"Teodor Herzl, Yahudilerin devlet kurması için Ortadoğu'da Osmanlıdan toprak istedi; vermedi ve İsrail'in kuruluşu 50 yıl gecikti; öfkeye kapılan Siyonizm intikam için onu hemen renklendirip Kızıl Sultan demişti.
Amcası Abdülaziz’in mahkemece idam kararı verilen katillerini asmayıp sürgüne yolladı; buna rağmen despot adam dedik.
İçimizdeki satın alınmış asker sivil birçok bürokrat onu İngiliz’e, Fransız’a, Alman’a kullandırmaya kalktılar; başaramayınca Siyonistlerin yaptığını yapıp Kızıl Sultan dediler.
İttihatçılar ihtirasa kapılıp ihtilal yaptı, beceriksizliklerini gizlemek için Devlet-i Aliyye’yi Birinci Dünya Savaşı’na sokup koskoca imparatorluğu yerle bir ettiler, kendilerini haksız ilan edecek tarihten utanmadılar, 33 yıl cadı coğrafyayı omuzunda taşıyan adama da Kızıl Sultan diye bağırdılar.
İhtilalciler ihtilal bahanesi için, bu adam despottu, Kızıl Sultan’dı diye bahane uydurdular, sonradan kendilerini en hafif şekilde tenkit etmeye kalkan basın mensuplarını ayağına taş bağlayıp Sarayburnu’ndan denize atıp öldürdüler. Oysa Abdülhamid ülkeye zararlı gördüğü kişileri ancak cebine bol para doldurup sürgüne yollamıştı. Katiller buna rağmen onu Kızıl’a boyamakta tereddüt etmediler…”
Hasan Basri Bilgin belgesel romanı Ak Sultan’a başlarken yukarıdaki ifadelerle o büyük insana yapılan haksızlığı biraz olsun ortaya koymuş.
“Ak Sultan” bir romandan çok, Abdülhamid Han’ı doğru anlatmayı ve anlamayı hedeflemiş bir kitap. Mihrabad Yayınlarını tebrik ediyoruz.
Gerçekten çok uzun bir dönem hakkında akıl almaz iftiralar uydurulan bu büyük Padişah hakkında bugün şaşırtıcı sayıda kitap yayınlanıyor. Bunda büyük ihtimal bugüne kadarki haksızlığı temizleme gayreti önemli rol oynuyor.
Fakat bir şahsiyeti temize çıkarmaya çalışırken o silsilede başkalarını gözü kapalı eleştirmek, objektif davranma telaşının eseri olsa gerek. Onun için tarihi kitaplar, popüler olduğu kadar doğrusunu seçmekte de zorlandığımız kitaplar…
Hangi kitap olursa olsun, çapraz okumaların ortaya koyduğu gerçekleri unutmamak lazım.
Hasan Basri Bilgin Abdülhamid Han’ın çocukluğuna indiğinde onu babasıyla acımasız bir şekilde karşı karşıya getirmiş. Halbuki Abdülmecid Han maalesef yeterince anlaşılmayan sultanlarımızın başında gelir ve tam bir Yavuz Sultan Selim Han aşığıdır. Kabrini de Yavuz’un kabrinin ayak ucuna ve daha aşağı olacak şekilde vasiyet etmiştir.
İngiltere elçisinin elini öpmeme meselesini de babasının tuttuğu Fransızca öğretmeninin elini “Müslüman olmaması sebebiyle” öpmemesi olarak düzeltmek icap ediyor. Keza hadisenin kahramanı Vambery hatıratında buna işaret ediyor.
Bu iki hususa, özellikle tarihi kitaplara yaklaşırken kazanılması gereken sorgulama refleksine dikkat çekmek için temas ettim.
Yoksa “Kızıl’dan Beyaz’a” giden yolculukta onlarca şaşılacak bilgi ufkunuzu genişletiyor.
Mesela Ak Sultan’da yakası açılan Fulbright Anlaşması, tarih içinde ayağımıza hangi gizli prangaların takıldığını anlamak açısından büyük bir örnek…
Ak Sultan, hem büyük bir şahsiyete olan vefa borcumuzu eda ediyor, hem de sonrasında başımıza gelen felaketlerin sebeplerini anlamaya ve hatta araştırmaya teşvik ediyor.