Hayat sorunlarıyla, engelleriyle öte yandan da güzellikleriyle insanın bir mücadele ve var olma alanıdır.
Hayat sorunlarıyla, engelleriyle öte yandan da güzellikleriyle insanın bir mücadele ve var olma alanıdır. Ömrü hayatımızda bize biçilen roller var. O rollere talibiz ki seçimlerimizi yapmışız. Çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılıkla devam edip biten şu dünya macerası bir gün son bulacak, bunu hepimiz biliyoruz. Fakat sanki hiç bitmeyecekmiş gibi de yaşıyoruz. Yarını düşünüyoruz ama yarınımız olacak mı bilmiyoruz. Yiyor, içiyor, eğleniyor, çalışıyor paralar kazanıyor, evler alıyor mal mülk ediniyoruz sanki onları da götürecekmişiz gibi. Ama götürmeyeceğimizi inançlı veya inançsız olan herkes şüphesiz biliyor. Antik mezarlar açılıyor; insanlar eşyalarıyla en sevdikleri hayvanıyla gömülmüşler. İskeletleri burada kalmış ama onları insan yapan o canlılık o açılan toprakta değil. Sihir değil ya bu! Öyle bir anda bir yere kaybolsun. İnsanı insan yapan başka bir sır var.
İnsana üflenen ruh
Yıllar önce ünlü bir medya kuruluşunda çalışıyordum. Aynı serviste çalıştığımız bir sekreter kız bir gün bana şunu sordu; “Allah’ın varlığından nasıl emin olabiliyorsun. Kuran uydurma olamaz mı?” Ben de o sıralarda daha yirmili yaşlarımın başındaydım. Çok gençtim. Ama şunu dediğimi hatırlıyorum: “Allah kendisi, Kur-an’ı Kerim’de kendi sözlerinin teminatını veriyor. Kuran kıyamete kadar var olacaktır diyor” demiştim. Kızcağız çok da tatmin olmayan bir bakışla bakınca; ”İnanmıyor olabilirsin ama bir gün hepimiz öleceğiz ve gerçeği öldükten sonra hepimiz tadacağız. Ben dünyadayken iman etmekle ne kaybederim” diye de eklemiştim. İşte insana üflenen bir ruh var ki o ezelden Allah’ını tanıyor, biliyor ve bunu damarlarındaki kanda hissediyor. Bu nedenle de ne ümidini kesiyor ne imanından şüphe ediyor. Ruhunu teslim edeceği güne kadar, Allah’a olan sorumluluğunu hakkıyla yapabiliyor olmanın verdiği bir iç huzuru ile yaşıyor insan.
Gayretsiz hayat olmaz
Gerçekten iman edenler hiç sorgulamadan gayretle vazifelerini yapanlardır. Yaşarken sorgulayacağız, araştıracağız ve en doğruyu en iyi ve en güzeline yaklaşmak için çaba harcayacağız. Ama sorgulamayı şikâyet ve isyanla karışık yaparak varlık nedenimize ihanet etmeyeceğiz. Özellikle günümüzde memnuniyetsizlikler, tatminsizlikler en ufak şeyde başlayan sonsuz şikâyet sıralamaları ve şımarıklık günü bezgin bitirmeye sebebiyet veriyor. Bu şekilde devam eden bir hayat ya antideprasan ilaçlarıyla devam ediyor ya da onlar da çare olmadığı için kişi kendini türlü türlü bocalamaların içinde harap edip, yitip gidiyor. Oysa hayat tamamen gayretin ta kendisidir. Gençlerin hayatlarının başındaki o heyecanları zamanla sönüp yerini bezginliğe ve kendine acımaya bırakıyor. Başarıya kilitlenmek ve bu yolda karşılaşılacak zorluklarla mücadele etmek, yollar bulmak hayatta daha güçlü var olabilmek için gereklidir. Her sıkıntı bizi yeni bir seviyeye hazırlayan lütuftur. Bunu böyle görürsek yılmayız. Zorlukları aştıkça güçleniriz, gayret ettikçe Allah’ın bize mükâfatı gelecektir.
Talip olduğun şeye bak
Neye talipsin; artizz mi olmak istiyorsun? Yoksa herkesin seni sevmesini, beğenmesini umarak mı etrafını süzüyorsun? Başkaları ne muhteşem yemek yapıyor diye mi aşçılık yapıyorsun? Bu örneklerin sayısınız çoğaltabiliriz. Başına sürekli bir aksilik geliyorsa, sıkıntı çıkıyorsa ve sen hala bunlardan ders almayıp hayıflanmaya devam ediyorsan mesajı bir türlü göremiyorsun demektir. Bu durumda ya şikâyeti kesmeyi bırakıp durumdan ders çıkarıp iki elle gayrete sarılıp hizmete talip olacaksın ya da hayıflanmaya devam edip hayatını çekilmez yanındakileri de kendinden soğutacak bir hale getireceksin. O yüzden bilgelik gayrete talip olmak ve sadece Allah’ın mesajını anladığını göstermek için sessizce işini yapacak, çalışmaktan hiç gocunmayacak, kimseyi küçük görmeyecek ve bilginle amel eden bir kişi olarak gayrete seni talip eden kaderine teslim olacaksın vesselam.
YENİ BİR KÖŞEMİZ OLUŞTU
Bizler yazıyor çiziyoruz ve düşüncelerimizi aktarıyoruz ancak gençler neler diyor? Ben daha çok tutarlı, aklı başında ne istediğini bilen gençlerin gelecekle ilgili durum değerlendirmelerini çok merak ediyorum. Çünkü yarına ayna tutacak olan onların bellekleridir. Bu nedenle “Gençler Yazıyor” adına yeni bir köşe açtık. Gençlerden gelen ve bizim seçeceğimiz mektuplar, yazılar bu köşemizde yer alacak. Bazen bir tarih sahnesinde belki bir spor müsabakasında veya bir yıldız keşfinde gençlerimizi göreceğiz, okuyacağız. Bugün köşemizin ilk konuğu ve zaman zaman bize eşlik edecek olan tarihçi sevgili Elif Sabır oldu. Buluşma Noktası sayfasına katkılarından dolayı kendisine teşekkür ediyoruz ve gençlerimizden yazılar ekliyoruz.
KAR KALPLERİ ISITIR
Aklımdan çıkmıyor kar yağarken, bir sıcak çikolata bir de üşüyen çocuklar. Başımı uzatsam çadırın içine, bir yudum çikolata uzatsam buz gibi soğukta üşüyen çocuklar ısınsa. Savaş ortasında ayakları çırılçıplak çocuk, üstü yırtık çamura bulanmış bir şekilde anlam arayan gözlerde belirsizlik. Heyy! Buraya bak havalı adam bir çocuk al temiz arabana. Onu götür bir sıcak lokantaya. İçsin sıcacık mercimek çorbası yanında tırnak pidesi. Korkma araban kirlenmez! Kar var nasılsa temizlenir. Kar kalbimizi ısıtmazsa ne ısıtır bu zamanda bizi. Nasırlı ellerinin çatlaklarına dolan karları bir sıcacık çay ısıtmazsa, ne ısıtır artık. Havadan yağan buz gibi pamuklar temizlerken havayı sen de yüreğini aç. Gözünü de aç tabi bir yandan. Etrafında olup bitene göz kulak ol. Kulaklarını da aç, iç sızı çekenleri duy. Bilir misin? Kar yağacak yeri bilir. Senin gönlüne yağması için yalvar, yakar. Üşütmez kar sıcak bir yüreği, erir gider yolunu bulur. Bazen bir garibanın evinde sıcak sobanın üzerinde kestane olursun. Bazen bir çocukla kardan adam yaparsın; burnuna havucu koyarken ucundan ısırırsın. Dünya iyiler ve kötüler dünyası bu ezelden ebede uzanan bir hikâye. Ümidin yolunu seçersen kalpleri ısıtacak bir yol bulursun kendine. Kendini bir fincan sıcak çikolataya hapsetmezsin. Kar yağacak diye sevinirsin. İnsanlığa hizmet etmek için çırpınırsın.
GENÇLER YAZIYOR
Revzen-i Menkûş
Elif Sabır
Camın hikâyesi, yanmakla olmak-uyanmak arasında derin bir bağı haiz olan insana pek muvafık…
Nasıl ki cam 1100-1200 derecede kolayca şekil alabilecek kıvama erişiyor ve sanata konu olacak nadide bir yere erişiyorsa insan da ateşle teşbihe mahsur görmediğimiz derdin, gamın, kederin içinde pişip kemâlatı mesken edinebiliyor.
“O hasretin adamı, yüreğindeki yalımı tanıdıkça uyanır!
Yanmakla uyanmak aynı kökten der dururuz ya!
“Gönül, Tanrı ocağıdır” demekten bıkmayız ya!”
Dr. Sait Başer
Camın serencâmına geleneksel sanatlarımız üzerinden nazar kılacağımız bu yazıda bilhassa eskilerin deyimiyle revzen-i menkûş denilen vitrayları konu edineceğiz.
Revzen-i menkûş yani nakışlı pencere diyebileceğimiz bu nadide camlar, camiilerde, saraylarda, kasırlarda ve dahi evlerde kullanılagelmiştir. Camger adı verilen sanat erbabı cam ustalarının eliyle işlenip medeniyetimize asırlardır katkı sunan bu nakışlı pencereler Türk zevkini her veçhesiyle yansıtmaktadır. Sasaniler ve Bizans’ta gelişimini fevkalade gösteren cam işçiliği gerek Batı’da gerek Doğu’da kendisine yeni alanlar bularak gelişmiştir. Hatta Bizans’taki vitray örneklerini İstanbul’da Zeyrek ve Kariye Camiilerinde görmek mümkünse de bizler Türk zevkini müşahede etmek ve sanatın lâhûtî seyrini mümkün kılmak için Osmanlı dönemi vitraylarını esas alacağız. Zira bu vitraylarda sanat, onu var edene minnet duyarcasına ete kemiğe bürünmüş, teveccühe mazhariyet için asırlardır sabırla beklemekte…
Bir görsel şölenin yanında tefekküre de davet eden bu nakışlı pencerelerden bazısı sadece renkleriyle gerçek sanatkâra işaret ederken bazısı da camı dahi zikre çağırırcasına pencereye işlenmiş Lafza-i Celâl ile esas sanatçıyı ifade etmekteydi.
Camiilerimizin çoğunda müşahede edebileceğimiz medeniyetimizin bu pek nadide eserleri, Hünkâr Kasrı’nda karşımıza çıkan iki örneğiyle hem motif bakımından hem de hat bakımından pek güzel örnekler sunmakta. Bunlardan birinde varoluşun, vahdetin bir sembolü olan hayat ağacımız servi motifi, camın yanma-uyanma hikâyesine yakından tanıklık etmenin sevinciyle duvarları süslemekteydi. Diğer vitrayda ise maksat hasıl olsun diye ecdad, pencereyi kapıdan gayrı görmeyerek “Yâ müfettihü’l-ebvâb”ı vitrayına dahi hakketmişti. Kime niçin niyâzda bulunacağını bilen bir medeniyetin mensubu olmak hem iftihar hem de mesuliyet sebebi!
Bu mesuliyeti idrak ve gereğini tatbik edebilmek dileğiyle…
BİLGE BAYRAKTAR
KAYIP ARANIYOR! BULANLAR İNSANLIK NAMINA GERİ GETİRSİN
Yetmişli yıllarda bir Türkiye vardı, içinde yaşadığımız şu an bildiğiniz bu ülkeden çok farklı. Ne ara, nerelerde, nasıl kayıplar yaşadık tam da bilemiyorum. Çok bilgili insan yoktu etrafta, yürüyen merdiven nasıl bir şey bilinmiyordu ve uçağa binenler parmakla gösteriliyordu. Bilmeyenler bilmediğini bilirlerdi. Gülmeyin! Önemli bir vasıf bilmediğini bilebilmek. Her şeyi herkesin bildiğini sandığı bir dünyada yaşıyoruz artık. Tüm konforlara herkes kolayca ulaştığı halde avuçla depresyon hapı kullanılıyor. İstanbul’un atık sularında resmen depresyon hapı artığı kaynıyor. Yoktu eskiden anksiyete geçiren bu kadar genç. Üzücü! Belki de merdivenleri yürüyerek çıkmayı bilen o eski insanlar bazı konularda bizi yaya bıraktılar.
Meyve sebze alışverişine gitmek operasyon gibiydi, gözlükler takılır mamul incelenir kurtsuz çürüksüz sebze seçilirdi. Yoktu ilaçlı tarlalar, ama nasıl bir lezzet! Olsun bir kısmı çöpe giderdi ama sağlıklıydı yediklerimiz. Toprağa bile makyaj yaptık, dudaklara dokunan domates salatalık kıvamında. Lezzet arıyorum; bulanlar haber versin.
Eve toplu alışveriş yapılırdı, bir bereket bir bereket deme keyfine. Tek başına bereket olmazdı, komşuya dağılırdı erzaklardan, göz hakkı. O komşuyu gören varsa bize bir haber etsin, bize bir gelsin.
Eskiden varın yoğun lafı edilmezdi. Ayıplarlar denirdi, fazlası gösterilmez eksikliği konu edilmezdi. Nerde kaldı bu görgülü aileler bilen varsa bir çağırın, çaya bekliyorum lütfen.
Eskiden banka kredisi yoktu, akraba dost arka çıkar ev alınırdı. Bilezikler bozulur ısrarla mendille verilirdi. Sahi nerde bu akrabalar nereye kayboldular? Kredi notu düşükse, mendilleri yere koyup yalvarsan nafile.
‘Baba parası ile araba almış hava atıyor‘ diye aşağılanan ayıplanan bir kesim zengin vardı. Kız verilmezdi, şimdi damat oldular. Nerede onları istemeyen aileler, nereye kaçtılar?
Sokakta yemek yenmezdi, eve gelen aç yollanmazdı. İnsanların ulaşamadığı bir şeyler göze sokulmazdı. Nerde bu zarif insanlar? Hangi durakta indiler?
Yabancıların yanında tartışılmaz, özel ve önemli konular ortada konuşulmazdı. Nerede bu ölçülü dimağlar? Bulanlar geri getirsin lütfen.
Evde güzel bir şey mi pişti? Keyifle yendi mi? Olmaz, hemen komşunun payına düşen tabağa konur evine çocukla yollanırdı. Nerde tabak götüren çocuklar? Asansörde mi kaldılar?
Eskiden bacak bacak üstüne atılmazdı, ora bura açılmaz, açana ar edilip bakılmazdı. Ölçü vardı yerine göre giyinilirdi. Anaya babaya cevap verilmezdi. İletişim, çata çat pata pat cevap vermek değildi. Nerede bu elini, dilini, belini sakınanlar. Kim sakladı bunları?
Cahile cahil denmezdi, o zaten cahil olduğunu bilir gösterdiği saygıyla kıymet bulurdu. Bilgiyle övünülmezdi, marifetler ortaya serilmezdi, olgun başaklar başı öne eğik olandır denirdi. O başakları kim biçti?
Aile büyükleri vardı, senin için yemekler pişiren, çeyizler hazırlayan. Evine gittiğinde, tertemiz havlunu yatacağın yatağın ayakucuna bırakan. Evi gülsuyu kokan, pencereleri kaynayan yemeklerden buharlanan evlerin o anaları nerede? Özledim ya bir gelsin, ayaklarını öpeceğim.
Dini yasaklar bu kadar konuşulmazdı, dualar yapılır, davet edilirdi komşu; Türkü, Rum’u ve Ermeni’si. Yaratan birdi, kimin duası kimin kalbi yeğdir bilinmezdi çünkü. Nerde bu derin ruhlar? Allah’ın bildiğine akıl sır erdiremeyenler? Neredeler Allah aşkına geri getirin!
Türkiye’nin Kaybolanlar odasında istiflenenleri çok değerli. Örneğin; sevgi yağmurunda açılan şemsiyeler, kibar yazılmış çiçekli kâğıtlı mektuplar, içinde ilk kâğıt paramızı taşıyan bayram mendilleri, akıllı fikirli zarif insanlardan kalan değerli sözler, herkese bölününce fazlalaşan ekmekler, eşe sadakati önemseyen namuslu insanlar, babalığı ciddiye alan babalar, fedakâr analar, cesurca yaş almış nur yüzlü yaşlılar, kalp kırmaktan korkan zarif ve iyi yürekli insanlar. Dopdolu, ortaya doğru bel vermiş, sıralı tozlu raflar.
Orada olmayanlar mı? Gelecek korkusu, antidepresanlar, hayal kırıklığı, ihanet, umutsuzluk, bereketsizlik bulamazsınız çünkü bunlar hep dayanışmayla yok olanlardı. Şu an evlerimiz tam takır kuru bakır kaldı. Uçağa da binsek, merdivende yürümesek fark etmez. Yorulmayı göze almalıyız, unutulan değerlerimizden birini kucaklayıp geri getirmeliyiz. İnsanlık namına, hatırladığınız ve bulduğunuz değerlerden birini bir tutup geri getirin gayri. Bilenler bilmeyenlere haber versin, bizi biz yapanları arıyoruz. Bulunca bana haber verin ben dolapta organik meyve yiyerek karanlıkta saklanıyor olacağım.
ARTI EKSİ
Artı
Sıcak Çay
Günlerdir İstanbul’da yaşadığımız yoğun kar yağışı nedeniyle yaşanan ve alınmayan önlemler sayesinde de yollarda mahsur kalan insanları izliyoruz. Aileleri ile araçlarda kalanlar; yaşlısı, hastası ile evine veya hastaneye yetişmek üzereyken insanların imdadına sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra bir de ellerinde termoslarla sıcak çay dağıtan vatandaşları gördükçe yüreğimiz ısındı. Ve işte biz aslında buyuz dedirten bu görüntülerle içimiz ısındı ve keşke ben de orada olsam da bir şeyin ucundan tutsam dedik.
Eksi
Psikiyatr ve fahiş ücret
Otizmli çocuğu olan bir ailenin psikiyatıra giderek tam 2 bin lira verip üstüne üstelik de sizin çocuğunuz için yapılacak bir şey yok demek hangi meslek etiği ile açıklanabilir? Madem otizimli çocuk için bir psikiyatrik müdahale yoksa neden randevu kabul ederek insanların içini yakıyorsunuz? Doktorluk bu kadar basit bu kadar pervasızca yapılmamalıdır. İnsanlık onuru diye bir şey var. Hem ailenin evlatları için tüm ümitlerini söndürüyorsunuz hem de maddi olarak da sömürüyorsunuz. Yazık!
ALGIYA KURBAN OLUYORUZ
Algı konusunda her gün yazsam boş değil. Daha dün yine bir fotoğraf servis ediliyor ve cumburlop herkes üzerine atlıyor. Yani herkes oltaya geliyor. Konuşulması gerekenlerin konuşulmaması için önünüze yem konuluyor. Biz okuyucuya düşen ise önümüze çıkan her tür görsel ve yazıya şüphe ile bakmaktır. Maalesef bir anda ortaya çıkan ve nereden servis edildiği belli olmayan fotoğraflar ve üzerine yazılanlar hakkında kuşkuyla bakmak zorunda olmamıza ‘ne yazık ki’ diyorum. Algıya kapılmamak için en iyi formül hemen ortaya çıkan şeye bir süre sessiz kalmaktır. Uzaktan izlemek, yorumları takip etmek, paylaşanları gözlemlemektir. Bir de gerçekten öyle olsa bile Allah aşkına neden bir şeyi deşeliyoruz, gizli şeylerden kendimize manalar çıkarıyor ve orada oyalanıyoruz. Bakınız ben her şeye toz pembe bakalım veya her şeyi reddedelim demiyorum. Ama biz işimize bakalım diyorum. İyiliği çoğaltalım diyorum. Klavye başında birilerinin terbiyesizliğini veya yanlışlığını yayarak onun ekmeğine yağ sürmeyelim. Çünkü devir algı ile şekillendiriliyor. Ferasetli bir bakış kazanmak lazım. Bunun için de temkinli hareket etmek gerekiyor.