"Sosyal medyasında en çok yalan haber yapılan ülke" unvanına sahip biricik ve güzel Ülkemizde geçen günlerde çıkan dezenformasyon yasasının genelde spor dünyasına özelde ise futbol âlemine nasıl yansıyacağı konusu neredeyse hiç gündeme gelmedi.
“Sosyal medyasında en çok yalan haber yapılan ülke” unvanına sahip biricik ve güzel Ülkemizde geçen günlerde çıkan dezenformasyon yasasının genelde spor dünyasına özelde ise futbol âlemine nasıl yansıyacağı konusu neredeyse hiç gündeme gelmedi. Oysa yalanın kuyruklusu ve asparagasın kralı futbol konularında yapılan sosyal medya iletilerinde dönüyor günümüzde. Etkileşim almak, tıklanmak, izlenmek ve dolayısıyla reklam pastasından aldığı payı büyütmek isteyen sosyal medya erbâbı neredeyse siyasetteki toplum mühendisliği çalışmalarına “Fatiha” okutacak büyüklükte işler yapmaktaydı.
“Basın Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” olarak Meclis’ten geçen ve Cumhurbaşkanı’nın imzası sonrasında Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren kanunun, özellikle; sosyal medya düzenlemeleri içeren bölümlerinde kullanılan dil ve anlatım eksiklikleri ilerleyen günlerde biraz başımızı ağrıtacak da olsa genel olarak böyle bir düzenlemeye çok ihtiyaç vardı özellikle futbol dünyasında ve futbol medyasında.
İsteyen istediği yalanı uyduruyor, bunu utanmadan servis ediyor, sonuçları açısından telafi edilmeyecek büyüklükte huzursuzluğa sebep olunuyor ama buna karşı hiçbir müeyyide bulunmuyordu. Adeta taşların bağlı, köpeklerin serbest olduğu ütopik bir özgürlükle sosyal medyada bir köşe ele geçiren art niyetli kişi ve kurumlar bu düzenleme ile hiç olmazsa biraz kendilerine çeki düzen vereceklerdir.
İşini severek yapan, dürüst, adil ve emekçi gazeteci arkadaşlarımızı bir yana bırakarak söyleyecek olursak sosyal medyada okunan, takip edilen, tıklanan neredeyse çoğu masa başında ve “aldığımız duyuma göre” kaynağından beslenen klavye delikanlıları için çıkartılan bu düzenleme ile koca koca camiaları töhmet altında bırakan, olmayan transfer haberlerini “bir yerlerinden” uyduran, tribünlere fitne sokarak toplumun huzurunu kaçıran kişi ve kuruluşlar için bundan sonra “hesap verilebilir” olma günleri başlıyor.
Yasadaki en temel sıkıntı “doğru haber”, “doğru olmayan haber” tanımlarının çok geniş ve esnek tutularak isteyenin istediği şekilde yorumlayabileceği bir muğlaklıkta yapılmış olması, kullanılan dilin kısmen halkın anlayacağı netlikte olmaması ve biraz da aceleye getirilmesi olarak tebarüz ediyor ilk bakıldığında. Uygulamada, hakimden hakime, savcıdan savcıya değişecek ve standart olmayan kararlar görürsek şaşırmayalım.
Bu yasa her ne kadar Basın Kanunu adı altında çıkartılmış olsa ve doğrudan biz gazetecileri, habercileri, medya mensuplarını ilgilendiriyor gibi görünse bile esas hedefin sosyal medyanın zehirli sarmaşığından kamuoyunu koruyarak insanların algılarıyla oynanmasına müsaade etmemek olduğu âşikâr.
Toplum düzenini bozmanın en kolay yollarından birisinin tribünlerin moral ayarlarıyla oynayarak kitleyi provake edip sokağa dökmek olduğu acı tecrübelerimizden birisi olarak duruyor kayıtlarda. O gece dedikoduların dolaşım hızı neredeyse ışık hızı ile eşdeğerdeydi.
Bu biraz da sigara içme özgürlüğü gibi bir şey aslında, her ne kadar sigara içmek bireysel bir tercih ise de sonuçları ve sirayet ettiği yapılarla toplumsal bir sonuç doğuruyor kaçınılmaz olarak. Neylersin ki yalan uydurmak, yalancılık bizde daha çocukluktan normal görülüyor. “Portakalı soydum, başucuma koydum ben bir yalan uydurdum” diye tekerlememiz, saymacamız var bizim şimdi uğraştığımız aslında bunun sonuçları belki de?
Neyse olanda hayır vardır diyelim ve Anayasa Mahkemesi sürecini bekleyelim bakalım.
Görelim Mevlâ n’eyler, n’eylerse güzel eyler.