Sanatçılar şekli tayin eden ve diğerlerini temsil eden icracılardır. Söylemleri farklı olsa da dünyaya katma değer katan eserler bırakmakla mükelleftir. Onlar, gerçeğin karmaşık çevirileridir.
Mona Lisa tablosu, İran halı dokuması, Anadolu Semahı, Afrika çalgıları, Portekiz Fadosu yahut İtalyan Aryası, tek ve genel bir sanat anlayışıyla, konuma, seviyeye, tanıma, yoruma maruz bırakılmamalıdır. Yine de aradığımız görsel-işitsel- bedensel ürünlerin en benzersiz söylemleri… Tekrarı olmayan, tekrarında dahi, yeniden üretilen benzersizlik...
İnsanlık, neyin güzel, neyin sanat olduğu konusunda çok geniş tartışmalar yapmaktadır. Bugün, elimizde, sanat dünyası diye bir kavram var. Şeylerin (çoğu sanat diyebilir ben kültürü tercih ederim) üretildiği, dağıtıldığı, tüketildiği mecra… İlişkiler ağı, piyasası, patronajı, değer biçicisi, kurumları, icracısı, hizmetlisi, demir dövücüsünün hık deyicisi bile bu dünyanın parçası…
Bu döngünün kurgulanmış lakin sahte olmayan yanı ise sürecidir. Bir kültürleşme süreci bu… Aktörleri ile tanıştığımız, temsilleri takip ettiğimiz, önünü ardını öğrendiğimiz, hissettiğimiz, bellediğimiz, bir süreç… Misal, deriz ya, 1900’lerin plakları, 70’lerin şarkıları, Rönesans’ın tabloları… Hah işte o paha biçilmez olanların hepsi bizim içselleştirdiğimiz bir yanımızdır… Yani sanat gökten zembille inmiyor biz onu estetize ediyoruz, anlam biçiyoruz, değer veriyoruz, yaşatıyoruz…
İşte böyle bir dönemdi Türkiye Radyo ve Televizyonları’ndan ruhumuza, bedenimize zerk edilen Yurttan Sesler…
Bir fikrin bedenselleşmiş haliydi… Gelenekle modernite arasında fikirsel bir duruştu… Tamamıyla kurguydu… Bir sanatsal duruş olarak üretildi, radyo mikrofonlarından dağıtıldı, dinleyicisi ona değer verdi…
Şimdi yurttan sesler de nedir diye soran gençlerimiz olacaktır. Yurttan Sesler, çoksesli milli müzik yaratmaya karşı, Anadolu halk ezgilerini yeni bir yapı ve sistem içinde sunmak için 1950’li yıllarda Muzaffer Sarısözen öncülüğünde oluşturulan koro ve saz topluluğudur.
Amaçlarını Sarısözen verdiği bir röportajda şöyle ifade etmiş; “Radyonun sımsıkı tuttuğu ve başardığı halk türküleri yayımı, ne sadece dinleyicilerine hoş bir vakit geçirmek ne de yalnız türkülerimizin çeşitleri hakkında fikir vermekten ibaret değildir. Gönüllerimizi, bir araya toplamak ve bütün memleketi tek duygu haline getirmek, Yurttan Sesler'in başlıca hedefidir…”
İyi ses ve saz icracıları geldi geçti… Bugünkü türkü envanterimizin neredeyse tamamı, Yurttan Sesler’in ürünüdür. Bu konuda bir de makale yazmıştım. Dördüncü nesille birlikte kendi içinde, müziksel yolculuğunda nasıl değiştiğini ve başlangıç kodlarından ciddi çözülmeler olduğunu belirtmiştim. Ne zaman ki, bateriyle, tumba Yurttan Sesler’e girdi, o vakitten beri iflah olmaz bir iç çözülme oldu…
Şimdi ise bu hikayenin sonu göründü… Sarısözen ekolünün yetiştirdiği ses ve saz icracıları, TRT personelini emekliliğe teşvik eden yasayla birlikte, kurumdan ayrılmaya başladılar… Seslerinin, bilgilerinin en verimli zamanında olduğunu söyleyenler de vardı içlerinde, çok yorulmuştum biran evvel gitmek bana iyi gelecek diyen de var…
Burada vurgulamak istediğim, uygulamanın yararı- zararı- nedeni- nasılı değil… Benim ilgilendiğim bir kültürel değer ve fikrin dağıtılmasında yerine ne konulduğudur. Sonuçta bu nesil bir norm oluşturmuştu. Sanat vur kaç yapmayı sevmez, uzun süreçler, emek ve usta ister… Hem temsilcisi hem temsili hem de patronajı bu sürecin ortağıdır… Gelenek eski değildir. Eklenerek gelir, dinamiktir. Müzeye kaldırmaya gerek yoktur. Onu yaşatmak ve revize etmek elimizdedir… Şimdi sıra gençlerde; umarım dut ağacındaki ipek böcekleri, bir gün atlas kumaş olacak kadar değerli ipeklere dönüşür... Zira, Dut’tan Sesler bir kültür hafızasını siler geçer..
Çok güzel bir türkü sözü vardır “Sabır ile atlas olur dut yaprağından..”