İnsanın yolculuğu, kendisindeki ilk anlamı bulma yolculuğudur.

İnsanın yolculuğu, kendisindeki ilk anlamı bulma yolculuğudur. Yaratılışındaki eşsiz hikmeti keşfetmek için, bu âlemde kendini bulma çabasıdır. Bilmem kaçıncı, belki tekrar gibi görünecek ama insan her an yeniden, kendisiyle baş başa kalarak o bitimsiz ışığı hissetmek için bir odaklanmaya girdikçe kendini keşfeder. Hayatın içinde kendini tekrar yoktur. Tekrar olmadığı gibi geriye gidiş bir dibe çöküştür ve sistem bunu da kabul etmemektedir. Çünkü insan tesadüfler sonucu olmamıştır. İnsan zaten başlı başına bir oluş da değildir. İnsan sonsuz bir kaynaktan kopup, dünyaya gelerek bu âlemi nurlandırmak için buradadır.

Patinajda kalmak

Kendini tekrar eden insan patinaj yapar. Bu durum aslında bize bir mesajdır. Kendimize içeriden gönderilen bir uyarı sistemidir. Ancak insan öylesine bir hüsrandadır ki, bunalımlarından, ilk travmalarından, kibrinden ve olumsuz görüşten çıkamaz. Nefsi kendisine sürekli alarm verdiği halde aynı yerde dönüp durur. Duymaz, görmez, hissetmez, anlamaz ve aptallaşır. Tüm iç ve dış uyarılara rağmen ısrarla patinaj yapar durur. Hastalık, parasızlık, kayıplar yaşayabilir insan. İnsan bu! Su akar yolunu bulur. Ama sen ne istediğini bilmezsen kendini de bilmezsin. Tanrıyı da.

Düğümlerini çöz

İnsanın başına gelebilecek en zor şey dünyada yalnız kalmaktır. Bir başına çaresiz, korumasız, savunmasız. Savaşı yaşayan insanları düşünün. 21. yüzyılın ortasında yapayalnızlar. Çocuklar yapayalnız, çaresiz. Değil hedefini belirlemek, hayatını belirleyemeyen bu insanların imdadına yetişememek bizleri acıtmıyor mu? Düğüm düğüm üstüne binmiş çözümsüz bir acımasızlık yumağının içinde olan insanlardan, daha beter durumda olan ne var ki? Ama yine güvensiz, umutsuzsa insan arayışını belirleyememiş demektir. Amacı varmış gibi görünen ancak yönünü bir türlü belirleyemeyip oradan oraya koşan kafası karışıkların düğümlerini çözmesini beklemek doğru değildir.

Ben kimim?

İnsan neyi bilir? Ne kadarını bilir? Kendini bilir mi insan? Biz ona şahdamarından daha yakınız diyen Allah’u Teala ne demek ister? Nefsin vesveselerinden Allah’a sığınmayan bir insanı bekleyen akıbet türlü türlüdür. Bilgi ancak hakikatin bilgisinde teyit edildiğinde bilgidir ve böyle bir bilgi de insanın kendisini bilmesine vesile olur. Çünkü insan bilir ki, hakikatin bilgisi de ancak Allah’ın biz insanlara bahşedilen ama aramadıkça da ortaya çıkmayan bir bilgidir. Böylelikle insan arayışına nerede, nasıl devam edeceğini bilmesi gerekir. Vicdanı ona hakikatin bilgisini bulmasında, yön gösterir. Vicdan sadece merhametli olacağı vakit devreye girmez. Dikkat edelim içimizin sıkıldığı anlar vardır ya, işte o anlar insana anahtardır. Henüz her şeye kuşbakışı görüşü elde edememiş bir insan ergenliktedir. Böyle biri içindeki sıkıntıların kaynağına bakıp nefsinin sapmalarını görebilir. Kimliğini oluşturmuş kişide ise sıkıntılar rahmanidir. O kişiye gelen sıkıntı nefsinden veya kişiliğinden değildir. Kamil insanın sıkıntısı başkalarının dertlerini dert edindiğindendir.

Teslimiyet

Yüce Kitabımızda Allah “Oku!” diye emrediyor. Okuyarak öğreniriz, okuyarak biliriz. Bilerek idrak ederiz. İdrak ederek düşünür, hisseder, düşünerek eyleme geçeriz. Biz kulların bir ibadeti bir de ubudiyyeti vardır. İbadet, yaratan ile yaratılan arasında iman ve teslimiyettir. Ubudiyet kulun yaşamındaki her hareketinin Allah'ın rızasını kazanmaya yöneliktir. İşte bu şuurun ta kendisidir. Kendini bilmenin bilinciyle Allah'a teslimiyettir vesselam.

AİLEMİZE DOKUNMA

Çok şeye sessiz kalınarak protesto edilebilir. Ama aile için aynı şeyi diyemeyeceğim. Son günlerde iyice yoğunlaşan, bir yerlerden kumanda edilen aile kavramımıza olan saldırılara sessiz kalınamaz. Batı kendi aile değerlerini yerle bir ederken şimdi de gözünü doğuya da değil doğrudan Türk aile yapısına dikti. Son zamanlarda okullarda özellikle kız çocuklarında gözlemlenen erkek gibi olma özentilerine dikkat çekmek isterim ki bunu periskop köşesinde daha detaylı yazdım. Erkekleri medyada yumuşak göstererek, kız çocuklarını da erkek gibi göstererek bir de üstüne üstelik cinsiyetsizlik gibi bilime de aykırı bir saçmalıkla, çocukların beyinlerini formatlayan bir akımla karşı karşıyayız. Hepimiz çok bilinçli olmalıyız. Ancak internet denilen bu dünya bir gizli elden yapılan şırınga gibi çocuklarımıza zerk ediliyor. Yıllardır internet kullanımı konusunda yapılan uyarılar, eğitimler pek bir işe yaramadı. İzmir’de bir anne iki çocuğu ile bir arabulucu dernek temsilciliği vasıtasıyla internet kullanım saatlerine uymaları ile ilgili bir sözleşme yapmış. Çocuklar küçük değil; üniversite öğrencileri. Ama henüz ergenliğin girişindeki çocuklarla nasıl bu konuda ilerlenebilir, ne yapılabilir belki de gerçekten uzmanlaşmış bazı kurumların devreye alınması artık bir zorunluluk.

KISMETİNİ GÖR

Her canlı bu âlemde bir murat üzerine vardır. Varlığı yokluğa delil değildir. Bugün yiyecek ekmeğin yoksa umutsuz olma, daha gün bitmedi. Kısmetini kıyı köşede aramaktan yorulma; çalış, düşün, inan, duanı kesme. Baştan aşağıya kapkaranlık da olsa gece, sabaha çıkmayacak olan bir güneş var mıdır? İnsan bir kuş misali nasibini aramaktan vazgeçmemeli. Kuşlar, börtü böcek bize örnek olamıyor mu? O zaman perdeyi kaldırmak lazım gözünden insanın. İşte o zaman, her şey daha kötüye gider ama hiç de ders almaz bu insan. Zanneder ki hak etti en iyisini. Zahmet etmeden, artık yeter der; ver bana ver istediğimi. Kısmet bize biçilen bir kırıntı da olsa, onu kimse alamaz nasip olunanın elinden. Cenneti sadece öbür dünyada hazır seni bekliyor sanmak gafletindeysen yanılıyorsun. Cennet, bu dünyada hiç yorulmadan, içini karartmadan ayakta dimdik duranlarındır. Bir lokma ekmeği bu bana layık değil diye hor görme. Bilemezsin o ekmeğin bereketini, sana vereceği şifayı. O yüzden kısmetini geri çevirme. Yağmur yağıyor sen göremiyorsan neylesin Mabud. Sen illa tersine gidiyorsan neylesin nimet.

Gökçe KURT ELİTEZ

İstanbul Devlet Tiyatrosu Sanatçısı

Masal Ve Hikâye Anlatıcısı

MASALLARIN GÜCÜ ADINA

Bir yetişkin masallar aracılığıyla kendi içindeki çocukla ve yaşamın döngüsü ile bağ kurar. Bağ kurma ihtiyacı insanın yaşam boyunca en temel duygusal destek ihtiyaçlarından biridir. Kendi ile uyumlu olabilmenin başında içindeki çocuğun ihtiyaçlarını işitmek, onu beslemek, ona izin vermek geliyor.

Ama yetişkin dünyası içinde kirlettiğimiz birçok cümle var. Bunlar ‘çocuk gibi olma…’, ‘çocukça’ sözcüğü arasında aklınıza gelen nice kelimenin bilinçaltımızda çocuk olmanın ve çocuksu olmanın yetişkin dünyasında yerinin olmayacağına dair oluşturulmuş kök inançlarımız yatıyor. Belki de önce kendi zihnimizin prangalarından kurtulmak özgür ve özgün hayatın en başlıca anahtarı olabilir. Tabi bu hayatta her seçimini bilinçli bir kendi olma halinin bir eseri olacağını bilmekten geçiyor. Bu da büyük bir sorumluluk ve büyük bir özgürlük alanı veriyor. Kısacası toplumsal kodlar içinde bize biçilmiş dar ya da bol gelen kıyafetleri giyeceğiz, rolü oynayacağız, kurban psikolojisinde bir diğer suçlu arayacağız. Bunu topluma, ailemize, şartlara, hayata, geçim derdine yükleyerek yapacağız ya da kendi hayat yolculuğumuzda bilinçli seçimlerle yaşayacak ve her sözcüğün gerçek bir sihir olduğunu bilerek sözcüklerimizi yaşamak istediğimiz dünya için seçeceğiz.

Asıl soru sanırım şu olmalı; kim kendi hayatının başkahramanı olmak istiyor?

Bu da inanmaktan geçiyor. Yaşam birçok inanç üzerine inşa edilmiştir. Bunların oluşumda doğrusal bir seçimimizin olmaması, payımız olmadığı anlamına gelmiyor. İnanmayı seçmek en önemlisidir.

Ben kendi hayatımın başkahramanı olmayı masallar sayesinde deneyimledim. Kendimle, ailemle, öğrencilerimle, yaşamla bağ kurmayı masallarla hatırladım. Bu yüzden içindeki çocuğu beslemek en temel adımsa bağ kurma cesareti de ikinci anahtarımdır. Bu yüzden kendi yaşam yolculuğunda başkahraman olmak için, en temel başlangıç önerim olacak.

KALBİN PUSULA: ‘ANLAT’

Masallar okunmak için değil, anlatmak içindir. Her anlattığın masal senden bir parçayı taşır. Ve o parça diğer dinleyenle birleşir. Masal içinde barındırdığı katmanlı yapı sayesinde zihne, algıya, bilinçaltına soru sordurur, düşündürür, fark ettirir. Bu yüzden anlaşılmak çok şey masal ve hikâye gücü ile daha katmanlı bir anlama hali doğurur.

İçinizdeki çocuğun elinden tutup ihtiyacınızın izini sürmenizi tavsiye ederim. Kendi alanını bulun. Durun. Yavaşlayın. Durabilmenin tadını çıkartın. Yolda giderken birden yavaş, çok yavaş, daha çok yavaş, hatta ağır çekimde yürüyün… Adımlarınızın yer çekimi ve toprakla olan bağını hissedin.

Kahve içerken, yemek yerden önce beş duyunuzla duyumsayın. Görün. Koklayın. Dokunun. İşitin. Tadın. Ve hiç birini acele etmeden çok yavaş yapın. Bu size komik gelse de eğlenmek için alan açın.

Düşünceleriniz ve aklınız kalbiniz ve duygularınızla eşit olsun. Hatta izin verin, hissedin. Sezin. Duygular korkutucu değildir. Onlar bizim gelişimimizde, yolculuğumuzda bizi daha iyi yere taşımak için eşlikçilerdir.

Masallar yavaşlamaya davet eder. Sezgilerin dünyasının kapısını gösterir. O bilinmezliğin dünyasında keşfe davet eder. Bu davette ancak cesaret bize kendi yolumuza götürecektir. Cesaretle bilinmeyen dünyayı okumak ilk eşiğin geçişidir.

İçinde anlat diyen o ses… Dinle diyen o ses, izin ver seni içinden gelen bir masala taşısın.

Hadi bir masal anlat. Çünkü masallar soruları bizim için sorar, engelleri aşar, baharı müjdeler, içimizdeki çocuğu şifalandırır. Masalların iyileştirici gücüne inanın. Masal anlatmak için eğitim almanıza gerek yok. Çocuklarınızla, ailenizle, sevdiklerinizle keyifli bir masal gecesi yaşayabilirsiniz. Bir köyde soba başında dinlenilen o masalların tadını günümüzde başka tatlar ekleyerek var edebilir, bu masal hissini çocuklarımıza miras olarak bırakmanın hafifliğini hissedebiliriz. Bunun için sizlere birkaç basit önerim olacak.

Masal anlatmak için;

•Sevdiğiniz bir masalı hatırlayın ya da seveceğiniz bir masalı bulun. Şanslıyız ki bunlarla ilgili birçok kaynak kitap var. Burada en önemli olan şey seveceğiniz, size iyi gelen masalı seçmek.

(Masal kitabı olarak; Nazi Tezer Türk Masalları, Yücel Feyzioğlu’nun derlediği kitapları, Cem Eflatun Güney’in derlediği kitapları olabilir.)

•Seçtiğiniz masalı ezberlemeyin. Birkaç kere okuyun, anlatmak için okuyun. Masalın iskeletini çıkarın. Yani tüm masalın en temel anlarını, olmazsa olmaz anlarını, birer cümle olarak, alt alta yazın. Böylelikle masalın iskeletini çıkarmış olursunuz. Bu kısımlar değişmemesi gerekenlerdir. Masalın olmazsa olmazlardır. Geri kalan her şeyi siz ekleyebilirsiniz. İskelet çıkınca birkaç kere daha okuyun, çalışın. Sonra aklınızda kaldığı kadarı ile anlatmaya niyet edin. Yeni kelimelerin sizden doğmasına izin verin…

(Yok ben anlatamam demeden, deneyin, denemenin tadını çıkarın. Mükemmeli aramayın, olanın keyfine varın. Amaç paylaşmak ve bağ kurmak. Hayal gücünüzün sizi yönlendirmesine izin verin, masala teslim olun.)

•Ailenizle olacağınız sessiz bir ortam yaratın. Masal için özen gösterin. Ritüeller ilgi çeker ve odaklanmayı sağlar. Mumlar yakın. Tütsü ile ortamın havasını değiştirin. Bir masal halısı, battaniyesi etrafında çember olun. Çaldığınız bir enstrümanınız varsa onu çalın ya da bir türkü, bir ninni, bir ezgi mırıldanın. Yoksa hiç önemli değil zaten sessizlik gerçek müziktir, sessizliği keşfetmeye, dinlemeye izin verin.

(Telefonlardan, televizyondan, bilgisayardan uzak birkaç saat geçirin. Başta pek ilgilerini çekmese de bunu öncelikle kendiniz için yaptığınızı hatırlayın ve keyfini çıkarın. Siz keyif aldıkça merak edecekler ve ilgilerini çekecektir.)

•Masal hızı sevmez. Sakin ve sessizlikle el ele anlatın. Merak duygusunu arttırın. Cümlelerinizin, sözlerinizin masalın duygusuna göre dans edip, yükselip, alçalmasına izin verin.

•Anlattığına inanırsanız, inanırlar hayal ederseniz, hayal ederler.

•Masal anlatmak bağ kurmak demektir. Ailenizin, çocuklarınızın, kendi içinizdeki çocuğu hissedin. Öyle anlatın.

Bu anlatma deneyimini yaşamanızı tavsiye ederim. Hayatı duyumsamayı her an yapabilirsiniz, anlatma egzersizlerini de her hafta yapabilirsiniz. Ailenizle zaman içinde bağlarınızın nasıl sağlıklı güçlendiğini göreceksiniz.

Bilinmezliğin ötesinde hakikatin izini, iç görünüz ve sezgilerin gücünü fark ederek cesaretle kendi yolculuğunuzda başkahraman olmanız niyetimle…

“Masalla ejderhaların varlığını anlattığı için değil, ejderhaları yenmenin mümkün olduğunu anlattığı için ilham vericidir.” (Gilbert Keith Chesterton)

KALPTEN AYRILIK OLMASIN

Uzaklaşmak, uzaklara gitmek, taşınmak çok az insanın başarabildiği cesaret edebildiği bir şeydir. Yerinde kalmak, statiklik belki daha az riskli ve da öngörülebilir olması bakımından tercih ediliyor olabilir. Bir de taşınmaya ilişkin çocukluk travmaları vardır. Çocuklar sevdikleri arkadaşlarından alışkın oldukları ortamdan farklı bir yere gitmekten hoşlanmazlar. Ancak insan kalben uzaklaşmadan sevdiklerini uzağa eğitim, iş için göndermekten çekinmemeli. Özellikle gençlik yaşlarında bağları koparmadan farklı yerlere gitmeyi, nefes almayı öğrenmeli insan. Yanı başınızda olup da aslında fersah fersah uzakta olan o kadar çok insan var ki. O yüzden korkmamalı uzaklara gitmekten. Yeter ki gönüller bir olsun. Fakat yine de ayağın ana yurdunda sabit kalarak uzaklaşmak en doğrusu. Köklerini yitirmeden uzaklaşmalı insan bir süreliğine. Sadece kendini yeniden yapılandırmak için gitmeli ve dönmeli insan.

ARTI – EKSİ

Artı

Okula gidiş

Veli çocuğunu okula arabayla götürürken yolda rastladığı tüm çocukları tabi gelmek isteyenleri toplayıp okula götürüyor. Bu zamanda ürkütücü gibi gelse de, özlenen insanın içini ısıtan bir davranış. Bazen çocuklar binmek istemiyorlar ama özellikle soğuk havalarda can simidi gibi yetişen bu velimizi canı gönülden kutluyorum.

Eksi

Oltaya takılmak

Bazen sosyal medyada birileri bir haber servis ediyor. Bu gerçek de olabilir olmayabilir de. Ama öyle bir sinir uçlarına dokunuyor ki, bir bakıyorsunuz, bir anda herkes o tarafa kaymış. Aslında gündem saptırılmış. Sezen Aksu mevzuu da bu şekilde. Ne yazmışsa yazmış, ne şarkısı çığırtmışsa çığırtmış. Sabun köpüğü gibi sönecek gündemin peşinde oltaya takılıyor insanlar. O kadar gereksiz ve boşa harcanan bir enerji ki bu. Oysa hiç o oltaya takılmasak onların da maksadı hâsıl olmayacak.

ERKEK GİBİ KIZLAR

Duyduklarım gerçekten çok can sıkıcıydı. Rehberlik öğretmeni kızların erkek gibi davrandıklarını ve bu konu için bir öğrenciyle konuştuğunda kızın şunu dediğini paylaştı; “biyolojik olarak kızım ama erkek gibi davranmak istiyorum”. Bu ne demekti böyle? Erkeklerden bile çıkmayan küfürler bu kızların alenen ağızlarında, defterlerinde ve duvarlarda hatta ellerinde yazıyor. Bol ve salaş giyiniyorlar. Seslerini şu voleybolcu Ebrar gibi kalınlaştırarak konuşuyorlar. Öğretmenden bu sözleri duyunca içim acıyarak eyvah dedim. Kızlarımızın kişilik ve kimlik değerlerini kimler biçimlendiriyor. Biz neden müdahale edemiyoruz. Tam da ergenliğe girişte çocuklar, hazzın tuzağına düşürülerek türlü yollara çekiliyorlar. Reklamlar, sosyal medyada dönen her tür içerikle yönlendiriliyorlar. Korona döneminde de ekran önünde kaldılar, sosyal hayattan uzaklaştılar diyor öğretmen. Üstelik antidepresan kullanan, özellikle kız öğrencilerde büyük artış olduğunu da ekliyordu cümlelerine. Buz gibi oldum odadan çıkarken. Bunları uzmanlardan ekranlarda duyuyorduk ama tehlikenin bu kadar yakınımızda olduğunu sanırım fark etmemişiz. Velilerin acilen bilgilendirilmeli ve bu yönde bir topyekûn seferberlik ilan edilmeli. O kadar çok bilinçsiz veli var ki! Nasıl hareket edilecek nasıl bir tutum alacağız evlatlarımıza karşı; bilgilendirilmeliyiz.