..

Yataktan kalkan bir çift..

Kadın erkeğe sesleniyor:

Bu yataktan kurtulmanın vakti geldi.

-Tamam da, nasıl?

- Atarııız..

Sonrası malum; önce çöp kamyonunu durdurma denemesi, olmayınca çöp kutusu..

O da mı olmadı, masmavi denize fırlat gitsin.

Ha, o da olmadıysa, ağaçların arasında (muhtemelen bir orman içi ya da koru) açtığın bir çukura göm..

Eskiyen yataklarından kurtulmak için türlü yollara başvuran ancak yataktan kurtulamayan çiftin yüzünün Hülya Avşar’dan aldıkları haberle güldüğü, Bambi Yatak, "Değiştirme Kampanyası"nın reklam filmi.

'Çevre Haftası'nın hemen öncesinde, ulusal yayında.

Neredeyse tüm TV kanallarında agresif bir planlama ile milyonlara ulaşıyor.

Reklamın, yaşam biçimlerini ve alışkanlıkları değiştirmede ya da benimsetmede ne denli etkili bir güce sahip olduğunu bilen bir reklamcı açısından, bu film "kasıtlı" ve "bilinçli" bir tercihtir..

Hele hele, bizim camianın profesyonellerinin yakından takip ettiklerini bildiğim, ikna psikolojisi üzerinde yaptığı çalışmalarla ve yazdığı eserlerle tanınan Amerikalı sosyal psikolog William J. McGuire'ın, "Reklam, her işletme için tanıtım aracı olarak bilinse de; müşterilerin üzerinde bırakmış olduğu etki, tanıtımdan çok daha fazlasıdır." tespitinden haberdar olmamaları düşünülemez..

DUYARLI TOPLUMUMUZA BİRKAÇ SORU

Sormak isterim, “yeşil reklama” yatırımın zirveye çıktığı günümüzde, “dünyanın hemen her alanı sizin için çöplüktür” mesajı veren bu filme, şirket sahibi, yöneticileri nasıl onay vermiştir?

İkincisi, Reklam Özdenetim Kurulu’nun Reklam ve Pazarlama İletişimi Uygulamalarına Yönelik Genel Hükümleri, “Çevreye İlişkin Tutum” başlıklı 22. Maddesinde açıkça ifade edilen, “Pazarlama iletişimi, çevre alanındaki yasaları, özdenetim esaslarını veya çevre konusunda toplumda genel kabul görmüş davranış biçimlerini olumsuz etkilememeli; bu olumsuz davranış biçimlerini teşvik veya tasdik edici nitelikte olmamalıdır.” ilkesine açık bir aykırılık söz konusu değil midir?

Üçüncüsü, dünyanın takdir ettiği “Sıfır Atık” mücadelesini yürüten Çevre ve Şehircilik Bakanlığı başta olmak üzere; ÇEVKO (Çevre Koruma ve Ambalaj Atıkları Değerlendirme Vakfı), Türkiye Tabiatını Koruma Derneği, Doğa Derneği, ÇEKÜL (Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı), Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF), Deniztemiz / Turmepa Derneği vb. kurum ve kuruluşlar, neden -en azından- “Ya arkadaş burada bir yanlışlık var?” demezler..

Dördüncüsü, ota bota kalem sallayan, parmak uzatan, tabir yerindeyse ‘klavye delikanlılarından’ neden tek kelime çıkmaz.

Marmara Denizi’nde göz göre göre gelen ve süregiden bir çevre felaketinin yaşandığı bu günlerde bu ölüm sessizliğinin sosyolojik bir açıklaması olmalı.

SANKİ İLK DEFA DUYUYOR HAVASI

Reklam filmi kanallarda döne dursun, Marmara Denizi su yüzeyini ve derinlerini saran ve “deniz salyası” ya da halk arasındaki ilk adıyla “kaykay” olarak adlandırılan musilajla boğuşuyor.

İstanbul, Adalar, Tekirdağ, Çınarcık, Bursa, Erdek, körfezler, kıyılar ve daha da ciddisi denizin derinleri...

Marmara Denizi’nin neredeyse tamamı kasım ayından bu yana yoğun musilaj agregat etkisi altında.

Tüm uzmanlar yaşanan durumun birincil sebebinin "atıklar" olduğunda hemfikir.

İşin tuhaf yanı, özellikle CHP başta olmak üzere muhalefet ve her siyasi görüşe mensup kişi ve kurum ile, gazeteciler ve neredeyse bilim dünyasının önemli bir kesiminin deniz salyası problemi ilk kez bu yıl yaşanıyor ve yeni görüyorlarmış gibi davranıyor olması.

Sık sık hatırlatırım, yeni bir "Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür" durumu desem yeridir. Yani, “insan hafızasının eksikliği unutkanlığıdır yada unutkanlık insan halidir.” vakası.

Bir artı Bir'e konuşan hidrobiyolog Levent Artüz, "Bu münferit bir olay değil, bir zincir, bir sonuç. Bundan sonra da böyle anomaliler göreceğiz. Marmara Denizi 1989 yılında öldü. Gördüğümüz, bir cesedin çürümesidir." diyor.

Artüz’ün tespiti ve açıklamaları çok önemli..

Çünkü Levent Artüz, 1954 senesinde Olav Aasen ve İlham Artüz yöneticiliğinde Et ve Balık Kurumu tarafından başlatılan ve sırası ile; İ.Ü. Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü, İ.Ü. Çevrebilimleri Enstitüsü, Marmara ve Boğazları Belediyeler Birliği, İ.T.Ü. Gemi İnşaat ve Denizbilimleri Fakültesi tarafından bir bayrak yarışı şeklinde 1995 senesine kadar devam ettirilen, 1995 senesinden sonrası ise, senelik bağımsız bölümler halinde sürmesinin ardından, 2006 senesinden bu güne Sevinç-Erdal İnönü Vakfı bünyesinde yürütülen, “Marmara Denizi’nin Değişen Oşinografik Şartlarının İzlenmesi Projesinin” uzun yıllardır başında olan kişidir .

Musilaj meselesini daha dün görmüş ve yeni bir meseleymiş gibi sunanlara hatırlatmalıyım, 31 Mart 2008 tarihli "Marmara Denizi Genelinde Gözlemlenen Karışık Alg Patlaması Sonucunda Oluşan Musilaj Agregat" raporunda Artüz şu ifadeleri kullanmıştır:

“Bilindiği gibi Marmara Denizi, geçtiğimiz 2007 senesinin ekim ayından beri, balıkçıların ‘salya’ adını verdikleri bir oluşum ile gündeme gelmektedir. Söz konusu oluşum, yoğun yapısı dolayısı ile su ürünleri istihsalinde önemli bir yer tutan bu denizimizde, su ürünleri avcılığını engellemekte ve fiziksel yapısı dolayısı ile de Marmara Denizi’nin zaten dramatik bir şekilde gerilemiş olan tür çeşitliliğine, ciddi ve onarılması çok zor, olumsuz etkiler bırakmaktadır."

Üzücü olan, Mart 2008'de, DSP Balıkesir Milletvekili Hüseyin Pazarcı'nın -günün tabiriyle- “kaykay” denilen müsilaj birikimi soru önergesine yanıt veren dönemin Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker'in, önce İzmit Körfezi ardından da Marmara Denizi'nde görülen salya salgını konusunda bilim adamlarının çalışmalarını sürdürdüğünü ancak bakanlık olarak herhangi bir tedbir almadıklarını bildirmesidir.

SUÇLAMAYA DEĞİL ÇÖZÜME ODAKLANMAK

Sorun şurada, burada..

Suçlu şu, bu..

Önemli olan, suçluyu aramak değil, çözüme odaklanmak olmalı.

Bilimsel makalelerde ele alınan, özellikle kalkınma planları üzerinden çevre sorunlarına yönelik politikaları incelediğinizde açıkça görürsünüz.

İlk beş kalkınma planında kentleşme kavramıyla yeni tanışılmış olması ve ülkenin sermayesini başka alanlara yatırmasından dolayı çevresel sorunları çözmeye yönelik oluşturulan politikalar yetersiz kalmıştır.

Son beş planlama döneminde ise çevresel sorunlar yavaş yavaş çözülmeye başlanmış özellikle sekiz, dokuz ve onuncu plan döneminde çevre politikaları ile ilgili artan oranda sorun çözücü çalışmaların yapıldığı görülmüştür.

Fakat sürekli bir gelişim ve değişim süreci olan kentleşmeye yönelik politikalar hiçbir zaman yeterli olmamıştır.

Türkiye’de ilk defa 2017 yılında "Sıfır Atık Projesi" olarak duyurulan ve uygulamaya konulan, Emine Erdoğan himayesinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı takibiyle başlayan proje çok önemli bir adımdır: İsrafı önleme, kaynakları daha verimli kullanma, atık miktarını azaltma ve atıkları geri kazanma, yarınlara temiz bir dünya bırakma..

Ve de temel eğitim kademesindeki ilkokullarda ders öğretim programlarının içerik ve kazanımlarının sıfır atık yaklaşımı açısından örtük mesajlar barındırmasının gerekliliğinin ortaya çıkması ve adım atılması..

Eğitim..

Bilim insanlarının daima vurguladığı gibi, alınan önlemler ve tedbirler bir adım önde olursa sorunların tam manasıyla çözülmesi mümkün olabilir.

Yarın 5 Haziran. Dünya Çevre Günü.. Kutlamak isterdim.