Unutma ve hatırlama arasındaki ilişki zamansaldır. Unuttum; üzerinden çok zaman geçti deriz.
İnsan unutur. İnsan hatırlar. Tıpkı oluş ve bozuluş gibi. Elma gibi yani. Elma da olur ve bozulur. Unuttuğumuzu biliriz. Ne unuttuğumuzu bilmeyiz. Bu nedenle, hatırlama var. Hatırlama neyi unuttuğumuzu bilme halidir. Bu nedenle, hatırlamama gibi bir zihin durumu yoktur.
Unutma ve hatırlama arasındaki ilişki zamansaldır. Unuttum; üzerinden çok zaman geçti deriz. Buna karşılık, daha dün gibi hatırlıyorum deriz. Unutma ve hatırlamayı zamanla tarif ederiz. Bütün zihinsel faaliyetin doğası budur: Unutuş ve hatırlayış. Bilme, unutuş ve hatırlayışta varolur.
Unutuş ve hatırlayışın zamansal bir karşılığı yoktur. Unutuşa ve hatırlayışa karşılık gelen olay, olgu ve nesneler vardır. Zamanı değil, olayı ve olguyu ve bu olay ve olguda içerilen nesneleri unuturuz ya da hatırlarız. Dün yediğim elma çürüktü deriz. Dün zamanı unuttum demeyiz. Dün verdiğim sözü bugün unuttum deriz. Dünü ve bugünü unuttum demeyiz. Unutulan verilen sözdür.
İnsan söyler. Söylem söz’dür. Söz dil’dir. Dil, söz ve söylem zamanı değil zaman içinde olanları söyler. Zaman içinde olmayanlar dil’e getirilemez. Zamanın hem öznesi hem de nesnesi dilde olandır. Dilin dışında olan unutma ve hatırlamanın konusu olamaz. Söz, dilin dışında olana yönelir, dilin gösterdiğini aşarsa unutuş ve hatırlayış zamanın dışına çıkar. Oysa, zaman, iki olay arasındaki zamansallık olarak, bu dünyanın dışına çıkarsa kavrayışımız unutuş ve hatırlayışın dışına çıkar. Bu nedenle, zaman ölçülebilir bir şey olarak değil unutuş ve hatırlayış olarak “ben”de ortaya çıkar.
Unutuş irade dışıdır. Bu nedenle, zaman, genellikle, unutuşa içkin değildir. Ancak, hatırlama iradi bir unutma halini içerebilir. Hatırlamama hali olarak dile getirilen bir söylem, çoğunlukla, bilinçli bir unutma halini açığa çıkarır. Bu nedenle, bilinçli unutma, zamana içkin olmayan unutuş haliyle kıyaslandığında, dışımızda olup biteni iradi bir şekilde bilinç dışına iten bir zihin durumunu gösterir. Bu, aynı zamanda, bilinçli bir istememe halidir ve buradaki istememe hali bir olay ya da olguda içerilen bir nesneye karşılık gelir. Daha açık deyişle, bu istememe hali olay ve olguda içerilen nesneleri unutma isteğini gösterir.
Zamanın olay, olgu ve nesnede kavranabileceğini söyledim. Bir örnek: 2 Eylül 2015’te ne oldu. Hatırlayan var mı? Unuttunuz mu yoksa?
Ben hatırlatayım. Zaman içinde olması istenmeyen, bu dünyanın içinde kendine bir yer bulamayan hem kaçtığı hem de gitmek istediği yerde “istenmeyen” bir can insanlığın kıyısına vurdu. Söz bitti. Dil lal oldu.
Bugün de unutulmuşlar değil, iradi olarak hatırlamak istemediklerimiz, istemeyeceklerimiz zamanın dışına çıkarılıyor. Oysa unutulmuşların gerçekliği zamanın varlığının ağırlığını, ne kadar kaçmaya çalışırsak çalışalım, yüzümüze çarpıyor. Ne kadar “istenmeseler”de onların da zamanın içinde, burada olduklarını hatırlatıyor bize.
Zaman, şunu da hatırlatıyor: İstenmeyenler fazla ve bu nedenle de varolmayanlar olarak kavramlaştırılamaz. Zamanın içinde olan her şey vardır. Zamanın içinde olan her şeyi görürüz, hissederiz, işitiriz, her şeye dokunuruz. Gördüğümüz, işittiğimiz, hissettiğimiz, dokunduğumuz şeylerin zihnimizde ortaya çıkardığı bilinçlilik hali yok sayılamaz. Eğer iradi olarak unutmayı tercih etmiyorsak. Tam da bu nedenle “istenmeyenin etiği” üzerine daha fazla düşünmeliyiz.