Bugün bayramın ilk günü, Ramazan Bayramı'na kavuşmanın mutluluğu içindeyiz. Bayramlar sadece dini yönüyle değil, örfi yönüyle de bize anlatacakları olan günlerdir.
Hoş, dini ve örfi ayrımını yapmak ne kadar doğru onu da bilemem. Modern zamanların kompartımanlara ayırdığı değerleri birbirinden ayırırsak ne kadar anlam taşır bilemiyorum. Bayramlar Anadolu’da bir gün önceden başlar, belki İstanbul’da da böyledir ama İstanbul’da mezarını ziyaret edeceğimiz aile büyüğümüz olmadığı için emin değilim. Arefe günü, günün ilk saatleri mezar ziyaretlerine aittir. Köydeysek bu ziyaret ikindi namazının ardından olabilir ama merkezde erken saatler iyidir. Annem büyükleri ziyaret etmek için hazırlanır ve bizi de davet ederdi. Yakın zamana kadar mezarlara sadece annemin babamın hatırı için giderdim. Yaş ilerleyince mezarlığa hayattayken aramızdan ayrılan yakınlarımızı ziyaret için gidiyorum. Günün birinde onlarla birlikte aynı uzamda bir olacağımız düşüncesini aklımdan çıkarmadan.
Annem ve babam bu bayramı Kutsal Topraklar’da geçirecekleri için büyüklerimizin mezarlarını ziyaret etmek, onlarla bayramlaşmak söylenmemiş bir vazife olarak içime yerleşti. Erken vakitte kabristana gittik, asri olana değil şehrin en eski kabristanına. Dedemin ve dedemin babasının gömülü olduğu kabristana. Asri kabristan daha düzenliymiş ama ben eski kabristanı daha fazla seviyorum. Burası hem tarihi hem coğrafyayı öğretiyor. Anne tarafımdan dedemin babasından yani hacı dedemden önceki kabirlerimiz köyde. Baba tarafımda ise dedemin kabri köyde. İsmini taşıdığım dedemin şehirdeki mezarına giderken adımlarımı daha ağır atıyorum. Önce eşimin dedesi ve anneannesinin kabrini ziyaret ediyoruz. Dedemin mezarını kendim arıyorum, bulmak zor olmuyor. Giderken kimlerin burada olduğuna bakıyorum. Üsküp eşrafından biri medfun. Çanakkale ve İstiklal Harbi gazisiymiş. Sonra soyadı Tikveş ya da Tikveşli olanları görüyorum az ileride. Onlarla da bayramlaşıyoruz. Muhtemelen Balkan Harbinin sonunda Denizli’ye gelmişler. Az ileride Şirvanlı bir manevi büyük var. Azerbaycan’ın Şirvan şehri Rus işgaline uğrayınca önce Amasya’ya sonra Denizli’ye uğramış.
Denizli birçok Rumeli toprağından daha sonraları Osmanlı’ya dahil olmuş. Ama Selçuklu geçmişi daha gerilere dayanıyor, on ikinci yüzyılda Bizans ve Selçuklu arasında el değiştirse de on üçüncü yüzyıldan itibaren Gıyaseddin Keyhüsrev zamanından itibaren nihai olarak Türk toprağı olmuş. Selçuklu dönemine ait mezar taşlarında da Bizans mezar etkisi hissettim. Kabristandaki mezar taşlarında farklı toplumsal katmanları temsil eden remizler görülüyor, tarikatların geçmişi de açıkça kendini belli ediyor.
Doğum yerleri farklı ama son nefeslerini aynı topraklarda vermişler ve ebedi olarak komşu olmuşlar. Bayramdan bir gün önce şehirle bayramlaşmamız böyleydi. Kabristan, geçmişte birleşmek ve geleceğe aynı pencereden bakmak için bize soluklanma ve farklılıkları gözleme imkanı veriyor. Büyüklerimizin bize öğrettikleri hayatta oldukları süreyle sınırlı değil. Bin yıldan bu yana her doğanın öldüğü ve toprağın her faniyi olduğu gibi kabul ettiğini fısıldıyor. Şehrin ve bizim de aslında kim olduğumuz en açık şekliyle kabristandaki bayramlaşmalarda karşımıza çıkıyor.
Bayramınız mübarek olsun.