Güzel Türkçemizde harika deyimler, atasözleri ve meseller var.

Güzel Türkçemizde harika deyimler, atasözleri ve meseller var.

Gerçekten bazen yaptıklarımız ve yapmaya çalıştıklarımız karşısında, dahilimiz olmayan küçücük bir detaydan dolayı öyle tepkiler alırız ki en sevdiklerimizden…

O zaman işte başlıktaki deyimi biraz hüzün ve biraz acıyla söyleriz muhatabımıza:

“Beni bir sen anladın! Sen de yanlış anladın…”

Xxx

Türkiye’de olup bitenleri değerlendirirken, çok sık bu deyimin muhatabı olma riskini yaşıyoruz.

Önce bir haber ve/veya bir beyanat şaşırtıyor bizi…

Tam ne olduğunu anlamadan, sebeplerini ve mahiyetini ve dahi hedefi idrak edemeden, yaşanmış problemli tecrübelerin baskısıyla o haber ve beyanatın projeksiyonunu hatalı bir şekilde yapıyor ve ama kızgınlıkla ama tedbir maksatlı bir ikazla şerhimizi koyuyor ve itiraz ediyoruz.

Allah’tan bu deyime taraf olacaklar için derin bir ayrılık veya düşmanlıktan söz edilemez.

Çünkü sitem vardır.

Taraflar birbirlerinin iyi niyetinden şüphe etmez normalde ama o yanlış anlamaya sebep olan detay iki taraf açısından da önceden görülmesi gereken bir özellik arz eder.

Evet. İşinizi yapacaksınız. En doğru şekilde ve çok çalışarak yapacaksınız. Ama “Benim niyetim ortada. Yapacağımı yaptım. Kim ne düşünürse düşünsün!” demeyeceksiniz.

“Hız çağı/ ahir zaman” gerçeğinin kargaşa, yorgunluk ve şeytanlıklarını hesaba katarak, doğru anlaşılmak için de bir miktar gayret sarf edeceksiniz.

Tabii karşı taraf da balıklama atlamayacak. Yanlış gibi, hata gibi görünen/ gösteren bir unsuru, manzarayı bozan bir unsur olmasını da dikkate alarak, “Acaba neden böyle bir şey var? Bu beni şeytanın avukatlığına sevk ediyor. Tavrımı koymadan önce, bilgi sahibi olmaya çalışayım.” diyecek.

İş bu tahlil, gazetecilik mesleğinin genlerine tamamen ters bir tahlil…

Ve zaten onun için bu farkındalığa istinaden bir şeyler söylemek istedim.

Çünkü yanlış anlayan gazeteci olunca, bu yanlış anlama kitlelere servis ediliyor. İyi niyetle bir şeyler yapmak isteyenleri de elbette olumsuz etkiliyor.

Yukarıda da söylediğim gibi, konu ettiğimiz mesele tarafların samimi olması durumunda geçerlidir.

Yoksa…

“Beni bir sen anladın. Sen de yanlış anladın!” sözünün muhatabı mesela Kemal Kılıçdaroğlu olamaz. Çünkü hem CHP’nin hem de kaset kumpası ürünü genel başkanın “doğru anlamak” gibi bir gayretlerinin olduğunu söylemek çok zor.

Mesela 20 Temmuz 1931’de kabul edilen 1850 nolu kanunda özetle şöyle diyor:

“Erciş, Zilan, Ağrıdağ havalisinde vuku bulan isyanla, Pülümür kazası dahilinde yapılan tekip ve tedip hareketleri münasebetleriyle 20 Haziran 1930’dan 1 Kanunuevvel 1930 tarihine kadar resmi personelle hareket eden bekçi, korucu, milis ve ahali tarafından isyan ve bu isyanla alakadar vakaların tenkili emrinde gerek müstakilen ve gerek müştereken işlenmiş ef’al ve harekât suç sayılmaz.”

Son KHK ile 15-16 Temmuz günlerinde FETÖ darbesine karşı duran kahraman milletimizi bir yığın prosedür ve sıkıntıdan kurtarmak için tedbir alınmış fakat görünen ve görünmeyen muhalefet hemen kafa kaldırmıştı. Hatta soysuzun biri darbeye göğüs geren halkı “it”e benzeterek tıynetini ve seviyesini gözümüze sokmuştu. Hatta sesi soluğu çıkmayan Abdullah Gül Hazretleri bile hemen sosyal medyada boy gösterip “Kaygılandığını” söylemişti. O zaman 1931’de çıkan kanuna göre, isyanları bastırmakta devletin yanında yer alan ahali Atatürk’ün “itleri” mi idi?

Bu KHK’yı sözde yanlış anlayanların yanlış anlaması karakterleri sebebiyledir. Samimiyetle dikkate almak veya izah getirmek faydasızdır.

Yine KHK ile kurulan 'Askeri Fabrika ve Tersane İşletme Anonim Şirketi' (ASFAT AŞ) için bir arkadaş “TAI” neye yarıyor ki, bunu kurdular” diye bir tavır sergilemişti. Bu arkadaş samimi. Cumhurbaşkanımızın Afrika seyahati dönüşündeki açıklama, en azından samimi olanlar için bilmeleri gereken bir açıklamadır ve önemlidir:

“Savunma Sanayi Müsteşarlığı ile ilgili Başbakan olarak 11 yıllık tecrübem var. Nerelerde aksama var, nerelerde yok, yakından gördüm. Havelsan, Aselsan, TAI vs. hepsi kendi başına bir hegemonya oluşturdukları zaman netice almak mümkün olmuyor. Buraları da FETÖ istila etmişti. Ne kadar temizlik yaparsanız yapın, hala oraların hücrelerine kadar sinmişler, girmişler. Bahsettiğim kurumlar, bu ülkenin en güçlü üniteleri, kuruluşları. Başbakan da savunma sanayinde icra komitesinde olacak. Konsey içinde İçişleri Bakanı, Genelkurmay Başkanı, Milli Savunma Bakanı ve Savunma Sanayi Müsteşarı var. Yedi kişilik bir ekiple bunu böyle yöneteceğiz. Buradan seri kararlar çıkartmak ve çok başlılığı ortadan kaldırıp süratle netice almak istiyoruz.”

Bu güzel açıklamaya ilaveten, Cumhurbaşkanımızdan muhalefet için değil, millet için “ByLock, eğitim, ahlaki kalkınma” gibi konularda da içimizi serinletecek açıklamalar bekliyoruz.

Maksat, yanlış anlayıp “sitem”e muhatap olmayalım.