İnsanın toplumda varlığını sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesi güven ilişkisine bağlıdır.

İnsanın toplumda varlığını sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesi güven ilişkisine bağlıdır. İnsan daha henüz cenin mesabesindeyken en korunaklı olduğunu bildiğimiz plesantanın içinde her türlü tehlikeye karşı güven içindedir. Bu güven hem fiziken hem de ruhendir. Anne denilen en güven verici canlının rahminde sarıp sarmalanmış bir şekilde kendisini dünyada en çok sevecek kişinin kollarına kavuşacağı günü bekler insanoğlu. İnsan dünyaya gelirken ilk hissettiği duygu; acı ve güvenin birlikte harmanlandığı garip bir yaşamın atmosferidir. Bu atmosferi daha doğarken ciğerlerine giren havanın etkisiyle yaşadığı ilk acıya feryat ederken bebek, birden kendini sımsıcak bir kucağın kollarında bulur ve o sevgi dolu bakışlarla güvende olduğunu anlayarak susar.

Sarsılmak

Hayatta hep sınırlarımız olmalı ve bu sınırları nasıl nereye koyacağımızı benlik varlığımızı keşfederek anlamalıyız. Bunun için önce kendi öz benliğimizi keşfetmeliyiz. Önce annenin ve babanın büyüyen bu tatlı canlıya güvenmesiyle başlıyor her şey. Özümüze, kendimize yaradılıştan bize üflenen ruha tam teslim olmakla devam ediyor güvenme duygusu. Çocuğa nereye kadar güven ipini esneteceğimizi öğretmek ve kendi sınırlarını anlamasına fırsat vermemiz gerekiyor. En büyük sarsıntıyı insan, kendine olan güvenini başkaları ile karşılaştırmasıyla yaşıyor. Çoğu zaman kendimizi başkalarıyla eşitlediğimizde hayal kırıklığına ve güven kaybına uğrayacağımız bize öğretilmiyor. Bunu acı deneyimlerle başımıza gelince bir süre sonra anlıyoruz. Çünkü insana güven konusunda asla tereddüt yaşamayanlar en güvenilir insanlardır. Herkesi kendi gibi zanneden insanlar bir gün güven sarsıntısıyla ter içinde bir kâbusa uyanırlar.

İletişimin engeli

Anana babana bile güvenmeyeceksin denildiği bir toplum haline geldiysek eğer o zaman, geçmiş olsun demek gerekir. Çünkü tedavi edilmesi gereken bir toplumun içindeyiz demektir. İnsanların birbirine güvenemediği bir toplumu yasalarla düzeltmeye çalışırsak problem yaşarsınız. Devlet ve millet birlikteliği değil ayrımı ortaya çıkar ki bu bizim devlet millet birlikteliğinin de dibine dinamit koymak demektir. Oysa insanlar kendi içlerinden gelen bir refleksle doğruyu tercih etmeliler. Sınırlarını bilerek kendine güvenen ve karşısına da sınırlarını hissettirerek güvendiğini anlatan bir toplumda iletişim daha sağlıklı olur. Gönül isterdi ki hesapsız kitapsız bir güven ilişkisi olsun. Ancak bu insanoğlunun doğasına aykırı bir şey. İnsan her zaman güvenilir olmadığı gibi her zaman güvenilmez de değildir. İnsan kendini tanıdıkça karşısındakine ne kadar güvenmesi gerektiğini de öğrenir. O yüzden güven duygusunun öğretilmesi, geliştirilmesi ve toplumda nasıl bir duruş sergileyeceğini kişinin erkenden öğrenmesi sağlıklı iletişim kurması açısından çok önemlidir.

Yeniden güvenmek

En zor aşama inandığımız değerlerin güvendiklerimiz tarafından güven kaybına uğratılmasından sonra tekrar ayağa kalkmaktır. İnsan güven duymak ve güvenilmek üzere yaratılmıştır. Güven duymadan bir insan yaşayamaz. Temeli sağlıklı bir birey eninde sonunda kendini bu yaşadığı güven sarsıntısından ders alarak yeniden inşa eder. Aksi takdirde kişiler bu güven sarsıntısından çıkamazlarsa toplumdaki bireyler güç devşirerek güvende kalmak isteyeceklerdir. Kimisinin en güvendiği liman para, mevki veya hayali kahramanlar olacaktır. Yeniden güvenmeyi öğrenmek kolay olmayacaktır. Ama bu muğlaklık halinden kişiyi kurtaracak olan yine kendi özündeki iman, inanç ve başarma duygusundan başka bir şey değildir. Hazreti Peygamber gibi el emin olmak sarsılmaz bir güven duygusunu korkmadan yaşanabileceğini gösterebilmek ancak sadece Allah’a dost olunabileceğinin de idrakiyle olacaktır vesselam.

YANDAŞ MIYIM?

Ne tuhaf bir soru değil mi? Ama o kadar doğal bir şeymiş gibi soruluyor ki şaşıyorum. Yazdığın gazete yandaş mı değil mi diye soruyorlar çoğu zaman. Cevabıma göre iyi bir şey yapıp yapmadığım ölçülecek. Kimsenin istediği cevabı veremediğim için pek üzgün de değilim. Çünkü ancak hakkın ve doğrunun “yandaşı” olabilirim. Yandaş kelimesinin de irite edici bir tarafı var. O da ayrı. Yazılarımda dikkat edenler anlayacaklardır bizim meselemiz bağcıyı dövmek değil üzüm yemektir. O yüzden bizim derdimiz insanlarla değil hataların kendisiyledir. İnsanlar geçicidir. Ama eylem ve davranışlar aktarılabildiği için bunların düzeltilmesi gerekiyor. İyi olanların da takdir edilmesi gerekiyor. Takdir edilmeyen bir insan ve onun eylemleri bir süre sonra bulunduğu yeri terk eder. İnsanlardan çok zihniyetlerin değişmesi gerekiyor bütün çabamız bu yöndedir. Birilerin tabiri ile yandaş değilim.

UNUTMA BENİ ÇOCUK!

Unutma beni çocuk. Unutma gözlerimdeki bakışı, sana sarılışımı. Beni unutma olur mu sarı çocuk! Ne zaman giderim bilemem ama ölüm acıtmayacak canımı eğer beni unutmazsan. Seni nasıl süt beyazı yataklarda beslediysem sen de beni öyle hatırla toz bulutu gökyüzünde. Kumdan kaleler yaptığımızı üzerine burcu burcu diktiğimiz gülümsemelerimizi hiç unutma. Dizlerindeki yaralara elimi merhem diye bastırdığımı hatırla. O kadar yakınken anne ve oğul bir gün yabancılaşırmış, el gibi de değil. Nasıl anlatsam bilmem ki elimi değdiremiyorum kendime acıtacağım bir yerimi diye. Sana versem yaralarımı iyileştirir misin ışık saçan bakışlarınla? Güveniyorum ben sana, hem de çok. Bir de.. Bir gün yazdıklarımı okuyup bana cevap vereceğini de biliyorum. Hadi atla şimdi kollarıma çocuk. Hiç düşünmeden atla ben tutuyorum seni…

VEGAN MODASI

Son zamanlarda gençler arasında sık duyduğum bir yeme tarzına geçiş var; vegan beslenme. Her türlü et ürünün olmadığı bir beslenme şekli bu. İklim krizinin bir kısmını büyük baş hayvan beslemeye bağladıkları için et yemeye kesinlikle karşılar. Onun yerine sebze, meyve, buğday ve baklagiller yiyorlar. Evet, amaç doğayı ve kendi doğamızı da korumaksa tek tip beslenme ne kadar doğru olabilir. Un mesela. Özellikle de beyaz unun zararlarını artık biliyoruz. Vücudumuzun her gün alması gereken belirli mineraller, vitaminler var. Doğadaki yenebilecek her türlü besini dengeli almak ve doğal beslenmek gerekir. Acaba diyorum bu vegan, vejeteryan beslenme türleri bir pazarlama stratejisi olmasın. Marketlerde bu tür beslenmeye yönelik gıda raflarını görünce bu düşünceleri içimden geçirmeden edemiyorum. Evet, fazlasına ihtiyacımız yok. Her şey kararında olmalı ama tamamen de keserek ve yemeyerek değil. Buğday veya benzeri her türlü ürünü de sürekli hasat etmek mümkün olmayacağını varsayarsak gelecekte bu anlamda da sıkıntılar baş gösterebilir. O zaman da suni, sentetik veya laboratuvarda üretilen gıdalara mı yöneleceğiz?

ARTI – EKSİ

Artı

İyilik olsun

Ankara Üniversitesinin farklı fakültelerinde okuyan bir grup öğrenci, hocaları Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu ve Prof. Dr. Bülent Çaplı’nın desteğiyle, diğer bazı illerdeki öğrencilerinin de katılımı ile “İyilik Olsun” adlı bir proje başlatmışlar. Sosyal medya üzerinden ulaştıkları kişilerle iyiliği, sevgiyi, cömertliği, teşekkür etmeyi, birlik olmayı ve daha nice güzel hasletleri öne çıkarmak için iyilik röportajları ve sohbetleri yapıyorlar. Bilgisayar oyunu Minecraft üzerinden sevgi duvarları örüyorlar ve Türkiye’nin birçok yerindeki çocuklarla aynı anda oyun oynayarak iyilik tanımını oluşturmalarını istiyorlar. Böylelikle çocuklara iyi olana yönelmeleri, iyiyi hatırlamaları üzerinde bir farkındalık geliştiriyorlar. İyilik Olsun bir platform olarak yola çıkmış. Hepimizi gülümseten iyilik haberlerini www.iyilikolsun.com sayfalarından okuyabilirsiniz.

Eksi

Ev kiralama standartları olmalı

Ülke olarak standartlar konusunda çok sıkıntılı bir yerdeyiz. Özellikle ev kiralamalarda bu öylesine karışık bir hal almış durumdaki hangi kuruma nereye gideceksiniz belli değil. Otuz yıllık musluk bataryası değişmesi gerekiyorsa kiracı mı değiştirmeli? Ya da yirmi senelik kombi ömrünü doldurduysa ve kiracı bu kombiden verim alamıyor tamir ile de iş çözülemiyorsa ne yapılacak, bir Allah’ın kulu bilmiyor. Eski bir daireyi kiralarken kıstaslar farklı yeni bir daireyi kiralarken kıstaslar farklı olması gerekirken ev sahibi gücü yettiğince kiracıyı zor durumda bırakıyor. Kiracıların haklarının sadece evden atılıp atılmamasının da ötesine geçmeliyiz artık. Kiracılarla kim ilgileniyor acaba? Bu soruya hala cevap alamıyorum ne yazık ki?

DÜNYA KADINLAR GÜNÜ TARTIŞMALARI

Dikkat ediyorum da yaklaşan Dünya Kadınlar Günü nedeniyle yaptığım okumalarda yoğun bir cinsiyet kimliği tartışması var. Bu konuda ciddi bir editoryal yönlendirme olduğu açık. Kadın olgusu batıdaki kaynaklar söz konusu olunca neredeyse tamamen bu cinsiyet kimliği üzerine yoğunlaşırken bir ucu da kuir diye okunan ama queer diye yazılan teori üzerine inşa ediliyor. Artık çoktan Dünya Kadınlar Günü’nün çıkış meselesinden uzaklaştığımızı ve popülist/marjinal teoriler kurmaya uğraşıldığını görüyorum. Kadının derdi insan olmanın ötesinde bir yerlere taşınmaya çalışıldığını üzülerek izliyoruz. Toplumdaki cinsiyetlerin rollerini tartışırken kendimizi bir anda farklı cinsel eğilimleri doğal olduğunu kabullenmeye doğru bir evreye aktığımızı ve bu akışın içinde de özellikle günümüz gençlerine muğlak bir teori (queer) ile isyan bayraklarını açtıklarını artık neredeyse her türlü eylemin içinde görebiliyoruz. Dünya Kadınlar Günü nereden nereye gelmiş.