Bu yeni bir yazı değil. Ahlaksızlık Üzerine (2020) adlı kitabın bir bölümü.
Bu yeni bir yazı değil. Ahlaksızlık Üzerine (2020) adlı kitabın bir bölümü. Bu bölümü bu köşeye taşımamın önemli bir nedeni var. Demokrasiler, neredeyse tüm toplumlarda, dikkate değer biçimde erozyona uğruyor ya da uğratılıyor. Uğratılıyor demek daha doğru belki. Böyle dediğimizde bir soru olanca açıklığıyla kendini görünür kılıyor. Demokrasiyi kim uğratıyor erozyona? Bu yazıyı bu köşeye taşımama neden olan soru bu. Kime sorsanız bir suçlu bulur. Benim de suçlu olduğunu düşündüğüm birileri var. İşte o birileri bu yazının konusunu oluşturuyor. Bir beklentim yok. Ancak bir umudum var. Bu yazıyı okuyanlar umarım bir suçlu aramaktan vazgeçer, yüzlerini avuçlarını n içine alır ve ona bakmaya cesaret edebilirler.
“Ne istiyorsun sen? Kusursuzluk mu?”
“Hiçbir şey. ‘Hiçbir şey’i seçiyorum.”
“İnsanoğlunun kendine sahip olma izni verebileceği tek arzuyu alıyorum, o kadar.
Özgürlük, Alvah, özgürlük.”
“Hiçbir şey istememek.
Hiçbir şey beklememek.
Hiçbir şeye bağımlı olmamak.”
“Sen buna özgürlük mü diyorsun?”
“Ya istediğin bir şey çıkarsa karşına?”
“Çıkmaz. Görmemeyi seçerim.”
Ayn Rand, Hayatın Kaynağı, 2003
İnsanın rasyonel bir varlık olarak tanımlanabilmesinin zorunlu koşullarından biri olan dil, insanları birbirlerine açan en önemli yetilerden biridir. Dil kullanma yetisi, diğer canlılardan farklı olarak, insanın kavram üretme becerisi ile doğrudan ilişkilidir. Dolayısıyla, insan, insanı kavramlar aracılığıyla anlar. Bu anlama süreci sadece sözel ifadeleri değil davranışsal ifadeleri de kapsar. Bir başka deyişle, davranışlar da insanın kendisini kavramsal olarak bir başkasına açması, açık hale getirmesi demektir. Başkasına açık hale gelme her koşulda ilişkiseldir ve ilişkisellik birbirini anlamanın gereği olarak bir “dil ortaklığı”na dayanır. Bu ortaklık insan ile hayvan arasındaki farklı ontolojik konumlanmanın da temel göstergelerindendir. Bir insan ile bir hayvan arasındaki en temel ontolojik fark “-ile ilişki halinde olunduğunun” farkında olma halidir. İnsanın uyaranla ilişkisini belirleyen varolma hali “açılma”dır. İnsan -ile ilişki halinde olduğu sürece açık hale gelebilen bir varlıktır. Oysa, Agamben’in dile getirdiği gibi, “hayvanın, uyaranla olan ilişkisini belirleyen kendine has varolma hali tutulmadır. Tutulma bir şeyin o şey olarak algılanmasındaki asli alınmışlıktır. Hayvan için varlık açıktır ama ulaşılabilir değildir; varlık ulaşılamazlıkta ve bulanıklıkta açıktır -yani hayvan bir nevi ilişkisizlik halindedir.” Hayvandaki bu ilişkisizlik hali onun ahlaki bir varlık olarak tanımlanabilir olma halini elinden alıyor. Hayvanla kurulduğu varsayılan ahlaki ilişki insanın kendi ile kurduğu ahlaki ilişkinin kavramsal olarak hayvana yansıtılmasından başka bir şey değildir. Bir hayvan için kullanılan ahlaki kavramlar bir insan için kullanılan ahlaki kavramlarla aynı semantik, etik ve ontolojik içeriğe sahip değildir. Bu nedenle, insan ile hayvan ilişkisi, insanın insanla kurduğu ilişkinin tersine, tek yönlüdür. Bu tek yönlülüğe rağmen “insana yakın bir dost ancak öylesine yabancı, sözümüzün mantığını ifade etmekte yetersiz kaldığı” bu canlı ile ilişki kurmaktan geri durmaz, onu yaşamımızın bir parçası haline getirmekten vazgeçmeyiz. Ontolojik olarak tamamen farklı konumlanmalara sahip bu iki varlığı birbirine bu kadar bağlayan şey ne olabilir diye düşündüğümüz zamanlar mutlaka olmuştur. Aslında uzun uzadıya düşünmeye gerek yok. Yanıt çok açık. Hayvan yargılamaz! Hiçbir hayvan kendisine yemek vermeyen sahibi için, bizim başka insanlar için yaptığımızın tersine, ahlaki değerlendirmelerde bulunmaz. Hayvanları bu nedenle severiz. Çünkü onlar bizi yargılamadan ve karşılıksız severler. İnsanlar da birbirlerini karşılıksız sever mi? İşte bu sorunun üzerinde uzun uzadıya düşünmeye değer.