Dünyanın doğal ve toplumsal dokusunda kaygı verici değişimlere ve dönüşümlere tanık oluyoruz.
Dünyanın doğal ve toplumsal dokusunda kaygı verici değişimlere ve dönüşümlere tanık oluyoruz. Gerçeklik tasavvurlarımız hiç olmadığı kadar yapaylaşıyor. Nasıl bir dünya ve nasıl bir yaşam istiyoruz sorusuna yanıt bulamıyoruz. Yapay olarak üretilen hayali gerçeklik tasavvurları gerçekte olduğu gibi olana dair tasavvurlarımızı içinde eritiyor.
Söz ve söylem bir gerçekliği dile getirmiyor, bir gerçekliğe karşılık gelmiyor artık. Her söz her söylem rüzgâra kapılmış bir yaprak gibi oradan oraya savruluyor. Ne söz ne söylem sahibini bulabiliyor. Söz ve söylem sahipsiz artık.
Gerçeklik, söz ve söylemde bir kendilik olarak temsil edilemez hale geldi. Örneğin, kendinde bir gerçeklik olarak yoksulluk ekonomik kaynakların dağıtımındaki adaletsizliğe ve bölüşümün adil olmayışına değil yoksulların fazla olmasına bağlanır oldu. Yoksulluğun nedeni ve yoksulluk arasındaki gerçeklik ilişkisi çarpıtıldı. Sorunun kendisi değil, sonucu sorun haline getirildi. Göç değil, göçmen sorun olarak görüldü. Mavi derinliklerde yitirilen onca beden görmezden gelindi; ortaya çıkan sonuçtan kendilerinin sorumlu olduğu söylendi. Öyle ya açılmasalardı okyanusun kollarına! Açılmasalar yitip gitmezlerdi!
İnsanlar dünyanın toplamına dahil edilecek varlıklar olarak değil, tam tersine, bu toplamdan çıkarılacak varlıklar olarak görülmeye başlandı. İçe alma değil, dışa çıkarma, dışta bırakma bir gerçeklik olarak görülüyor. Birlik tasavvurunun özü dahil etme değil, ayıklama artık. Ayıklama ne kadar sert olursa birlik o kadar sağlamlaşır diye düşünülmeye başlandı. Bunun sonucu ise insanların birbirine diş bilemesi oldu.
Birbirlerine karşı diş bileyen insanların gerçekliği dışımızdaki gerçekliği paylaşmaya dair ortaklık duygusunda ve bilincinde bir kırılma ortaya çıkardı.
Kırılma arttıkça boşluk büyüdü. Boşluk büyüdükçe fail kayboldu. Fail kayboldukça kırılmanın sorumlusu tespit edilemez hale geldi. Hayali faillerle toplumsal gerçekliğin varlığının tahayyül edilemeyeceği göz ardı edilir oldu. Sanki tek bir toplumsal gerçeklik ve buna bağlı tek bir yaşam alanı varmış gibi davranıldıkça söz kendi anlamını kendi içinde kaybetti, toplum kendisini bütünleyen parçalardan ayrı düştü. Fail ve fiil arasındaki ilişki koptu.
Fail ve fiil arasındaki ilişkiden ortaya çıkan fark olumsuzlandı. Farkı ‘öz’e indirgeme çabaları arttıkça çöküş hızlandı. Ayrıştırıcı bir araç haline getirilen söz ve söylem tek bir ‘öz’ün gerçekliğini dile getirmek için kullanıldıkça söyleyen, söz ve anlam arasındaki bağlar koptu. Bağ koptukça birleştirici gücü olan fark ayrışmanın nedeni olarak gösterildi. Anlam gerçeklik ilişkilerinde değil gerçekliğe dair söylem ilişkilerinde arandıkça çöküşe giden süreç hızlandı.
İnanıyorum, umutsuz değilim. Bu böyle gitmeyecek. Geçecek….