Hafta içi oynanan Avrupa Kupası maçlarında takımlarımız (birisi hariç) oldukça başarılı sonuçlar aldılar ve ülke puanımız için elzem olan ilaveleri gerçekleştirdiler. Hepsini tebrik ediyoruz.
Sadece Fenerbahçe Hollanda’dan eli boş dönüyor. Trabzon maçında 90+12’de gelen galibiyetten sonra oyuncularda ve teknik ekipte bir rehavet bekleniyordu (ne de olsa Türk takımlarının genleri buna müsait) fakat oynanan kötü futbolu ve alınan sonucu bir veri olarak değerlendirip bundan bazı çıkarımlar ve tahliller yapmak mümkün.
Yani; Trabzonspor galibiyeti ile takım ve hocası sanki imkansızı başarmış, amacına ulaşmış ve gidecek başka bir hedef kalmamış gibi bir boşalma içerisine girmiş. Hakemlerin kötü yönetimi söz konusu olsa bile Trabzonspor maçı ne ligin son maçı, ne kupa finali ne de şampiyonluk düğümünün çözüleceği bir maçtı, gayet sıradan bir lig maçı hüviyetinde iken, buna bu kadar büyük önem atfetmek gereksiz bir gaz birikmesine yol açtı camiada.
Yönetim son zamanlarda bir “yapı” söylemi tutturdu gidiyor. Böyle bir “yapı” vârit ve gerçekten ligin seyrine müdahale edecek donanımda olsa bile bu durumun yüksek sesle ve her platformda dile getirilerek yaşanan bütün olumsuzlukların kaynağı olarak işaret edilmesi ister istemez futbolcuları da olumsuz etkiliyor. Futbolcu diyor ki kendi kafasında “biz ne yaparsak yapalım bu “yapı” bizim başarılı olmamıza müsaade etmeyecek nasıl olsa, koyuverin gitsin uğraşıp da ne olacak sonunda?”
Bu basbayağı bir odak kaymasıdır. Yönetimin yapması gerekenleri futbol takımından (oyuncu ve hocadan) beklediğinizde onlar asıl yapmaları gereken işe konsantre olamıyor ve başarı için ön yargılı olduklarından vermeleri gereken üst düzey performanstan uzak kalıyorlar. Saha içi ve saha dışı birbirine karışıyor. Yönetim bu kavgayı futbol takımını bulaştırmadan yapmakla mükellef olduğunu unutuyor.
İyi bir ailenin evladı olmak, işinde gücünde başarılı bir insan olmak, cevval bir televizyoncu olmak, takımını, kulübünü, renklerini sevmek, yakışıklı olmak, hız tutkunu olmak, gani zengin olmak, vergi rekortmeni olmak gibi hususlar iyi bir futbol yöneticisi olmak için ne gerek şart, ne de yeter şart. Futbol yöneticiliği bambaşka bir bileşim, bambaşka bir alaşım. Çok farklı hasletler gerekiyor. Çünkü futbol dünyasının dinamikleri diğer her şeyden bambaşka.
En büyük rakibiniz hem futbol iştahı hem taktik-teknik disiplin ile lig ve Avrupa maçlarını tıkır-tıkır geçerken, sizin bununla rekabet etmek ve onları geçmek için çabalamanız yerine kendinizi çeşitli polemiklerin ortasında bulmanız; ileri görüşlü olmadığınızı ve objeleri/konuları doğru büyüklük ve hacimde değerlendirmekten uzak optik bir yanılsama içinde olduğunuzu gösterir.
Sorun takımda, transferde, stoperde, golcüde değil, sorun bunların ötesinde futbol takımının yönetilemeyişinde. Bu yalın gerçeği kabul etmek kolay olmasa da bir yerden başlamakta fayda var, zirâ hakikatin ayak sesleri gürdür ve taa uzaklardan duyulur.
Haydi kalın sağlıcakla,
PS: Milli Takımımıza bu Cumartesi Galler, haftaya Salı günü de Karadağ maçlarında başarılar diliyoruz. Haydi bastır Türkiye…