İnsan, davranış ve düşünceleriyle insandır. Fertten aileye, cemiyetten devlete, devletten devlet yönetimine bütün bu davranışlar ve düşünceler üzerinden planlamalar yapılır ve uygulanır. İnsan doğuştan sahip olduğu özelliklerini, eğitim ve sosyal hayatın içerisindeki kazanımları, okudukları, gözlemleri ve tahlilleriyle kimlik kazanır.

Şahsiyetin ortaya çıkması, belirginleşmesi, iş paylaşımındaki rolleri alması-kazanması böyledir. Anne karnına düşen tohumun ruha ihtiyacı vardır. Ruh bedene girdiğinden itibaren insan özü, gönlü, kalbi ve aklı gelişme gösterir. Doğuştan elde edilmiş olan öz fıtrattır. Fıtrat ise, yaratılış sırrını idrak ile “insin ve cinnin” kulluğudur.

Kendini bilen insan, büyük resme bakarak yönetme ve yönetilme yolları içinde olduğunu görür. Bilme, idrak, tefekkür gibi unsurlar; ahlaki olanla olmayanı, iyi olanla kötü olanı, hak olanla batıl olanı birbirinden ayırmak suretiyle toplum düzeni üzerinde gelişme gösterir. İnsan, toplum, devlet yönetme sanatı olan siyaset, terbiye etme, budama, fazlalıklardan arındırma, usule aykırı olanı budama işlerini toplum ahlakı ve düşüncesi üzerinde gerçekleştirir. Toplum ahlakı, davranışları, günlük yapılan bütün işler dönüp dolaşarak dinin kabulleri ve redleri çerçevesinde tezahür eder. Kabul edilir ya da edilmez bütün insanlık âlemindeki hal budur. Siyasetle meşgul olanlar birey, toplum ve devletin ne olduğu üzerinden yola çıkarak yönetme yöntemlerine ulaşırlar. Her toplumun kendi dili, dini, ahlakı, tarihi, ülküsü, ülkesi, toplum ve toprağı söz konusudur. Toplumlar kendi biriktirdikleri üzerinden geleceği planlarlar. Biriktirilen ana unsurun tamamına kültür denilir. Kök değerler bu kültürel miras içinde yer alır. Dışarıdan zorlayıcı olarak dikte edilen her ne olursa olsun, ne kadar süre geçerse geçsin, gün gelir su yatağını bulur. Her şey aslına rücu eder.

İl” ve “el” olarak kendi varlığını gösteren devlet gerçeğimiz yolu da, yöntemi de, başı da başkanı da kendisi bulmuştur. Farabi’de; filozof, ilkbaşkan, melik, kanun koyucu, önder kelimeleri aynı anlamda kullanıldığı gözlemlenir. “Bu kelimelerden hangisi ele alınırsa alınsın, dilimizi konuşan insanların çoğunluğu bu sözcüklerden her birinin işaret ettiği şeyin netice itibariyle aynı anlama geldiklerini göreceklerdir” demektedir. Kültürümüzde devletana, reis, başçı, hanım, hakan gibi kelimeler, kültür havzası içerisine pınarlardan akan berrak sular gibi akarak kendi diline, dinine ve ahlakına uygun bir tezahürle belirlenmiştir. Hiçbir kelimemiz durup dururken doğmamıştır. Vakti geldiğinde anamızın aksütü gibi duran dilimizin kökleri olan Âdem (as)’a öğretilmiş eşyanın isimlerinden geldiğinin bilinmesidir. Hak budur, hakkaniyet budur. Göktürkler “Budun Başçısı” adını kullanır. Osmanlı Cihan Devleti “Başkan”, “Başbuğ” kelimelerini kullandığı kaynaklarda geçer. Anadolu yurdunun mirası sınırsız kardeşliğimizin yer aldığı ata yurtlarını da içine alır ki biz günümüzde buna bir vaktilerde “Res-i Cumhur” derken bir süre sonra “Cumhurbaşkanı” adını kullandığımız bilinir. Şimdilerde ise “Başkanlık” adı kullanılıyor. Kültürel değerlerimiz içinden süzülerek gelen bütün bu kelimeler anadan, atadan, ecdattan, atayurttan, hakandan riesden başkanlığa dönüşmüş olsa da aynı anlamları kapsadığı bilinir. Devlet yönetiminde İmamı Gazali,orta yolun takip edilmesini” önerir. Kendisi de her alanda orta yolu takip etmiştir. Örneğin, Mutezile ile Ehli Sünnet arasında bir orta yol takip eden Eş’ari âlimlerinin elinde yetişen Gazali; “Dini meseleleri Halifenin çözmesi gerektiğine, siyasi alanlarda da Sultanın otoritesinin çözümlemesi gerektiğine” inanmıştır. “Her meselenin insanı ilgilendirdiğini, dolayısıyla dinle mutlak surette irtibatının olduğunu” da belirtmektedir. “Siyasetin dini ilimlerden bir ilim olmadığını lakin kaynağını dinden aldığını” belirtmektedir.

İbni Haldun’a göre, “insan ihtiyaçlarını yalnız başına karşılayamaz, ancak toplum içersinde karşılayabileceğine inanır”. Çünkü insan diğer canlılar gibi değildir. Yiyecek, içecek, barınma, korunma, neslin devamı ve eğitilmesinin de birlikte olunca çözülebileceğine inanmaktadır. Ekmeğin sofrada olabilmesi için birilerinin çiftçilik yapması, buğdayı ambarlara koyması bir başkasının değirmende öğütülmesi ve yine birilerinin fırında hamur yapıp pişirmesi ve ihtiyaç sahiplerinin gidip fırından alıp getirmesi icap ediyor. Bütün bunlar birlikte ve beraber olunca çözümlenebilir. Hayvanlar âlemi farklı yapılara sahip oldukları için her biri kendi ihtiyacını bir şekilde görmektedir. Örneğin yırtıcı bir hayvan avını yakalayıp pençeleriyle tuttuktan sonra dişleriyle kopararak yemesiyle iş tamamlanıyor. Can ve mal güvenliği de beraber olunca sağlanabiliyor. İnsanların bir arada olmasını sağlayan beş ana unsurdan ilki dil, ikincisi din, üçüncüsü akıl, dördüncüsü aile ve beşincisi devlettir.

İnsan, varoluş sırrına hayretle bakar. Bu sır kapısı aslın her şeyin anahtarıdır. Lakin insanoğlu sırlar peşinde koşmaya hevesli olsa da dünyanın süsü, çekiciliği, malı mülkü, cilbapları, araç ve gereçleri, atları arabaları, hatunları ve erleri her yiyle kendi avuçları içinde evirip çevirmek suretiyle oylar. Oysa dünya denilen tarlayı mevsiminde ekmek, mevsiminin gerektirdiği şartlarda budamak, sulamak, ilaçlamak, ürünleri vaktinde kaldırmak, depolamak gerekiyor. Bütün bu ve benzeri ihtiyaçları ihmal ettiğimizde vaktini kaçırdığımızda yeterli ürün elde edemiyorsunuz. Ömür denilen süre de böylesi bir ekim alanıdır. İnsan, onu doğru kullanmaya, emanet bilmeye, fıtratına uygun davranıp yaşamaya mecburdur. Vakti kaçırdığında ürünü elden kaçırdığımız gibi bize sunulan imkanlar da, değerleri de, fırsatları da kaçırmış oluruz ki bu insanın en büyük kaybıdır. Çünkü insan dünyada iken gelecek hayatını, ebedi yurdunu hazırladığını asla unutmaması icap ediyor.

İşte siyaset, işte hayat ve işte insan; yaratılış sebebi kulluktur. İster komutan, başkan, lider, baba, anne, dede, nine dahası çobandır ve sahip olduklarından sorumludur. Asıl olanın Allah ve Resulünün istediği gibi mümin bir kul olmaktır. Hayatın içinde ne varsa, insana huzur veriyorsa, mutlu ediyorsa, ahlaklı ve terbiyeli kılıyorsa, kulluğu unutturmuyorsa, zikre ve fikre vakit bulduruyorsa ve tebessüm ettirebiliyorsa önemlidir. Aksini sağlayan ne varsa hiç bir önemi yoktur. Devlet, toplum ve siyaset birbirini tamamladığında bunların hepsi mümkündür. Kul hakkı gözetildiğinde, öksüz ve yetimler unutulmadığında, adaletin terazisi herkes için eşit olduğunda, aza kanaat helalle sağlanabildiği devlet başkanından başlayarak fert fert idrak edildiğinde, haramdan, faizden kaçıldığında bunların hepsi mümkündür. Şartlar geliştikçe ve değiştikçe, teknikte ve teknolojide, ilimde ve bilimde, sanatta ve edebiyatta nerde olunursa olunsun her yapılanın kulluk olduğu unutulmamalıdır. Devlet yönetimi siyasetin bir gereğidir. Olumlu olumsuz neler yaşanıyorsa insanlığın ortak problemi haline geldiği için yaşanıyor. Aileler birbirinin dertlerine derman olmuyorsa-olmuyorsa fertler fıtratlarını bozmuş, adaletin terazisi doğru tartmıyor demektir ki bu da bizlere pişmanlık duymayı, tövbe etmeyi gerekli kılar.

Eldeki her nimet Allah’ın kullarına verdiği fırsatlardır. Fırsatları akıl sahipleri kaçırmaz. Elden çıkan fırsatın yeniden elde edilebilmesi için epey emek verilmesi icap eder ki o fırsat bizim kendimizi düzeltmemizle de ilgilidir. Yönetilen şehrin şehremini, toplumun genelinin ahlakı, anlayışı, davranışı, düşüncesi, yaşayışı eksenindedir. İmanı, ihlası, tevhidi, terbiyeyi, edebi, ahlakı, hak ve hukuku tercih edenler çoksa üzülmeye gerek yok devletin başı çoğunluğun hayat anlayışına uygun bir başkan gelecektir. Bu hep böyledir ve böyle olacaktır.