İlk önce çocuğa güzel ahlâkı ve Kur'ân-ı Kerim' in yasakladığı 'haram, yalan…' gibi, öz konularda doğru konuşmayı öğretmek lâzım.
Hocam Sâmiha Ayverdi’yi rahmetle anıyorum. O diyor ki: “Çocukluk şiirdir, çocuk da şâir. Ne ki, sırasıyla vezinsiz kafiyesiz, tek mısra hattâ tek hecedir. Ama bakarsanız bu şah beyit bir tam kıt’a ve büyük nükte olabilir. Yâni bizim görmediğimizi, duymadığımızı, anlamadığımızı, talep etmeyi bile düşünmediğimizi o duyar, hisseder ve anlar. İstediğini sezip, hissetmezseniz de kızar. Elde edemezse ısrar eder, keser, bağırır, çünkü daha henüz emelleri oluşmamıştır, daha henüz kendi yolunu çizmemiştir.”
İlk önce çocuğa güzel ahlâkı ve Kur’ân-ı Kerim’ in yasakladığı ‘haram, yalan…’ gibi, öz konularda doğru konuşmayı öğretmek lâzım. Bunu yaşayarak öğretmek gerekir. Çocuklara bir şeyi ‘yap’ deyince, tıpkı Hocamın söylediği gibi, tersini yapmaya çalışırlar.
O halde anne-baba ahlâk-ı Muhammedî’yi yaşayacak ki, çocuk da onlardan etkilensin. Çocuğa ‘büyük adam’ muamelesi yapıp, ona değer verdiğimizi göstermek ve ona mesûliyet aşılamak gerekir. Ama yanlış olduğu noktalarda da tepki göstermek ve mutlaka hatâsı olduğunu ona anlatacak şekilde cezâlandırmak gerekir, yâni tatlı-sert bir muâmeleyle evlâda yaklaşmalı.
Evlat, evi terk edecek kadar evde kendini mutsuz hissetmemeli, annesine babasına sırasında sığınabilmeli. Bütün bunların içinde ona îmanın getirdiği bir amaç, güzel ahlâka doğru yürüme fırsatı vermeli.
İşte bütün bunları hâlimizle gösterir ve ona da değer verirsek, o zaman karşımıza alıp konuşabildiğimiz, paylaşabildiğimiz bir evlat oluyorlar, eğer ezelî nasiplerinde varsa.
Fakat tabii ki bâzı sorular soruyorlar, bunlar îmânsız sorular da olabilir. Birden: “Sen hiçbir şey bilmiyorsun, sen kötüsün, böyle bir soruyu nasıl soruyorsun? Haram! Allah yasaklamış!” gibi korkutucu sözlerle onu kaçırmamak, “Evet, bu söylediğin de bir fikirdir, ama galiba bunun esâsı budur…” gibi konuşarak, onları îmâna, ahlâka, Allah ve Peygamber sevgisine gelecek şekilde yönlendirmek gerekir.
Yeni nesli anlayamamak çocularımıza yeterli ve gerekli İslâm zevkini aşılayamamaktır. Çocuklar haklı olarak kendilerinin din ile mutlu olacaklarını hissediyorlar, çünkü dinin her türü insanı mutluluğa doğru iletmek için vardır. Fakat Müslümanlığın hakîkî mutlu edici din olduğunu ve bugün anlatılan Müslümanlığın ‘hakîkî Müslümanlık’ olmadığını, birçok ülkede yaşanan Müslümanlığın da ‘hakîkî Müslümanlık’ olmadığını, ahlâk-ı Muhammedî’ nin ve Allah’ın ahlâkına erişmenin ‘hakîkî Müslümanlık’ olduğunu çocuklara yaşarken göstermek lâzım.
Çocuklarımıza bir sürü şey anlatıyoruz fakat maalesef yaşayamadığımız için, tabii çocuk hiçbirine inanmıyor, çünkü Peygamber nasıl Allah tarafından gönderilmiş yaşayan bir örnek olarak bizi bu mânâya çekiyorsa, o da karşısında yaşayanı görmeyince bu hakîkate inanmıyor.
İstediğimiz kadar ikna edici olalım, İslâm’ı şuurlu bir şekilde yaşayamazsak, söylediklerimizin aksini yaparsak çocuklarımızı mânevî yola çekmemiz mümkün olmaz. Çocuklar yaratılışı gereği çok soru sorar ve sorgular, “Sen bana böyle öğretmiştin, sen niye yapmıyorsun?” diye... O zaman da onların fikrine önem verip “Haklısın, beni ne güzel düzelttin. Allah râzı olsun” diyerek, kendi yanlışlarımızı düzeltmeye çalışmalıyız. Bizimle ilgili eleştirilerde, “Vay, anne-baba niye eleştiriliyor?” demeden onların fikirlerine hürmet etmek lâzım, çünkü Hocamın da dediği gibi; çocuklar bâzen bizden daha iyi duyup, daha iyi görüyorlar. Bir diğer faktör de; onların Allah’ı sorgulamalarını kızmadan, öfkelenmeden, sevinerek cevaplamak lâzım. Çünkü akıllarını Allah meşgul ediyorsa, sonunda O’nun sevgisi içlerinde uyanacaktır. Allah herkese nasip etsin.
Diğer taraftan biz onların vücudî büyümelerini varlık oluşturmak sanıyoruz ama o esnâda ruhları küçük, kavruk ve ham kalmış çocuklar yetiştiriyoruz. Çünkü onları sâdece maddî hayata göre zırhlandırıyoruz. Mevlânâ Hazretleri bu konuyla ilgili: “Sana birisini sordukları zaman: ‘Onu çok iyi tanırım, şu kadar atı var, şu kadar arâzisi var’ diye cevap veriyorsun” diyor. Bu onu tanımak mıdır? Değildir! Ama çocukları at ve arâzi alacak şekilde yetiştirirsek- tabi bugünkü ‘at’ın yerine ‘araba’ geçiyor- çocuk da hiçbir zaman mânâya yönelmeyecektir. Onun için önce kalplerini geliştirip, ruhlarını geliştirip, sâdece vücûtlarının gelişmesi için vitaminleri vermek değil, sâdece hangi okulda okuyacaklarına karar vermek değil, onları mânen geliştirmek asıl gâyemiz olmalı.
Ne acı ki, çocukların okullarını bile kendi gidemediğimiz okullardan seçerek, kendi eksiklerimizi onlar vâsıtasıyla tamamlamaya çalışıyoruz. Yâhut insanların beğendiği okullara göndererek kendi egomuzu rahat ettirmeye çalışıyoruz. Bunun için de çocuklara çok eziyet ediyoruz. İnşallah mânâlarını geliştirelim, zâten maddeleri mânâ ile birlikte gelişecektir. Gençliğimiz aslında, görüldüğü gibi çok kötü bir gençlik değil, çok güzel bir gençlik geliyor. Gençlik düşünüyor, idrak ediyor, anlıyor. Bize düşen İslamı hakkıyla yaşayarak onlara örnek olmaktır vesselam.