Geçen gün evlilikleri başlamadan söndüren düğün alışverişine temas etmiştik.
Eğer o faciadan sağ çıkıp evlendiyseniz ve hala enerjiniz varsa alışverişin bitmediğini hatırlatmak isterim sevgili dostum. Sadece alışveriş yapmak değil onu sevmek zorundasın. Yoksa nasıl evli bir insan olabilirsin ki. Mesela hepimizin nasıl minimalist olacağını, olması gerektiğini anlatan İskandinav mobilya mağazası ziyareti… Yolunuz bir gün mutlaka düşecek. Orada kimlerin kimlerin sizinle aynı kaderi paylaştığını görüp teselli bulacaksınız. İlk gittiğinizde orayı siz de sevmiştiniz. Hatta evliliğiniz için yaptığınız alışverişleri oradan yapmanızın daha mantıklı olacağını bile düşünmüştünüz. Maddi olarak çok farkı yok ama kendinizi daha iyi ve daha “özgür” hissedecektiniz. Ama olmadı. Siz de ilk çocuğunuz doğduğunda bebek arabasına binip oraya gittiniz. Kapıdan girdiğinizde sizi rahatlatıcı odalar karşılıyor ve aklınızdan şu geçiyor: Ah böyle bir odam olsaydı, tıpkı İskandinavlar gibi mutlu bir hayat sürerdim. Geç değil gerçi ufak tefek alışverişlerle bir hygge yaşamanız mümkün. Sadeliğin getirdiği huzur. Az eşya ile, iyi tasarlanmış detaylarla mutlu olmanız mümkün. Dünyanın dört bir yanındaki çalışanlar işte tam da bunu yapıyor. Hani İngilizler işten çıkıp puba gider iki tek atar, bizde eve gitmeden kahveye dadanılır ya bu mobilya mağazaları da evli ve değişiklik isteyen çiftlerin teselli aradığı pub gibi. Çok içmeyecekler iki tek atıp sıkıcı rutin hayatlarına geri dönecekler. Ama o da ne küçük alışverişler için girilen mekan bir balinaya benziyor. Çıkış kapısına giderken neredeyse küçük çaplı bir maratonu tamamlıyorsunuz. Etrafa bakıp can sıkıntısını geçirmek iyi bir fikir olabilir ve kulak misafiri olmaya başlıyorsunuz hafiften etraftakilere ve ortalığın kocaman bir şenlik olduğunu fark ediyorsunuz. Burası adeta bebek arabası ile gezmeye çıkmış ailelerin buluma mekanı… Ortadaki restoranda tüm Türkiye’nin sosyolojisini incelemenize yetecek kadar çok örneklem var. Enerjilerini yükseltip alışverişe devam etmek istiyorlar. Bazı yabancılar başka ülkelerdeki alışkanlıklarını bu meşhur İskandinav mağazasına taşımışlar. Tek başına gezenler genelde yaşlı olanlar. Genç çiftler hızlı hareket ediyor, çocuklular ağırdan alıyor. Erkekler ekseri havalara bakıyor ve yön duygusunu kaybetmiş olarak oradan oraya sürükleniyor. İstediğimiz biraz huzur ve biraz İskandinav minimalizmiydi ama burası Tahtakale ve Kapalıçarşı’nın birleştiği bir ahir zaman mekanı. Hem de pazarlık etmek de yok. Ne yazıyorlarsa o, işinize gelirse. Esnafı muma çeviren cevval ablalar buranın kurallarına harfiyen uyuyorlar. İşin sonunda İskandinavlara rezil olmak var. İskandinav dillerindeki kitaplar da dekoratif olarak fena durmuyor, Türkçe olsa da okumayacağız nasılsa. Daha bir havalı olur. Sonra birisi etrafı gözleme maceramı kesip af edersiniz deyip mağaza ile ilgili bir soru soruyor. İskandinav sandı zahir deyip kendi kendime kuruluyorum. Eh, var demek ki boy pos filan… Sonradan fark ediyorum ki kot pantolonun üzerine sarı tişört giymişim. Üzerime yönelen ilginin sebebi buymuş, mağaza çalışanlarının üniformalarına benzetmişler. Hızlıca çıkışa doğru gidelim diyorum hanıma, midem pek iyi değil.