO’nun Doğu kanadının caydırıcılığı çok çok güçlü ve NATO çok uluslu ileride kuvvet birliklerini barındırıyor. Bu durumda savaşın yorgunluğunu üzerinden atmaya çabalayan Ruslar ellerindeki zaferle Kırım’dan Donbas’a, Donbas’tan Kırım’a seyahat etmenin keyfi ile oyalanırlar. Türkiye Ukrayna’nın imarı ve ileride oluşabilecek NATO dışında verilecek güvenlik garantilerine katkı sağlayabilir. NATO caydırıcılığı bence Trump altında da güçlü bir şekilde korunacak. Zaten NATO üyelerinin çoğu artık bütçe yükümlülüklerini yerine getiriyor. Trump, kendisi de Putin ile görüşeceğinden Ankara ve Moskova her bir araya geldiğinde Türkiye havadaki beyaz güvercini vurmuş, pişirmiş yemiş gibi davranmaktan da böylece vaz geçerler. Harris gelirse Karadeniz’de aynı tas aynı hamam çatışma döngüsü arada ciddi ve riskli tırmandırma adımlarıyla devam eder. Birkaç belki taktik açıdan başarılı belki başarısız Ukrayna karşı saldırısı ve ağır ağır giden Rus ilerlemesi görürüz. Harris, Biden gibi NATO çok önemli demeye ve NATO müttefikleri ile (tabi Türkiye ile de) NATO zirvelerinde gülümseyen fotoğraflar vermeye devam eder. Her iki başkan altında da NATO caydırıcılığı önemli olacağından yılan hikayesinin çeşitli biçimleriyle devam eden F-16 modernizasyonu ve teminini nihayete erdirebiliriz.
Ortadoğu
Ortadoğu meselesinde Harris’in Biden politikalarını sürdürmesini bekliyoruz. ABD, İran’ı ve direniş eksenini sınırlandırmak, bunu yaparken de İsrail’i kullanmak isteyecek. Ama İran-İsrail çatışmasını da belli bir seviyede kontrollü tutma arzusunda olacak. İran’ın nükleer silah elde edeceği ya da Körfezi vuracağı şekilde kaybettiğini hissettirmemek kilit önemde olacak. Dolayısıyla İsrail’in caydırıcılığı ABD eliyle güçlendirilecek, silah ve diplomatik destek devam edecek. İsrail’e kimi zaman Lübnan’da kimi zaman doğrudan İran karşısında “hadi tazı tut!” denilecek. Öte yandan İran-İsrail savaşı istemiyoruz, Rehine-Esir takası anlaşması olsun, Gazze’de ateşkes olsun, Biden’ın planı uygulansın denilecek. En önemlisi Filistin meselesinde iki devletli çözüm olsun, aman çocuklar ölmesin filan denilecek. Yani “tazı tut, tavşan kaç” politikası tam gaz devam edecek. ABD Ortadoğu’da İsrail’i desteklese de sanki tam bir stratejisi yokmuş gibi görüntü vermeyi sürdürecek. Trump seçilirse, kemerleri bağlayın. Trump’ın olası iktidarı ABD’nin güç gösterisinde zaman zaman bulunacağı bir yönetim anlayışına dayanak. Yani işte benim cici silahlarım demeyi seven bir başkan iktidarda olacak. Ortadoğu zaten karman çorman, zaten çok kan döküldü. O nedenle ABD güç gösterisinde bulunur daha çok ortalığı karıştırsa da temelde fark eden bir şey olmayacak. Ha bir galon kan, ha iki galon kan. Ayrıca Trump iktidarının Ortadoğu’nun göbeğinde, neredeymiş benim cici silahım demesine gerek yok. Netanyahu, cici silahlarıyla İran’ı doğrudan hedef alıp bir rejim değişikliğini zorlamak için bekliyor. İran’ı zorlayış, rejim değişikliği ya da bölme çığlıkları bir yerde İran’ı sınırlandırabilir, bir yerde de direniş için daha motive eder. Ankara için İran da İsrail de sınırlı hareket eden aktörlere dönüşmeli. Bu yolun bayağı riskli tırmandırma süreçlerini İsrail, İran, ABD için getireceğinin Ankara farkında. Türkiye’nin temel derdi güvenlik ve terörle mücadele olmaya devam edecek. İran-İsrail ve Trump’ın gölgesi birbirlerini ısırırken bazı fırsatlar da Ankara’nın önüne çıkabilir. Ankara da o günlere, o fırsatları değerlendirmeye hazır olacak. Dedik ya kemerleri bağlayın.