"Güneş Batmayan İmparatorluk günleri"ne geri dönmek isteyen İngiltere'de demokrasi naftalinlenip dolaba kaldırıldı.
Tüm dünyâda izlenme rekorları kıran Taht Oyunları adlı dizinin en meşhur repliğidir: “Kış geliyor” (Winter is coming). Bu cümle artık yaklaşan felâketleri haber vermek için âdeta bir slogan oldu. Bu sloganı demokrasinin başına gelecek felâketler için de kullanabiliriz.
Çok eski değil, daha iki hafta önceki “Gelecek yüzyıla demokrasi kalır mı?” (18 Ağustos 2019) başlıklı yazımda demokrasinin 21. yüzyılda olmama ihtimâline değinmiştim ve 2099 yılında demokrasinin yok olabileceğine dâir kehânette bulunmuştum. Ne yazık ki, o kadar beklememize gerek kalmadı. Maalesef kehanetin gerçekleşme emâresi bir haftada ortaya çıkmaya başladı. (Keşke başka bir şey isteseymişim, olacakmış!)
Kehânetimin gerçekleşmesinin bana bir yararı yok. Ama insanlığın mevcut durumuna çok zararı var. Demokrasinin içi boşaltılıyor ve mevcut durumdaki sistem, demokrasi üzerine kurulmuş durumdadır. İçi boşalan bir demokrasi, üstündeki yükü ne kadar taşıyabilir ki!
Mevcut sistem yıkılınca, olan sâdece sisteme olmayacak. Yıkıntının altında son üç yüz yılın insanlık birikimi var. Bu birikim önceki binlerce yıllık birikimden kat kat fazla. Bu birikimin içinde bilimsel düşünce, insan hakları, ifâde ve düşünce özgürlüğü, eşitlik, gelişmişlik, modern ve postmodern hayat tarzı, iletişim imkânları, uzay teknolojisi, sağlık teknolojisi gibi nice kazanım var. Daha da vahimi, bu yıkıntıyı kaldırmak için bu kazanımların sunduğu imkânlara da ihtiyaç var, ama yıkıntının altında onlar olacak ve kullanılamayacak.
İşâret fişeği İngiltere’den
Dünyâmızdaki son üç yüz yılda yaşanan hayat tarzı, Sanâyi Devrimi’nin sonucudur. Ve Sanâyi Devrimi, İngiltere’de başlamıştır. Bu yüzden, her ne olursa olsun, İngiltere’de gerçekleşen her hangi bir şeyin dünyâya etkisi olmuştur ve olmaktadır.
Demokrasinin gelecek yüz yıla kalmayacağına dâir kehâbetimin gerçekleşme emârelerinin en büyüğü, İngiltere’den geldi. “Yaramaz çocuk” imajıyla dünyâ kamuoyuna tanıtılan “çiçeği burnunda başbakan” Boris Johnson, İngiltere’deki “monarşik demokrasi”nin en üst makamında oturan Kraliçe 2. Elizabeth’e parlamentoyu tâtil edip askıya almasını teklif etti. İngiliz Kraliçesi de, sanki bu teklifi bekliyormuş gibi hemen kabûl etti. Yâni Boris Johnson, Brexit sürecinde, istediği kararı çıkarmayacak olan parlamentoyu devre dışı bıraktı. Âmiyene tâbirle, parlamentonun ayağının altında dolaşmasını istemedi. Demek ki, Boris Johnson bunu yapması için başbakan yapıldı.
Bunun yapıldığı ülke, kendini "Avrupa’nın bile üstünde” gören İngiltere. Kendini Avrupa ile aynı seviyede görmediği için “lütfen” girdiği Avrupa Birliği’nden çıkıp “Güneş Batmayan İmparatorluk günleri”ne geri dönmek isteyen İngiltere’de demokrasi naftalinlenip dolaba kaldırıldı.
Yoksa demokrasi, bir oyun muydu!
İngiliz dilinin en büyük yazarı Shakepeare’in tiyatro binâsı olan The Globe’un giriş kapısında “Bütün dünya bir sahnedir, biz de oyuncularız” diye yazar. Yoksa İngiltere’de başlayıp dünyâya yayılan demokrasi, monarşinin kurduğu bir oyun muydu?
Dünyânın demokrasi pınarında, kaynak kurumaya mı başlıyor acaba? Yoksa durum hep böyleydi de, şimdi mi ortaya çıktı? Artık demokrasi kılıfı, içindekileri gizleyemiyor mu? Yâni parlamentonun açık olmasının, “demokratik” süreçlerin işlemesinin, Avam Kamarası’ndaki tartışmaların ve kanunların çıkmasının sebebi, İngiliz Kraliçesi’nin ve Lordlar Kamarası’nın istediği ve onaylayacağı kararlar alması mıydı? Onların istemediği sonuçların çıkacağı parlamentonun askıya alınmasının başka ne sebebi olabilir ki!
Târihe not düşelim
1492’de Amerika’nın Avrupalılarca keşfedilmesi, 1789’daki Fransız İhtilâli gibi olaylar sonrasında yaşanan süreçteki değişiklikler hep bu olayların tetiklemesiyle gerçekleşmiştir. Bu olayların daha sonraki olaylarla doğrudan bir etki-tepki ilişkisi olmasa da, bu gibi olaylar hep “milat” olarak kabul edilir. Bu, bütün insan topluluklarında bulunan “takvim kültürü”nün bir neticesidir.
2019 Ağustos ayının son haftasında tüm dünya milletleri olarak dakikası dakikasına şâhit olduğumuz İngiltere’deki bu olay da, dünya târihinde yeni milat olarak yerini alacaktır. Belki henüz gündemin sıcaklığı sebebiyle, yeni kırılan kemiğin acımaması gibi, pek bir şey hissetmiyoruz. Ancak demokrasinin çoktan sararmaya başlamış olan yaprakları dökülmeye başladı; kış geliyor. Demokrasi, çok uzun sürmesi muhtemel bu kış mevsimini atlatabilir mi, Allah bilir!
Dünya basınında “Britanya usûlü darbe” olarak geçilen bu olay elbette demokrasi görevine bağlı insanların tepkisine yol açtı. Avam Kamarası başkanı John Berkow, lafı eğip bükmeden konuştu. “Nasıl göstermeye çalışılırsa çalışılsın Parlamento’yu askıya almanın amacı, Brexit’in Parlamento’da tartışılmasını önlemek ve Parlamento’nun ülkenin geleceğine yön verme görevini engellemektir” dedi.
Hâkimiyet artık “kayıtlı şartlı” milletindir!
Demokrasinin şiârı olarak bilinen ve Fransız düşünür J.J. Rousseu’ya âit olan “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” sözü, artık kamyon arkası yazıları arasına girecek kadar inandırıcılığını kaybetmiş ve arabeskleşmiştir. Boris Johnson’ı târihe geçirecek olan bu demokrasi katliamı da bu arabeskleşmenin İngiltere’den dünyâya yayılabilecek bir tehlike olduğunu göstermektedir. İngiliz monarşisi, 1944’te Nevzat Tandoğan’ın Osman Yüksel Serdengeçti’yi tokatlayıp söylediği, “Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz.” sözünü hatırlatan bir tavır sergilemektedir.
İngiltere kraliçesi ve monarşisi âdeta “Demokrasi işimize yaradığında getiririz, yaramadığında kaldırırız” demektedir. İngiltere önce kendisinin, sonra da dünyadaki hâkim siyâsî sistemin sonunu hazırlamaktadır. Hatırlatmakta yarar var ki, Nevzat Tandoğan, o sözü söyledikten sâdece iki yıl sonra, kafasına sıkarak intihar etmiştir.