Genellikle yıldönümleriyle ilgili yazı yazmak gibi bir alışkanlığım yoktur.
Bugün 23 Nisan. Yani duvarında “Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” yazan Türkiye Büyük Meclisi’nin açılışının yıldönümü.
Genellikle yıldönümleriyle ilgili yazı yazmak gibi bir alışkanlığım yoktur. Ama 14 Mayıs seçimlerinden üç hafta önce bugün, millî hakimiyetimizin kurumlaştığı gün olan 23 Nisan denk gelince, yazmadan edemedim. Zîra millî hâkimiyetimizin “demokratik yollarla” bu kadar açık saçık tehdit edildiği bir seçim hatırlamıyorum.
Evet üç hafta sonra ülkemizin toprak bütünlüğüne kast edenlerin desteklediği ittifak ile Cumhuriyetimizi ikinci yüzyılında daha güçlü hâle getirmeyi hedefleyen ittifak arasında seçim yapılacak.
Bu yönden bakarsak aslında “mesele cumhurbaşkanlığı ve milletvekili” seçimi değil.
2013’teki Gezi Olayları’nın fitilini ateşleyen sosyal medya paylaşımlarından en bilineni “mesele ağaç değil, anlamadın mı” idi.
Gezi Olayları ülkemizde birçok ayrışmanın da tetikleyicisi olmuştu. Herkese özgürlük tanıyan liberaller bile, kırk yıllık arkadaş olan koca koca profesörlerin farklı tavırları sebebiyle bölündüler, parçalandılar. Bu parçalanma o kadar derin oldu ki, 15 Temmuz bile birleştirmeye yetmedi.
Son yirmi yılda ekonomik krizlerden askeri darbe teşebbüslerine, ağaç bahâne edilip başlatılan ayaklanmalara ve en son yüzyılın âfetine kadar birçok yıkıcı olaya mâruz kaldık. Bütün bunlar olurken kırk yıldır kanayan yaramız ve kan kaybı sebebimiz PKK terörü de devam etti.
PKK ile mücâdele eden Türk Silahlı Kuvvetlerindeki üniformalı hâinler etkisiz hâle getirildikten sonra, PKK da dağdaki etkisini hızla kaybetti. Artık neredeyse son debelenmelerini yaşıyor.
“Demokratik” olduğunu iddia ettikleri “haklarını”, dünyânın dört bir yanında destek görmelerine rağmen, kendileri yöntemleri olan terörle alamayacaklarını anlayınca, dağdan inip iki defa gâzi olmuş Meclis’e girdiler. Meclisin gizli oturumlarında bu ülkeyi bölmek ve özerklik istediklerini söylemekten çekinmediler. Sırtlarını indikleri dağdaki terör artıklarına dayadıklarını söylemekten utanmadılar. Çocuk katilinin heykelini dikmek istedikleri için hüküm giyince birden barış güvercini oldular; tiyatro “oyunları” yazdılar ve kitaplaştırıp yayınladılar.
Devlet bütün bunlara hukuk devleti olmanın gerekleriyle karşılık verdi ve veriyor. Hakkını savunduklarını iddia ettikleri halkın dilini bilemeyecek kadar münâfık olan bu teröristler, şimdi ittifak içinde ittifaklar yapıp devletin en üst makamında belirleyici olmak istiyor.
Bunun yanlış olduğunu söylediğimizde Türkiye Cumhuriyeti kanunları çerçevesinde yasal bir siyâsî parti olduklarını söylüyorlar. Olabilir. Ama halkın nazarın bunun hiçbir karşılığı bulunmamaktadır.
Atılacak oyun gücü
Hâkimiyetin kayıtsız şartsız sâhibi olan halk, devletin bürokratik mekanizmalar sebebiyle ağır davranma sorununu çözmelidir. Bir partisi hukûken katılsa başka birini açmaya alışmış bu hukuk tanımaz gürûha verilmesi gereken cevap, sandığa atılacak oylardır. Kendilerine verilmeyen her oyu PKK’ya sıkılan bir kurşun olarak görmeleri sandığa atılacak oyun gücünü göstermektedir.
Bu millet, manda ve himâye kabul etmeyip hakimiyetin kendisinde olduğunu ilân ettiği ve Meclisinin duvarına yazdığı gibi, yüz yıl sonra 2023’te yine aynı duruşu sergilemek zorundadır.
Ordumuza olan borcumuz
Devlet kurma becerisine sâhip milletin vazifesi, devletin bitme noktasına getirdiği terör örgütlerini dağda etkisizleştiren orduya bir teşekkür ve mihnet borcu olarak sandığa gömmektir.
Mesele parti ve ittifak meselesi değil; vatan, millet ve devlet meselesidir.