Ülkemizin ilk televizyon kanalı TRT değildi; ilk televizyon yayınının tarihi de 31 Ocak 1968. Türkiye'ye televizyon, bir üniversitenin sınırlı bütçesi, sınırlı olanakları ama sınırsız vizyonu sayesinde geldi.
TRT'nin ilk yayınından tam 16 yıl önce başladı öykü...
İlk adımları amatörce atılsa da profesyonelce devam etti…
En başta her şeyi ithal edilen o TV kanalı; 20 yıl sonra
kapatılırken kameralar hariç kullanılan tüm cihazlar artık yerli üretimdi;
üstelik hepsini İTÜ'lü genç mühendisler bitirme tezi olarak
tasarlamıştı.
Ve TRT İstanbul yayınları, onların yaptığı ilk kurgu
cihazını, onların yaptığı vericiyi ve İTÜ'deki stüdyoyu kullanarak
başlamıştı.
Bir duayen daha İTÜ TV'de
Türkiye'de televizyonun başlangıç öyküsünü Mehmet Karaca
editörlüğünde, Zeynep Şahin Tutuk ve Burak Barutçu kaleme aldı.
Safiye Ayla'dan Zeki Müren'e, İsmail
Dümbüllü'den Haldun Dormen'e, Erol Evgin'den Halit Kıvanç'a,
Fecri Ebcioğlu'ndan Erkan Yolaç'a bir yıldızlar geçidinin öyküsü.
İTÜ Vakfı Yayınları'ndan 2018’de çıkan, "Televizyon
Diye Bir Şey Varmış" başlıklı kitapta; naif anılar, siyah-beyaz
günlerin hiç yayınlanmamış fotoğrafları ve ustalarla röportajlar yer alıyor.
Önceki gün kaybettiğimiz Erkan Yolaç, o ustalardan...
Televizyona adım attığı ilk günleri, "Evet
Hayır" oyununun tüm hikayesini anlatıyor röportajında, Yolaç…
BBC'den ithal yarışma
Erkan Yolaç... Söze Fecri Ebcioğlu'nu anarak
başladı. Halit Kıvanç’la olan anılarını anlattı:
"Halit Kıvanç'la da ekrana çıktığımız olmuştu,
beraber konuşmalar yaptık. O günün koşullarında belki Fenerbahçe'yle
Galatasaray'ı konuştuk şu anda geçmiş zaman net hatırlamıyorum belki ona da bir
Evet Hayır takılmışımdır..."
Erkan Yolaç denince akla gelen ilk şey "Evet
Hayır" oyunu. Çünkü dile kolay, televizyon tarihinin en uzun soluklu
yarışmasıydı Evet Hayır. En kolay oynanan oyunlardan biri olarak, sessiz
sinema ile birlikte birçok eş dost buluşmasının eğlence kaynağı olmuştu. Erkan
Yolaç'ın imzası haline gelen bu oyun, İTÜ TV'de hiç ekrana gelmemiş
sadece kulis eğlencesi olmuş. "Çünkü" diyor büyük usta; "Seyirciyle
oynanan bir oyun ama stüdyoda her zaman seyirci olmazdı. Ama Evet Hayır'ı da
yayın öncesinde stüdyoda kendi aramızda oynardık; en çok Fecri'yle. O bana
dedirtmeye çalışırdı ben de ona. Fecri çok muzip, çok neşeli, espiritüel bir
insandı; haliyle Evet Hayır oynamak da keyifli olurdu. Bazen de gelen
konuklarla ayak üstü oynardım benim için de programa konsantrasyon olurdu,
ekranda sunum yapmaya hazırlardım kendimi."
"Evet Hayır" yarışması aslında televizyonda
değil radyoda başlamış. 1960'larda BBC Radyo'da oynanırmış. Bu formatı
alıp Türkiye'ye getirense söz sanatının duayeni Orhan Boran olmuş. "Bu
mesleğe başladığım zaman demiştim ki 'aradan yüzyıl geçse bir Orhan Boran daha
gelmez'; 60 yıl geçirdim sahnede tekrar ediyorum, bir Orhan Boran daha
gelmez" diye rahmetle andığı ustasının, yarışmayı kendisine adeta
hediye edişini anlatırken, Yolaç'ın bakışları derin bir saygıya
bürünüyor...
"İstanbul Sıraselviler'de bir gece kulübü vardı;
Kulüp 12. Gençliğimizde eğlenmeye gittiğimiz bir yerdi. Bir akşam Orhan Boran
usta sahnedeydi. İlk kez izlediğim 'Evet Hayır' diye bir oyun oynattı. Bir
hanımefendi ile yarışırken seyircilerin arasında beni gördü ve 'Oooo işte mikrofon
mesleğinde nöbeti devredeceğim insan geldi. Erkan Yolaç'a alkış' diye anons
etti. Millet beni alkışlıyor ama tanımıyor tabii... Radyoda program yapıyorum
ama yüzümü bilen yok. Çağırdı beni, 'Gel beraber Evet Hayır oynayalım' dedi.
Çıktım sahneye, bir de hanım aldı. Güya beraber oynattık ama tabii ki Orhan Abi
yaptı şovu. O gece çok enteresandı benim için, belki hayatımın dönüm noktasıydı
diye kabul ediyorum. Sahne sonrası çağırdı yanına; 'Bak ben bu oyunu
İngiltere'de izledim ama pek kullanmadım, yeni bir şey, bunu sen yap.' Olacak
iş mi? Durup dururken kendisinin getirdiği yeni bir eğlenceyi bana verdi, ben
de aldım. Ve tam 60 yıl Evet Hayır yarışmasını yaptık, efsane oldu. Bütün
Türkiye sevdi.
Daha geçenlerde birisi yolda çevirip dedi ki;
'Amerika'dan yeni geldim iki tane torunum var biri 7 diğeri 13 yaşında. Evet
Hayır oynuyorlar ve size hayranlar. Şaşırdım, 'Onlar beni nereden tanıyor' diye
sordum. 'İnternetten eski bölümleri izliyorlar sonra kendileri evde oynuyorlar'
dedi. Ne enteresan ne güzel... 60 yıl bir ömür aslında. Dünyada bu kadar uzun
soluklu bir yarışma yok diye biliyorum. Evet Hayır, yaşınız kaç olursa olsun,
eğitiminiz ne olursa olsun sizi güldüren bir yarışma. O yüzden burada Orhan
Boran'ı bir kez rahmetle anıyorum. Nurlar içinde yatsın. Büyük ustaydı…"
Unutulmaz bir yarışmacı
Her zaman yarışmaya konsantre kalamadığını ve sunucu olarak
kaybettiği zamanlar olduğunu da söylüyor ama kaybettiği yarışmaların ancak
yüzde 1'i bulduğunu da ekliyor. Biliyoruz ki binlerce kişiyle aynı oyunu
oynayıp unutulmaz anları ayırt etmek çok zor. O yüzden biz de "en
unutulmaz anısı"nı değil, ilk aklına gelen "evet hayır
anısı"nı soruyoruz; sanki aynı oyunu tekrar oynar gibi keyifle
anlatıyor:
-Ne işle meşgulsünüz? -Kuyumcuyum.
Adam ikinci soruya mahal vermeden başladı makineli tüfek
gibi konuşmaya. Çok uyanık beni alt etmek için sözü bana bırakmıyor. Kestim
sözünü:
-Öyle olmaz. Acelemiz yok, ben soracağım siz
yanıtlayacaksınız siz bana sormayacaksınız. Tamam mı?
-Tamam.
Sonra şaşırtmak istedim ve bambaşka bir konudan girdim söze:
-Sizin evde hiç musluk bozuldu mu? -Bozuldu.
-E nasıl tamir edersiniz musluğu?
-Basit iş. Hemen rondelayı değiştiririm.
-Öyle pat diye rondela çıkarılır mı? Musluğu vanadan
kapatmadan rondelayı nasıl değiştireceksiniz? Önce vanayı kapacağız, kapattık
mı?
-Kapattık.
-Peki ne yaptık sonra, açtık rondelayı çıkardık. Eski
rondelayı attık mı?
-Attık.
-Yeni rondelayı koyduk mu?
-Koyduk.
-Musluğu takıp vanayı açtık mı?
-Açtık.
-Su kaçırıyor mu baktık, tamam kaçırmıyor. Oldu mu? -Oldu.
-Yapıldı mı?
-Yapıldı.
-Siz muslukçu musunuz?
-Hayır.
-Hayır dediniz kaybettiniz!"
‘Önce sesimi sonra yüzümü tanıdılar’
Evet Hayır'dan tekrar İTÜ TV günlerine
dönüyoruz. Ekrana çıkmanın kariyerinde nasıl bir yol açtığını sorduğumuzda
aslında o günlerde ülke genelinde az tanındığını, sadece radyo ve sahne
programları yaptığını söylüyor. Yani ya sesini dinleyip kim olduğunu
bilmiyorlar ya da gazino - konser programlarından birine gidenler tanıyorlar.
"Bir gün Asuman'la (eşi) İstanbul'dan Gaziantep'e
gidiyoruz arabayla. Adana'da konakladık bir gece, ertesi gün yola devam ettik.
Arabayı ben kullanıyorum Adana - Antep arası polis durdurdu. Kimliği verdim,
isme bakınca 'Affedersiniz, siz o radyoda konuşan Erkan Yolaç mısınız' dedi.
'Evet' dememle birlikte 'Yahu in arabadan da bir sarılıp öpeyim' diye sevindi.
Meğerse radyo programlarımı takip ediyormuş, beni çok seviyormuş. İndim
arabadan sanki ahbap gibi sarıldık, öpüştük şehirlerarası yolda. Belki bu radyoya
dair bir anıydı ama Teknik Üniversite Televizyonu'nun yaptığı etki de buydu.
Tüm ülkeye ulaşan bir TV kanalı değildi ama kesinlikle insanların beni
tanımasına benim de televizyonculuğu tanımama katkı sağladı."
'1972'ye kadar televizyonum yoktu'
Televizyon yüzlerinin kendilerinin nasıl bir TV izleyicisi
olduğunu merak ediyoruz.
"Sizin evinize televizyon, ne zaman nasıl girdi?"
Erkan Yolaç'tan aldığımız yanıt; 1972.
"Biz Asuman'la Kıbrıs'a gittiğimizde almıştık. Yani
Teknik Üniversitedeki programları yaparken daha evde televizyonumuz yoktu.
Kıbrıs'ta Rum kesimindeki bir mağazadan almıştık. Asuman bir tane aldı bir tane
ben aldım. Tabii evli değiliz o zaman arkadaşız; evleneceğimizi bilsek iki tane
almazdık. Ama neyse ki evlenmişiz, iyi ki Asuman'ı almışım."
Tam bu esnada gözleri doluyor, röportajı bölüp daha 1 saat
önce aşık olmuş gibi heyecanla ve sevgiyle bakıyor 41 yıllık eşine. Ve işini en
çok eşiyle karşılaşmasına vesile olduğu için sevdiğini söylüyor.
'İyi ki bu temeli atmışlar'
Röportajımızdaki romantik hava, Erkan Yolaç'ın İTÜ
TV'den hatırında kalan sahneleri anlatmaya başlamasıyla dağılıyor...
“Teknik Üniversite'nin yaptıkları çok önemli. Üniversite
bu temelleri atmasaydı, bugün Türkiye'de televizyon bugünlere gelmezdi. Bir
kere bunu böyle kabul edelim. Belki herkesin evinde televizyon yoktu, çok
izlenemiyordu ama bir çaba vardı. Önemli olan o çabaydı...”
Ustalara rahmet ve saygıyla..