Özellikle kişi, kurum ve kuruluşlara, topluma veya ülkeye karşı gizli bir tuzak kurulduğu görüşüne dayanan varsayımlara komplo teorisi diyebiliriz.
ŞEHİTLERİMİZ VARKEN
Suriye sınırının biraz ilerisindeki noktalarda İdlib başta olmak üzere güvenli bölge oluşturmak üzere Türk silahlı kuvvetleri operasyon yapıyor. Soçi, Astana derken düşman bu, gözünü dikmişler üç hilale. Güvenmek sadece kendimize olursa anlamlı. Biz içeride saflarımızı sıklaştıracağız o kadar. Dualar edeceğiz, çalışacağız ama çok çalışacağız. Birbirimizin derdine derman olacağız. Kafadan hastaysak da tedavi olacağız ama birbirimizin ayağını kaydırmayacağız. Birde her yerde var ola şu adam, bu kadın bu başkan benim başkan ruhbanlığından kurtulmalıyız. Özellikle şu günlerde şehit haberleri alıyorken ellerinde kadehler, eğlenceler, pastalar mumlar üflenirken içiniz sızlasın. O ananın yavrusu toprağa verilirken sizin yediğiniz şeker tadı zehre dönüşür bilesiniz.
KOMPLO TEORİLERİ VE İNANÇ YIKIMI
Özellikle kişi, kurum ve kuruluşlara, topluma veya ülkeye karşı gizli bir tuzak kurulduğu görüşüne dayanan varsayımlara komplo teorisi diyebiliriz. Örneğin bu varsayımlardan hareketle toplumun olumsuz bir algı operasyonuna tabi tutulmasıyla korkutulması, sonuç olarak baskı altında tutulması ve sindirilmesidir. Böylece komplo teorileriyle şer güçlerin o toplumdaki yıkım faaliyetlerini kolaylaştıracaktır. Toplum mühendisliği de böyle bir iklimin sonucu olarak yapılır. Toplumun direnci kırılır ve pasifize edilir.
Ayrıca entrikacılığın felsefesi olarak adlandırılabileceğimiz komplo teorileri, eskiden fısıltı gazetesinden yayılırken, günümüzde de sosyal medya üzerinden çok hızlı bir şekilde ilerleyebilmektedir. Komplo teorilerinin esas amacı baskın gücün emellerini yerine getirme operasyonudur. Onun için toplumların kendini ifade etme biçimine karşı, toplumsal duyarsızlık ve bilinçsizlik oluşturmaya yönelik psikolojik harekât olarak isimlendirebiliriz. Buna her şeyin arkasında sıradan insanların anlayamadığı, göremediği gerekçelerin varlığına inanma ihtiyacıyla, insanları derin şüpheciliğin içine girmesine ve toplumu ayrıştıran bir tür algı operasyonları olarak da görebiliriz. Olayların bizim bildiğimiz gibi olmadığını, mutlaka farklı bir üst aklın yönettiği operasyonun varlığına ısrarla inanmak ister komplocular.
Kimler inanıyor?
Yapılan araştırmalara göre stres içinde olanlar, psikolojik sorunları olanlar ve bana göre de sağlam bir imanı olmayanların inanmak istediği bir takım ispatlanmamış söylemlere verilen addır komplo teorileri. Aslında komploya teori demek bile onu bir bilimselliğe oturtma çabası mıdır? Bilimsellikten uzak olması zaten insanların kolayına geliyor. Tarihte kaç tane komplo gerçek çıkmıştır? Komploya inananlar dedikoduya meraklı ve abartıya meyilli insanlardır. Hayatta hiçbir şey tesadüfi değildir. Evrende her şey bir düzen bir sebep sonuç ilişkisi içinde oluşur. Hayır da, şer de hep bu sebep sonuç ilişkisi içindedir. Kuran’ın “Oku” emri ile başladığını hatırlarsak bir şeyin varlığına dair başta tabi ki şüphe bizi araştırmaya ve doğruyu anlamaya yönlendirmelidir. Ancak şüphecilikten ileriye gidemeyince bunun devamı komplo teorilerine inanmakla kalıp, ileriye yani şüpheyi açıklayacak bir çalışmaya götürmeyecektir.
İnanmamak
Komplo teorileri toplumu bir arada tutan insanları birbirine kaynaştıran bir değer olan inanma ve güvenme duygusu zedeler. Medya bunun en baş müsebbibidir. İnanç kavramının temelinde kutsiyet vardır. Herkes temelde inanma duygusuna saygı gösterir. Gerçekleri komplo teorilerine bulayıp vermek gerçeklere olan inancı saptırmaktadır. Gerçek basitin içindeyken onu karmaşık hale getirmek kafaları bulandırmaksa amaç bunda başarılı olunuyor. İnsanlar anlayamadığı şeyleri hatta anlaşılmaz hale getirilen şeyleri açıklamaya çalışma çabası içine girerek farklı farklı hikayeler oluşturuluyor. Böylelikle kafalar karışıyor. Kafası karışık bir toplum, endişeli ve kolay manipüle edilebilen bir toplum demektir.
Ele geçirilmeyin
Komplo teorileri kriz zamanlarından beslenirler. Doğal afetlerin akabinde sonra veya beklenmedik ekonomik krizlerde komplolar yaygınlaşır. Yalan, uydurma haber ağızdan ağıza yayılan dedikoduları kaynak göstermeden, gösterse de doğruluğunu ispat etmeden yayınlan enformasyonlar komplo teorilerini besleyen zehirlerdir. Bu zehri içmemek için yapmamız gerekenler var. Öncelikle bilgi kirliliği içinde olduğumuza göre olayları zamana bırakarak, üzerinde düşünmeye vakit ayırılmaması gerekir. Komplo teorileri ile vakit geçirmek boş insanların işidir. Komplolara harcadığımız tartışma zamanları yerine daha fazla ilmi kitaplara harcayarak karşılaştırmalı okumalar yapılmalı, aklı selimle hareket edilmeli. Komplo teorilerine inanan, algı operasyonlarına en çok maruz kalan inancını özde değil sözde yaşayanlardır. İnandığı gibi yaşamayan, yaşadığı gibi yaşamak zorunda kalanlar doğru düşünme mantığını da yitirmiş sayılırlar. Oysa ilmiyle amil olan insanlar doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayırt edebilen insanlardır. Böyle bir toplum şuur sahibidir vesselam.
DİKİŞ MAKİNASI
Sana teselli olsun bana istirahat haram. Müsterih olan ben diktim tüm gece bir gömlek. Giyindikçe soyunacaksın elem ve kederinden pıtrak pıtrak. Eski bir makine singer ninemden kalma. Tılsımlıdır gece gündüz dinlemez aklından geçenleri diker. Sabah bir bakmışsın etekleri fırfırlı bahar renginden laleler açmış desen desen. Bazen bir çift kanat diker bembeyaz, kimselere görünmeden uçarsın. Ama her zaman da tıkır tıkır işlemez. Gönlü hoş edilmek ister; yepyeni sedefli kumaşlar, ipek ipliklerden saraylara kaftan dikmek ister. Hiç üşenmez kocaman bir atlası gönlü genişlere sırlı bir esvaba dönüştürür. İster ki dünya rengarenk kehribar, yakut, zümrüt, lâl renginde ışıltılara bürünsün. Sabahın ilk ışıklarına kadar geceyi rengarenk giydirir, sabaha güneşin rengine malup kalakalır. Derler ki her şeyin bir sureti vardır ama esas olan sırrı suretine vakıf olmaktır. Bir makine der geçeriz, onun da bir hakikati bir hikayesi bir anlatanı, anlayanı, anlatıcısı vardır. Yeter ki gönlümüzü anlamaya açalım yoksa değil dikiş çift dikiş de olsa hayatın sırrına tutunamaz, teyellerden iplik iplik dökülürüz.
EVCİL HAYVAN SAHİPLERİNE İZİN
İlk önce Yeni Zelanda’da başlayan daha sonra İngiltere’de de uygulamaya koyulan evcil hayvan sahiplerine, ebeveynlikte olduğu gibi ücretli izin verilmeye başlandı. Yeni Zelanda’daki ANZ adındaki bankanın başlattığı uygulama ile ilgili açıklama yapan şirketin sözcüsü Sonia Bell, çalışanların kişisel önceliklerinden dolayı esneklik sağlayarak verimliliği en yüksek düzeye çıkarmayı amaçladıklarını söylemiş. Türkiye’de ki hayvan hakları dernekleri bu uygulamayı medeniyetin ölçüsü olarak görmüşler. Batıda her şey çok doğru bizde hep yanlışmış gibi göstermekle sorunlara çözüm bulmamız imkânsız. Sözcünün cümlelerinden, şirketin kârlılığı için programlanmış bu uygulamanın hayvan sevgisinden çok kapitalist bir refleksle gerçekleştiğini anlamak mümkün. Bizde kediler sokaklarda özgürce dolaşıp vatandaşlar tarafından beslenirken batıdakiler evcil hayvanları zamanında yaktıklarını unutmasınlar. Batıda insanlar bizden farklı olarak kedi ve köpekleri yalnızlıklarını gidermek için besledikleri de bilinen bir şeydir. Bunda elbette tuhaf bir şey yoktur ama her şeyde kendimizi batının olmayan medeniyet ölçüsüyle kıyaslamayalım. Başka bir sayımızda da ‘evcil hayvan’ kelimesi üzerinde durmak istiyorum.
VAKIF DUASI
Kanuni Sultan Süleyman’ın vakfiyesinde “kim ki vakıfların bekasına özen gösterip gelirin arttırılmasına itina gösterirse bağışlayıcı olan Allah’u Teala’nın huzurunda ameli güzel ve makbul olup mükafatı sayılamayacak kadar çok olsun” diye dua devam ediyor. Vakıfcılık geleneğimizin kökeninde yardımlaşma, derdiyle hem hal olma, anlama ve diğergamlık vardır. Fakirlere, düşkünlere, yetimlere, canlı cansız her varlığa önce en yakınından başlamak şartıyla iyileştirme vardır. Vakıf yönetmek vergileri kardan düşen bir anlayışla hareket etmemelidir. Bunun haricinde de önce kendi çalışanlarını gözetmeli. İhtiyacı olanları anlamalı ve emeklerini göz ardı etmemelidir. Çünkü bizde yönetmelikler, haklar, dualar duvarlara asılır ama nedense insanlar kendilerine bakmazlar. Böylesi bir durumda vakıf anlayışı zaten temelden sarsılır. Bense duama koca Kanuniye şöyle bir ek yaparak tamamlıyorum. Allah bizlere karşımızdakileri anlama, değer bilme, sahiplenme duygusuyla hizmet etme anlayışı versin, amin.
SANAL GERÇEKLİK
Toplumsal hezeyana doğru gidiliyor. Yani san-ma, san-mak üzerine kurulu bir kitlesel hastalıklara gebe dünyamız. Sanmanın gerçek olmadığı bilindiği halde ‘sanal gerçeklik’ diye bir kavram var maalesef. İnsanların duygu dünyalarını alt üste etmek üzere kurulu bir endüstri. Güney Kore’de kızı ölen bir anne için sanal gerçeklik ile kızının görüntüsü oluşturulmuş. Videoyu izlerken kadının nasıl bir çaresizlik içinde olduğunu, ruhsal bir işkence çektiğini hissedebiliyorsunuz. Bu resmen bir eziyet, kabus gibi bir şey. İnsanlığa da bir faydası yok. İnsan kaybettiğinin acısını sürekli yaşayarak çıldırır. Gerçek olanla yüzleşmemiz gerektiği zamanlar vardır ki bunlar insanı olgunlaştırır. Hele bir anneyi sürekli evladının hatırasıyla baş başa bırakmak iyi değil berbat bir acıdır. İman edenler ölümün hak, kaderinse bir imtihan olduğunu bilirler. Sandığımız şeylere değil, nasibimizdekilere inanırız ve hayır olarak kabul ederiz. Videoyu izlemek isterseniz buradan paylaşıyorum. Yorumlarınızı bana gönderebilirseniz sevinirim.