Bugün yapılması planlanan IKBY bölgesindeki bağımsızlık referandumu, Türkiye'nin Misak-ı Millisi olan Musul Vilayeti topraklarının bir bölümünü ihtiva eden arazi üzerinde yer almaktadır.
Yarın yapılması planlanan IKBY bölgesindeki bağımsızlık referandumu, Türkiye’nin Misak-ı Millisi olan Musul Vilayeti topraklarının bir bölümünü ihtiva eden arazi üzerinde yer almaktadır. Dolayısıyla bu tarihî gerçeklikten yola çıkarak Türkiye’nin bölge ile olan tarihî bağları ve hakları, bölgedeki Türkmenlerin varlığı, Türkiye’nin sınır bölgesinde yer alması ve Türkiye’nin 1926’da Musul’dan feragati meselesi gibi etkenler; Türkiye’nin meseleye olan haklı ve hassas yaklaşımını oluşturmaktadır.
1516-1517 yıllarında Osmanlı idaresine geçen Musul Vilayeti, Birinci Dünya Savaşı sonunda Mondros Mütarekesi akabinde 15 Kasım 1918’de haksız ve hukuksuz olarak işgal edilmiştir. Zira Musul, Kerkük, Erbil, Süleymaniye ve bağlı kazalardan oluşan Musul Vilayeti’nin, Kerkük şehri ve güneyi hariç olmak üzere bütün bölgeleri, ateşkes esnasında Osmanlı Ordusu’nun kontrolünde idi. Hal böyle iken İngilizlerin ateşkes şartlarına aykırı bir şekilde bölgenin tamamını işgal etmesi, 100 yıllık sorunun başlangıcı ve ilk adımı olmuştur.
Bölge halkının işgal sonrası başlayan Milli Mücadelesi ve Türkiye’ye katılma çabaları sonuçsuz kalmıştır. Nitekim Lozan Konferansı’nda Musul’un geleceği Türkiye ve İngiltere arasında çözümlenemediğinden ilgili antlaşmanın 3. Maddesine göre konu Türkiye-İngiltere arasındaki ikili görüşmelere bırakılmıştır. Yine aynı maddeye göre bu ikili görüşmelerden sonuç çıkmaması halinde, meselesinin Milletler Cemiyeti’nin hakemliğine götürülmesi kararlaştırılmıştır.
Bu kapsamda Türkiye-İngiltere arasındaki Haliç Konferansı’ndan bir sonuç çıkmayınca, konu Milletler Cemiyeti’ne intikal etmiştir. Milletler Cemiyeti de, 29 Ekim 1924’te geçici sınır olarak Brüksel sınır hattını Türkiye-Irak arasında belirlemiştir. Milletler Cemiyeti, en nihayetinde 25 Temmuz 1925’te Musul’un Türkiye’ye değil Irak’a bırakılmasının uygun olduğuna dair raporu yayımlamıştır. Bu raporda dikkat çekici bir nokta; Türkiye’nin Musul Vilayeti’nden feragat etmedikçe burada hakkı olduğunu ve buranın Irak’a ait olmadığı ve hukuken bir hak iddia edemeyeceği bildirilmiştir. Bu bakımdan Türkiye Ankara Antlaşması ile Musul Vilayeti’ni Irak’a bırakmak kaydı ile feragat etmiştir.
Ankara Antlaşması 5 Haziran 1926’da Türkiye-İngiltere-Irak arasında imzalanmıştır.
Antlaşmanın 1. maddesine göre Türkiye ve Irak arasındaki sınır, Milletler Cemiyeti (Birleşmiş Milletler) belirlemiş olduğu Brüksel Hattı sınırı esas alınarak kararlaştırılmıştır. Bu sınır 29 Ekim 1924 tarihli Milletler Cemiyeti’nin ilgili oturumunda belirlenmiş Türkiye-Irak sınırıdır.
3. maddesine göre bu sınır, Türkiye-Irak ve İngiltere tarafından onaylandığı kadar Lozan Antlaşması’na imza atan devletlerin onayına da gönderilmiştir.
5. maddesine göre ise Türkiye ve Irak bu sınırın kesin ve bozulamaz olduğunu kabul etmişlerdir.
10. maddesine göre Türkiye-Irak arasındaki sınır mıntıkası 2 taraftan 75 km derinlik olarak belirtilmiştir.
Dolayısıyla Birleşmiş Milletler Kararı ile Türkiye-Irak sınırı olarak belirlenmiş ve ilgili devletler tarafından onaylanmış sınırlar, herhangi bir şekilde başka bir devlet tarafından değiştirilemez. Değiştirilmesi halinde Türkiye’nin Irak ile olan sınır komşuluğu bitecek ve devreye başka bir devlet girecektir. Tek taraflı yapılmak istenen böyle bir durum ise Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit edeceği gibi Irak’a bıraktığı Musul Vilayeti sınırları üzerinde tarihsel hakkını da dolaylı yoldan ortaya çıkarmış olacaktır.
Yine 29 Mart 1946 Tarihli Türkiye-Irak Arasındaki Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşmasının 1. maddesine göre 1926 Ankara Antlaşması ile belirlenmiş Türkiye-Irak sınırına iki ülke riayet etmeyi taahhüt etmiştir. (MADDE 1: Taraflar birbirinin ülke bütünlüğüne ve 1926 tarihli Ankara Antlaşması ile belirlenmiş ve çizilmiş olan aralarındaki hududa riayet etmeyi taahhüt ederler.) Burada Irak eğer bulunduğu durum itibariyle taahhüdünü yerine getiremiyor ve burada başka tek taraflı olarak başka bir yapı tesis ediliyorsa; Türkiye ilgili madde gereği kendi güvenliği için gereğini yapma hakkını saklı tutacaktır.
Bu uluslar arası ve ikili antlaşmalar dışında Türkiye-Irak arasında imzalanan 22 Ekim 1981 Türkiye-Irak Sınırının Yeniden İşaretlenmesi Protokolü, Şubat 1983 tarihli Türkiye-Irak Sınır Güvenliği ve İşbirliği Antlaşması ile 15 Ekim 1988 tarihli Türkiye-Irak Güvenlik Protokolü kapsamında da Türkiye’nin hakları bulunmaktadır. Yakın dönemde imzalanan bu antlaşmaların ilgili maddeleri, Türkiye-Irak sınırının kesinliğine ve bozulamazlığına vurgu yaptığı gibi; Türkiye’ye terörle mücadele konusunda Irak sınırında sıcak takip hakkı da vermektedir.
Sonuç olarak önceki gün MGK bildirisinde ifade edilen "Türkiye uluslararası anlaşmalardan doğan haklarını mahfuz tutar" açıklaması ile Bakanlar Kurulu sonrası açıklanan “Referandumun olması durumunda Türkiye her türlü opsiyonu yapmaya ve gerektiğinde kullanmaya hazırdır” mesajı tüm bu ikili ve uluslararası antlaşmalar ve senetler minvalinde Türkiye’nin lehinedir ve elini güçlü kılmaktadır.
Düşüncemiz odur ki; Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve yönetimi, ülkemizin bekası için tüm bu haklarını kullanmaktan geri kalmayacak ve gereken ne varsa meşru sınırlar dairesinde yapacaktır. Dolayısıyla bize düşen devletimize inanmak, güvenmek ve desteklemektir.