"Ülkemdeki rektörlerimizden de ricam var.
"Ülkemdeki rektörlerimizden de ricam var. YÖK Başkanımız ile de bunu konuşuyorum. Allah aşkına şu yardımcı doçentlik olayı nedir? Şunu bir gözden geçirin. Yardımcı doçentlikle ön kesiyoruz. Dünyanın kaç yerinde acaba yardımcı doçentlik var? Ben araştırdığım yerlerde doğrusu böyle bir mekanizma pek görmüyorum. Bunu birileri birilerini oyalamak için yapmışlar. Bu, gerçekten ilmiye sınıfına bir paravan, engel oluşturuyor.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu açıklamayı yaptığında tarih 26 Temmuz 2017’yi gösteriyordu. O günden bugüne değişen pek bir şey yok. YÖK’ün bu hususta harekete geçtiği malum. Hızlı davranılması ise zaman kaybından dolayı oluşacak mağduriyetleri büyük oranda engelleyecektir.
Türkiye’de belki de akademisyenlerle ilgili en sert yazıları yazanlardan biri olarak benim de rahatsız olduğum şeyler var. Bunlardan biri doçentlik sınavı. Üniversitede yüksek lisans yapıyorsunuz, doktora yapıyorsunuz, tüm bunların karşılığında doçent olabilmek için merkezi bir sınav yapılıyor. Lisansüstü ya da doktora belgelerini vermek üniversitenin elindeyken doçentlik için böyle bir durum söz konusu değil. Farklı üniversitelerden beş adet profesör bir araya geliyor, bakıyorlar, inceliyorlar, karar veriyorlar. Gerçekten inceliyorlar mı orası da ayrı bir konu, bu noktada ideolojik farklılığa göre birçok doçent adayının mağdur olduğunu çok iyi biliyorum. Hatta biraz daha ileri gidecek olursak doçentliğin üstü olan profesörlüğü üniversiteler verebiliyorken doçentliği verememeleri hazin bir tablo.
Akademi çok eksik olduğumuz bir alan. Özellikle “kültürel iktidar, eğitim, muasır medeniyet, gelişme ve kalkınma” gibi kavramları cümle içinde çok kullanıyorsak kalifiye ve genç bir akademisyen grubuna ihtiyacımız var demektir. Doçentlik sınavının merkezi olması bir kenarda dursun, örneğin doçent olduktan beş sene sonra profesör oluyorsunuz. Bu beş senelik zaman diliminde tek bir makale yazmasanız da profesörsünüz, sayısız makale ve kitap yazsanız da profesörsünüz. Maksat beş sene beklemek! Bu hakkaniyet mi? Bence değil. Yapılması gereken bu noktada doçentlik için merkezi sınav sistemini kaldırarak, bu mevzuyu belli kurallar çerçevesinde üniversitelerin inisiyatifine bırakmak. Sadece bu da değil. Bildiğiniz üzere doçentlik iki aşamalı. Önce eser inceleme, uygun görülürse sözlü sınav. Eser incelemenin de üniversitelere bırakılması şart. Yoksa sadece sözlü sınavın üniversitelere bırakılması sorunu kısmi olarak çözer.
Doçentlik için yapılan merkezi sınav sistemi hiçbir denetime tabi değil. Sorular aynı alandan doktora yapmış iki kişinin jüri takımında bile değişebiliyor. Aslında merkezilik bile yok ortada. Kimisinin çalıştığı yerden gelebilir, kimisinin ise branşlaşmadığı yerden. Anlayacağınız tamamen kafaya göre! Dolayısıyla böyle serbest yapılan bir “merkezi” sınavın hakkaniyet ölçüsü çok tartışılır. Zaten tartışıldığı için de olay ideolojik noktalara kayarak jürinin kafasına uymayan başarılı bir çok kişi doçentliği kazanamıyor. Olan ise ülkenin akademik gelişimine oluyor. Dünyada da ben böyle bir uygulama hiçbir yerde görmedim. Üniversiteler unvanları kendileri tayin ediyorlar, olması gereken de bu. Çünkü zaten özerk kurumların böyle bir yetkisi varken bunu santralize etmenin kimseye bir faydası yok, bugüne kadar da benim gördüğüm herhangi bir getirisi olmadı.
Açıkçası bu konunun YÖK tarafından ivedilikle çözülmesi taraftarıyım. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da fikri bu yönde olacak ki temmuz ayında yapmış olduğu açıklamada bunu belirtti. Akademide başarılı ve genç insanlarımıza ihtiyaç var. Yeni Türkiye diyorsak, gerçekten Yeni’nin hakkını vermeliyiz.
Fatih Terim hiç gitmedi ki gelsin!
Galatasaray’da 4. Fatih Terim dönemi başladı. Artık durum öyle bir noktaya geldi ki Fatih Terim kulüpten önce “Nerede Kalmıştık…” diyerek Galatasaray’la anlaştığını açıkladı. En son idmandayken kovulan Fatih Terim’in kendince “nerede kaldığı” pek bilinmese de hiçbir zaman Galatasaray’dan gitmemişti zaten.
Fatih Terim bir takım çalıştırmıyorsa ve Galatasaray’ın o an başında kim varsa alınan ilk kötü sonuçta istifa seslerine mukabil “Fatih Terim” sesleri yükselmeye başlıyor. Terim’le ilgili basında tek bir haber yoksa dahi böyle bir “doğal sesle” hemen manşetler süsleniyor. İlginç bir durum açıkçası. Bu durum öyle bir noktaya geldi ki Fatih Terim, Galatasaray’dan önce anlaştığını açıklıyor. İster istemez Fatih Terim mi büyük yoksa Galatasaray mı diye soranlar da oluyor haliyle…
Velhasıl hayırlı olsun. Zira mekan basmalarıyla, almış olduğu 1,5 milyon TL’lik işsizlik maaşıyla ve hala tazminatı için koşturmasıyla gündeme geleceğine hiç değilse sportif konularla gündeme gelir. En azından umudum bu yönde.
O soruşturmayı hep birlikte takip etmeliyiz…
Zabıta görevlisini bayıltana kadar döven İBB Zabıta Daire Başkanı Tayfun Karali’nin görüntülerini izlemişsinizdir. O görüntülerin kamuoyuna yansımasından sonra İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Mevlüt Uysal tarafından, Karali görevden alındı ve hakkında soruşturma başlatıldı. Bu çok yerinde bir karar.
Görüntüleri izlerken açıkçası o malum yerde kamera olmasaydı ne olurdu diye düşündüm. Muhtemelen Karali’nin yapmış olduğu o kepazelik yanına kalmış olacaktı. Kimsenin bir çalışanına bırakın vurmasını, sesini yükseltmesine dahi hakkı yoktur. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde böyle olaylar varsa da çalışanlar hiç korkmadan gereğini yapıp şikayette bulunmamalılar. Çünkü kimse kimsenin kölesi değil.
Karali’nin görevden alınması yerinde bir karar. Bu noktada Mevlüt Uysal’ı tebrik ediyorum. Hakkında açılan soruşturmayı da takip etmeliyiz. Karali’nin yaptığı yanına kâr kalmamalı.
Bu haftanın favori Spotify şarkılarım
• Ceylan Ertem – Zalım
• Derin Sarıyer – Sonbahar Bizi Arar
• Cem Adrian – Tuz Buz
• Sam Smith – Too Good At Goodbyes