Bir hadisi şerifte buyrulduğu gibi "Müslüman kardeşinin uğradığı felâkete sevinme. Allah'ü teâlâ, rahmet eder, onu, o felâketten kurtarır da, seni derde uğratabilir" buyrulmaktadır.
FÜTÜVVET SULTANI EBU’L-HASAN HARAKANÎ
“Her kim bu kapıya gelirse ekmeğini ve adını, inancını sormayın. Zîrâ ulu Allah’ın dergâhında ruh taşımaya layık olan herkes, elbette Ebu’l Hasan’ın sofrasında ekmek yemeye de layıktır.”
Şu günlerde ne kadar da çok birleştirici aksiyonlara ihtiyacımız var. Görünüşte değil, mizansen gereği değil, gerçekten samimi olanlara ihtiyacımız var. Şişme aktörlere, balon konulara değil, ben demeyen olduğu gibi olan insanlara ihtiyacımız var.
Bu yüzden Anadolu sultanı gerçek alp makamında olan Hasan Harakanî’nin sözlerine ihtiyacımız var;
“Keşke bütün halkın hesabını benden sorsalardı da, halkın kıyamette hesap vermesi gerekmeseydi” diyor bir sözünde... Ve diyor ki: “Türkistan’dan Şam kapısına kadar birinin parmağına bir diken batsa, o diken benim parmağıma batmıştır. Türkistan’dan Şam’a kadar birinin ayağı taşa çarpsa, onun acısı benim acımdır. Eğer bir kalpte bir hüzün olsa, o kalp benim kalbimdir. Alim sabaha kadar ilmini artırmak için çabalar, zahid de zühdünü artırmak peşine düşer. Ebu’l Hasan’ın vazifesi ise, bir kardeşinin gönlünü mutlu etme derdidir.”
Bu hafta sonu Üsküdar Üniversitesi’nde düzenlenecek olan Uluslararası Sempozyuma davet ediyorum. Gündemin yorgunluğundan, şehrin bunaltıcılığından kurtulmak için Harakanî sohbetine bekliyoruz efendim.
BAŞKASININ ÜZÜNTÜSÜNE SEVİNME
Bir hadisi şerifte buyrulduğu gibi “Müslüman kardeşinin uğradığı felâkete sevinme. Allah’ü teâlâ, rahmet eder, onu, o felâketten kurtarır da, seni derde uğratabilir” buyrulmaktadır. Dinimiz İslam’ın merkezinde insanı esas aldığından insanoğluna gelen belaya sevinmek insanlık dışı bir davranıştır. Bu durumda o kişi ya hastadır ya da gerçekten anasının karnından şaki olarak dünyaya gelmiştir. Bu tür insanların görevi de iyilere ibret olmaktır. Fâsıklara, sapıklara ve gayrimüslimlerin dahi üzüntülerine, başına gelen felaketlere biz Müslümanlar sevinemeyiz. Yine bir hadiste bu tür kişiler için “Bir kimse, sevmediği birine belâ, sıkıntı geldiği için sevinirse, Allah bu kimseye de bu belâyı verir” denilmektedir.
Çalış senin de olur
Bulunduğumuz toplumlarda, iş hayatında en çok gördüğüm ve çok kişinin de fark ettiği şeylerden biri başkasının başarısızlığına sevinmektir. Başarıyı, iyiliği takdir etmediğimiz ve sessiz kaldığımız gibi başarısızlıklara da için için seviniyoruz. Geçen hafta bir hastamdan dolayı hastanede kaldığım gün boyunca hemşire adayları ile sohbet etme fırsatım oldu. Konuştuğum iki hemşire öğrencisi bu işi devam ettirmek istemediğini söyledi. Nedeni içinse herkes birbirinin ayağına çelme takıyor ve buna da seviniliyor dediler. Ama öte tarafta da gidip hak, hukuk, demokrasiden dem vuruyorlar, dediler. Başarılı ülkelere bir göz atın derim. Birbirini kalkındırmak, korumak kollamak hep onlarda, bizde ise tam tersi. Böyle olursa birlik, beraberlik başarı nasıl olacak! Kendi başarısızlığını, yetersizliğini başkasının başarısızlığı üzerinden aklamak da neyin nesi! Oysa hepimiz çalışmalıyız. Kenetlenmeliyiz. Birimizin başarısı hepimizin başarısıdır diyebilmeliyiz. Bunu diyebilirsek bizi kimse bölemez. Şahsi olmadan ilerlenir. Ekip dayanışmasına inanmalıyız.
Unutma üzüntüm senin de üzüntün
Esefle ve şaşkınlıkla olanları izliyorum. Aynı toprak parçası üzerindeyiz. Birçoğumuzun ailesinde şehitler, gaziler var. Ama gelin görün ki; bir seçimdeki üzüntü kazananlar için sevinç vesilesi olabiliyor. Metroda ellerinde Türk bayrakları ile marşlar söyleyerek ilerleyen bir grup, güya kendinden olmadıklarına emin oldukları bir grubu köşeye sıkıştırmış hissi yaşatmaktan sinsi bir haz alabiliyor. Göz ucuyla başörtülü kadına bayrağı sokarak marş söyleyebiliyor ve bundan da zevk alabiliyor. Ne acı! Birinin kayınvalidesi gelinini arayıp tehditkâr konuşabiliyor. Sadece seçim kazandıkları için. Ben bu travmayı anlamaya çalışıyorum. Biz kimiz onlar kim? Birinin üzüntüsüne ne zaman sevinmeye başladık. Bayrağımız birken aynı bayrağı nasıl ikiye bölebiliyoruz. Acınacak haldeyiz. İnsanlığımıza hiçbir faydası olmayacak bu sevincin intikam alma ile karışmış olması bir kez daha acıtıyor insanı.
Şu dünyada hemderdini ara
Dünyadaki esas görevlerimizden biride acılara merhem olmaktır. Acıyı tek kişinin bağrına gömecek kadar acımasız olamayız. Biz gönül yapan bir gönül medeniyetinin insanlarıyız. Birbirimizin rızasını kazanmalıyız. Başkasının acısı karşısında kayıtsız kalamayız. Fazla değil bundan yirmi beş sene öncesine kadar apartmandan bir cenaze çıktıysa üç gün evde televizyonu açtırmazlardı. Acıyı paylaşalım diye. O yüzden yalnız kalmamak için bir kişinin hemderdi ol. Ömür boyu seni gönlünden çıkarmasın. Öldüğünde de toprağından gönül çiçekleri açsın; adı da hemderd olsun. Yüce Peygamber; “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz” buyuruyor. Bir gün sen de düşer acır bir tarafın yaralanırsın ama merhamet edecek yanında hiç kimsecikleri bulamazsın. Acıma duygusu ftrattandır. İnsanın mayasında merhamet vardır. O merhameti insana yaratılıştan Allah koymuştur vesselam!..
SİZE MİNNETTARIZ EY ANALAR!...
Eskiden bir muhabbet ve bir de ünsiyet vardı. Kadın evin hanımı, çocukların anasıydı. Kadın asalet, zarafet, letafetle cazibe sahibiydi. Yeryüzünde hem kadın hem erkek vardı ve bir de kadın erkek birbirini tamamlamalıydı. Dünyada ne kadar sıkıntı mihnet çile varsa ne yazık ki; kadının hanesine yazıldı. Hani cennet ananın ayaklarının altındaydı? Bu kutsallık ancak kadının ana olmasıydı. Yemez yedirir, giymez giydirir. O sadece kendi çocuklarının değil; bütün çocukların anasıydı. O çocuklarını sevgi ve şefkat taşıyan kalbiyle sever, merhamet taşıyan göğsüyle beslerdi. Ölmek ne ki; o ölüp ölüp dirilen bir nefesti. Anadolu’da bir eve ateş düştü mü bil ki o evden vatan evladı bir oğul şehit düşmüştür. Anadolu anası öyle bir ana ki, vatan için, namus için, diğer oğlunu da şehit vermek istemiştir. Ey Iraz analar, Kara Fatmalar, Nene Hatunlar, Şerife Bacılar size minnettarız sonsuza kadar!...
MANEVİ DEĞERLERİMİZ
Manevi değerlerimiz hakkında vatandaşlarımız neler düşünüyor dedik ve bu hafta mini röportajımıza kısa cevaplar aldık. Manevi değerler dediğimizde aklımıza gelen ilk üç şeyi söyleyin dediğimizde aşağıdaki cevaplar verilmiş. Benimse maneviyat deyince aklıma ilk gelen Din, Bayrak ve Vatandır. Bunlar olmazsa olmazlarımızdır.
Şunu da dillendirmek lazım günümüz gençler arasında deizm, ateizm, apateizm gibi bazı akımlar var. Gençlik bunlardan birine mensup olduğunu söylese bile yine çelişki içinde olabiliyor. Röportajımızın sonundaki kişi apateist olduğu halde din kavramını maneviyat kategorisine sokabilmesi veya aklına din kavramının gelebilmesi bizim açıdan sorgulanabilir bir durumdur. Ateist bir tanıdığım vardı. Konuşmasının arasında inşallah deyip duruyordu. Kendisine ateistsen kendi jargonunu oluştur inşallah Allah’a inanan Müslümanlara aittir demiştim.
İsmail Gökçek, öğrenci: Manevi değerler önemlidir çünkü biz inanmadan, örneğin bir dine inanmadan, Allah'a dua etmeden rahatlayamayız. İlk aklıma gelen değerler; sevgi, inanç ve saygı.
Gülay Şefik, öğrenci: Bence önemlidir. Manevi değerlere önem vermeyen birisi çok maddeci olur. Bu da dünyayı çok kötü bir yer haline getirir. İlk aklıma gelen değerler; sevgi, güzel ahlak ve kıymet bilmek.
Rabia Sakarya, öğrenci: Manevi değerler bence önemli çünkü bizim ruhsal olarak yaşadığımız hemen her şey maneviyatla alakalı özellikle duygularımız. Mesela bir kedinin başını sevmek manevi değerler ile açıklanabilir. Benim için önemli olan değerler; merhamet, saygı ve hoşgörü.
Arife Karakum, öğrenci: Manevi değerler önemlidir çünkü manevi değerlerin olmadığı bir dünyada her şey çok donuk olurdu. Anlam olmadan biçim çok da önemli değildir. Manevi değerler de anlamı veren şeylerden birisidir. Birincisi ruh, ikincisi huzur, üçüncüsü de sevgi.
Bedir Karagöl, satış sonrası hizmetler görevlisi: Manevi değerler önemli değildir! Günümüz şartlarında her maneviyat değerini yitirmiştir. Din bilimle, ırk evrimle, aile sosyo ekonomi ile değersizleşmiş, bir tabu haline gelmiştir. Ben bir apateistim inançla ilgim yok ama insanlara saygı duyarım. Din, etnik köken, aile önemlidir.
MİLLÎ MÜCADELENİN 100. YILI
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1919’da milli mücadelenin başlangıç ateşinin fitili Samsun’da yakıldı. Bu vesileyle 100. Yılı kutlanacak olan 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı, 16 Mayıs tarihinde İstanbul’da başlayacak olan etkinliklerle başlayacak. Sekiz ayrı ilde gerçekleşecek olan milli mücadelenin 100. Yılı etkinlikleri 4 Eylül tarihinde Sivas’ta sona erecektir. Millî mücadele ruhunun gelecek nesillere aktarmak için planlanan bu etkinlikler dizisi için ayrı bir logo tasarlanmış. Sıfır rakamlarının birleşerek sonsuzluğu işaret etmesi güzel olmuş. Ancak bir rakamı sıfırlardan kopuk duruyor ve hatları sert. Estetik kaygılarımızı bu şekilde dile getirdik ancak bu tasarımı ortaya koyanların bir açıklaması ve logonun bir hikayesinin anlamını sitede açıklamaları hoş olurdu. Diğer yandan bu etkinlikler kapsamında Ondokuz Mayıs Üniversitesi kendi web sitesinde etkinliklere dair metinlere yer vermiş. Bu metinlerde Osmanlı Devleti’ne İmparatorluk demiş. Hâlâ bu hatayı yapıyoruz. Emperyal devlet olmayan yani sömürgeci olmayan Osmanlı’ya sürekli bu haksızlığı yapıyor ve Batının çukuruna düşüyoruz. Osmanlı Devleti’nin resmi adı Devleti Aliyye’dir.
MUSÂFAHALAŞMA
Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı’nın sosyal medyada paylaştığı ‘seçim tartışmalarını geride bırakarak, asıl güdeme odaklanılması gerektiğini, dönemin, musâfahalaşma, kucaklaşma, birlik ve beraberliği perçinleme dönemi olduğunu’ söylemesi dikkatimizi çekmiştir. Bu mesajdaki musâfahalaşma kelimesinin altını özellikle çizmek istiyorum. Sevgimizi, muhabbetimizi, dostluğumuzu göstermemiz için yapılan bir selamlama şekli olan musâfahalaşmak aynı zamanda da sünnettir. Tabii kültürlere göre tokalaşma veya musâfaha etmek de denilen bu yaklaşımın ve temasın farklı şekilleri vardır. Tarikatlerde dervişler arasında iki kişinin birbirinin elini öpmek suretiyle de yapılan bu ritüele musâfaha etmek deniliyor. Bir de hanımların Allahümme salli ala diye başlayarak Peygamber efendimize selat ve selam ederek iki ellerini diğer kişinin iki eli arasına uzatarak almak şeklinde yapılan musâfaha şekli de vardır. Sonuçta bu sünnet İslam aleminde birliği ve beraberliği kaynaştırmak düşmanlıklara geçit vermemek, kenetlenmek için güzel bir adettir. Zira şeytan safların sıkı olmasından çok rahatsız olur. Birliğin şuurunda olan herkes selamını esirgemesin, musâfaha etmekten geri kalmasın ki düşmanlara korku salalım. Musâfaha din, vatan, namus düşmanları ile yapılabilir mi diye bir soru gelebilir aklınıza? Eğer o kişi pişman olmuş ve af edilmek için diz çökmüşse yapılabilir elbette ama aksi şekilde bu güzel adeti amacından saptırmış oluruz.