İkna konusu malum psikolojinin ve de iletişim psikolojisinin ana konularından biridir.
SU MUHALLEBİSİ
Gülsuyu kokulu bu tatlının seveni bu zamanda pek fazla olmayabilir hatta adını bile ilk kez duyanlar olabilir. Bembeyaz kar gibi muhallebi kıvamında kek gibi tabakta durur. Üzerine pudra şekeri ve gülsuyu dökülür. 80’li yılların sonu çalıştığım Bab-ı Ali’deki gazetelerin son yıllarıydı. Ben o zamanlar bugün hala yayın hayatında olan bir gazetenin çömez çalışanıydım. Her öğleden sonra gazete binasının tam karşı tarafındaki Sütiş’ten su muhallebisi alınırdı. O zamanlar gençtik ve bu tür şeyler kilo da yapmıyordu. Tabii ki ben her gün yemiyordum. Haftada bir kere belki iki kere. Ancak bendeki hatırası, o yılları hatırlatması nedeniyle bu tatlının başka bir anlamı var. Birkaç hafta önce Beyoğlu’nde geziyorduk. Sütiş’e girdik bir şeyler atıştırmaya. Tatlı artık eskisi gibi çok yemesem de Sütiş’e gelip de su muhallebisi yememek olmazdı. Yıllar ne çabuk geçiyor. Peki size hangi tat geçmiş günlerinizi hatırlıyor?
İKNA ETMEK VE İKNA OLMAK
İkna konusu malum psikolojinin ve de iletişim psikolojisinin ana konularından biridir. Günümüzde özellikle pazarlamanın ve dolayısıyla da reklamcılar için olmazsa olmazdır. Reklam pazarlamada ikna arz talep oluşturmak için yapılıyor. Kitleleri ikna etmenin medya araçları üzerinden nasıl bir ilizüyon ile yapıldığını zaman zaman değiniyoruz. Kitleleri ikna etmek medyanın işi.. Kitlelerin iknası ile bir kişiyi ikna etmenin birbiri ile örtüşen yanları var ancak, birebir muhatabımızı ikna etmek, hatta çok sevdiğimiz bir kişiyi ikna etmek istiyorsak bunu nasıl başaracağız? Bütün mesele bu!... İkna etmekle ikna olmak bir olguyu, bir hakikati karşılıklı olması gereken doğruda, iyide ve güzelde buluşturarak bundan da istenen sonuca ulaşmaktır. Bir konuda ikna eden kişi ikna ederken beklemediği muhatabının karşıt fikirleriyle de, ikna olduğuna şahit olabiliyoruz.
İknaya zorlamak ters tepebilir
Bir şeye ikna etmeye zorlanmak akıllı ve özgür insanların kabul edeceği bir durum değildir. İkna faaliyeti dışarıdan olacak bir kuvvet ile olumlu sonuç alınacak bir şey de değildir. Muhatabınız o anlık ikna edilse bile kendi içinden gelen bir iştiyak ile ikna olmadığından kişi sadece sizi mutlu etmek veya o baskıdan kurtulmak için, miş gibi yapacaktır. İknada esas olan karşıdaki kişinin mutmain olmasıdır. Bunun için de kişinin bir anlama ve anlamanın sonucunda da inanarak ikna olması gerekiyor. Zorlamadan kendiliğinden olacak bir kabulle hareket etmesi ve içselleştirmesi gerçekten ikna olması için yeterlidir. İkna etmek için baskı kurmak ters tepebilir.
Ortamı idare etmeyin, aradan çekilin
Bazı insanların hayatı hep arada kalmakla geçer. Uzlaşmacı bir tavrınız varsa ve kavgadan gürültüden hoşlanmıyorsanız ortada kalan kişi olarak ikna ettirilme görevi size verilir. İki sevdiğiniz ve yakınınız arasında kalmışsanız ‘huzur için’ diye ikna etmeye zorlamayın sakın kimseyi!.. En iyisi siz aradan çekilin. Çünkü zorladığınız kişi bundan kesinlikle hoşlanmayacaktır. Sizi hedef alacaktır. Bu eşiniz, anneniz, kardeşiniz, evladınız dahi olsa arada asla kalmayın. Siz gerekli açıklamaları yapın ancak arada bir tampon görevi yaparak ikna etmeye zorlamayın kendinizi. Kesinlikle işe yaramaz. Yorulan ve üzülen siz olursunuz. Herkesin yaşayacağız bir imtihan, hayattan alacağı bir ders vardır. Bırakın yaşasınlar. Zaman onları ikna edecektir.
İkna iyi niyetle yapılır
Dediğimiz gibi zorla ve ısrarla ikna olmadığı gibi, her şeyde olduğu gibi ikna etmede de niyet esastır. Hayırlı bir iş için ikna edilmesi gereken birileri varsa bu bir anda olamaz zaten. Zamana yayarak ikna etmenin o kişi için hayrını gösterecek şekilde anlatarak yani telkin ederek, gerçekleştirmek doğal olanıdır. Zaten ikna bir sonuçtur. İkna etmeye yönelik yapılan faaliyetler ise telkinden ibarettir. İknaya giden yolda telkinle birlikte muhatabı sakinleştirmek, konuyu çözümlemek bu faaliyetlerin içinde yeralır. İkna edilmeye çalışılan muhatabımız iyi niyetten emin olmalı, bu işin hayrına ve kendisinin de görüşlerine saygı duyulmalıdır.
Sanat, estetik ve ikna
Hepimiz biliyoruz ki; Koca Sinan mimari sanat ve estetik dehasıdır. Bir meczup çıkar ve karşısına dikilir; “Ey Koca Sinan bu caminin minaresi niye yamuk duruyor böyle” der. Koca Sinan gülümseyerek “Verin bana bir ip’ der ve ipi minareye bağlayarak hafif kendine çekiverir. “Ey ihtiyar şimdi nasıl duruyor?” der. Meczup tatmin olmuştur. Asıl mesele meczubun gönlü alınmıştır. İşte ikna dediğimiz şey de budur. Matematik ve hendese kurallarına uygun olan bir şeyin aynı zamanda kalben güzel durması, aynı zamanda ve gönül terazisinde de tartılması esastır. Onun için insanı en güzel bir şekilde ikna edecek olan sanat ve estetiktir. Zira sanatta aşk var, sır var, hakikatin yekpare kendisi var... Sanat ve estetik insanı hayran bırakır. İnsanı ulvi duygularla bezer, cazibesiyle, taşıdığı manayla insanı kemalata ve yüceliğe çeker. Kişilerin karşılıklı birbirini anlaması sadece tatlı söz ve tatlı bakışlarla olmaz; aynı zamanda karşımızdakine önyargıdan uzak değer vererek, karşımızdakini yücelterek ve ruhunu okşayarak onlarla diyalog içinde olmalıyız.
Masada çözüm için duran bir problem varsa, bundan sadece iki kişi sorumlu olmaz. O iki kişiyle ilişkili diğer kişiler ve değerler de etkilenecektir. Meseleyi çözmek ve kolaylaştırmak için herkesin buna katkısı beklenir. Meseleleri birlikte halletmek aynı zamanda rahmet ve berekettir vesselam.
TIKIR TIKIR
Dumanı üstünde, eski zamanlardan bir haber getirir. Yalnızlara bir sevinç çığlığı, düdüğü kalpleri hoplatır. Telaş, hüzün, özlem, kavuşma, keder hepsi de nasıl sığar bu uzayan giden yollara. Tıkır tıkır! Saatin yelkovanı raylara döşeli sanki. Dualar, niyazlar hep gideni geri getir diye. Zaman hiç geçer mi? Zaman hep durur sevdiğini beklerken. Bekleyenlerin de kaderi bu olsa gerek; tıkır tıkır işleyen saate rağmen, zamana hapsolmuş beklediklerimiz; bir türlü gelmezler.
ŞEB-İ ARUZ’UN ARDINDAN
Bir Şeb-i Aruz haftası daha geçti. Hazreti Mevlana’nın vuslat gününün pazar gününe denk gelmesi nedeniyle Konya sokakları çok kalabalıkmış. Hatta ikindi vakti tam duanın yapılacağı saatte türbeye dahi girilememiş. Devletin zirvesinin de türbede duaya iştirak etmesi nedeniyle yolların kapatılması onlarca kişinin dışarıda kalmasına sebep olmuş. Her yıl turistler çok dikkat çekmesine rağmen bu yıl ayrıca yoğunluk yaşanmış. Her şey bir yana şimdi Konya sokakları bomboş ancak Hazreti Pir’in sözleri sessizlikte yüzyıllara seslenmeye devam ediyor;
“Duydum ki gıybetimi yapmışsın, yüzüne söylemekten kaçınmışsın. Benim gibi bir acizden korkmuş Allah’tan korkmamışsın.”
“Herkes ayrılıktan bahsetti, bense vuslattan.”
POZİTİF – NEGATİF
Obezite mücadele merkezleri
Toplum sağlığı ile ilgili yeni haberler geliyor. Bunlardan biri geçenlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın duyurusunu yaptığı obezite mücadele merkezlerinin açılması ile ilgiliydi. 100 günlük eylem planı kapsamında açılacak olan bu merkezlerden ilk etapta 30 adeti topluma kazandırılacak. Bu merkezde obezite tanısı konulan kişilere hizmet vermenin yanı sıra bilinçlendirme çalışmaları da yapılacak. Halk sağlığı konusunda yapılan bu çalışmaların gerekliliğini onaylasak bile obezitenin bu denli ilerlemiş olması düşündürücüdür. Gıdanın adil dağıtılamadığı bir dünyanın üzerindeyiz. Oysa herkese yetecek kadar nimet varken bazı coğrafyalarda hala açlıkla burun buruna yaşayan insanlar özellikle çocuklar var. Obezite dengesiz ve fastfood denilen hazır gıda tüketimine dayalı özellikle de şekerli yiyeceklerin tüketiminin getirdiği bir hastalık. Paket içinde satılan yiyeceklere ulaşmak için dünyanın birçok yerindeki ham gıdalar alınıp işleniyor ve üzerine marka basılarak satışa sunuluyor. Bir yanda da başka halklar savaş, susuzluk yüzünden gıdaya ulaşamıyor. Ülkemizde de hızla yayılan bu hastalığın önüne geçilmesi için manevi açıdan bilinçlendirme çalışmalarına ihtiyacımız var.
“Bil ki ölüm, ruhun baki aleme doğması hadisesinin sancısıdır.”
“Ay vurmuyorsa yüzüne güneş vurmuyorsa pencerene, kabahati; ne Güneş’te ara ne de Ay’da. Gözlerindeki perdeyi arala.”
“Kendini küçük görmeyi bırak, sen yürüyen evrensin.”
VERİLERE GÖRE TÜRKİYE
Veri gazeteciliği kavramını artık daha sık duyuyor olacağız. İngiltere ve ABD ile birçok Avrupa ülkesinde verilere dayalı habercilik büyük önem kazanıyor. Aslında buna haberi veriyi yorumlayarak analiz halinde sunmak diyebiliriz. Dijital medya ile birlikte hayatımıza giren vatandaş gazeteciliği ile birlikte sade haberin artık pek bir esprisi kalmadı. İçerik üretip bunu verilere dökecek ve haberini okuyucuya sunacak kalemler gerekiyor. Tabi bir de veri okur yazarlığı önem kazanacak. Aralık 2017 yılında Xsights kaynağına göre Türkiye’de Gönüllülük konulu bir araştırma konu edilmiş. Buna göre Türkiye’de sivil toplum kuruluşları, üye ve gönüllü istatistiklerine göre Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 13’ü dernek üyesi, Türkiye’de her 726 kişiye bir dernek düşüyor. Dünya Bağış Endeksi’nin 2014 rakamlarına göre, izleme çalışmasının yapıldığı 135 ülke arasında Türkiye genel sıralamada 128, gönüllülükte ise 132.sırada yer alıyor. Bu analizi tek başına bu şekilde aldığımız zaman eksik kalacaktır. Zira antropolojik olarak değerlendiremeye muhtaç bir veri tablosu ile karşı karşıyayız. Zira Türkler derneklere üye olmadan da bağış yapan bir millettir. Yardıma ihtiyacı olanlara bağış makbuzu olmadan doğrudan tanıdık üzerinden yardım, destek vs. gibi farklı yollardan para verirler. Bu yüzden bu verilerin kendi antropologlarımız tarafından değerlendirilmeli. Yoksa medyada bunları alıp doğrudan kullanmak sağlıklı değildir.