Ülkemizin mavi vatanı olan denizlerimiz üzerindeki haklarımıza yönelik yapılan bu haksız ve arsız saldırılara karşı dik duruşumuzu görmezden gelerek, adeta bir oldubitti havası içerisinde kendi hain ve hayâsız planlarını uygulamak için her türlü yola başvuruyorlar.
Akdeniz’de sular durulmuyor. Akdeniz’e kıyısı olan veya olmayan birçok ülke, Akdeniz üzerinden vesayet savaşında, taraf olma çabası içindeler. Sömürgecilikte tüm dünyaca tescilli olan bazı üst güçler, haksız söylem ve çıkışlarda bulunmaya devam ediyor. Son zamanlarda bu süreçler söylemlerde kalmayıp yıllardır pusuda bekleyen her türlü yönetici, siyasetçiyi birer birer sahaya sürmeye başladılar bile.
Ülkemizin mavi vatanı olan denizlerimiz üzerindeki haklarımıza yönelik yapılan bu haksız ve arsız saldırılara karşı dik duruşumuzu görmezden gelerek, adeta bir oldubitti havası içerisinde kendi hain ve hayâsız planlarını uygulamak için her türlü yola başvuruyorlar.
Akdeniz havzasında gelişen olaylara baktığımızda, birbirinden bağımsız olarak hareket ettiği düşünülse de bu olaylar aslında bir zincir gibi iç içe geçen halkalardan oluşmakta. Avrupa Birliği ve Amerika’nın desteğini alan Yunanistan, Ege-Akdeniz dengelerine balta vurmak için İskiri adasında atıl durumda bulunan Tanagra Hava Üssünü, drone ve SİHA üssü olarak yeniden yapılandıracağını duyurdu. Tabii ki de bu işi İsrail desteği ile yapacağını da açıkça belirtti.
Özellikle Yunanistan yönetiminin bir süredir Fransa’dan Rafale uçaklarını alacağını açıklaması, akabinde Amerika’dan F35 talebi ve nihayetinde İsrail’den SiHA alımı yapacak olması ister istemez ortamın gerilmesine sebep olmuştur. Bu süreç hızla devam ederken, aniden Libya’da Hafter, gereksiz çıkışlarına bir yenisini ekleyerek ülkemizi ve askerimizi tehdit etti.
Şimdi bu iki halkayı birbirinden ayırıp temel sorunu inceleyelim isterseniz. Neden Libya? Akdeniz’de doğu kıta sahanlığında önemli bir teras alanı olan Libya’nın ardında yatan gerçek çok daha farklı. Temel konu kıta Afrika’sı ve zenginliklerine sahip olabilme çabasından kaynaklanmaktadır. Kısaca özetlemek gerekirse; Libya 1951 yılında İtalyan sömürgesiyken bağımsızlığını ilan ederek, Afrika’ya liman oluşturmak isteyen Fransa’nın yörüngesine girdi. Kral İdris yönetiminde ülke kaynakları ve zenginlikleri yaklaşık 18 yıl boyunca kullanıldı. Ardından bir askeri darbe ile Kaddafi başa geçti. Ülkeyi, sert askeri tedbirlerle yöneten Kaddafi ise Libya’yı ilginç bir şekilde yönetmeye başladı.
İlginç çünkü Libya’da tam bir halk birliği mevcut değildi. Yaklaşık 135’in üzerinde aşireti mevcut olan bu çok başlılığa rağmen ülkeyi bir arada tutmayı başaran Kaddafi de, sömürgeci emperyalist güçlerin yönettiği ve gerçekleştirdiği operasyonlar sonucunda katledildi. İşte filmde bundan sonra koptu. Zira Afrika’ya adeta giriş limanı olan Libya gerek coğrafi konumu gerek yer altı zenginlikleri gerekse de Akdeniz’i kontrol edebilme konumu sebebiyle bilindik tüm sömürgecileri ülkeye çekti.
Ülkeyi güçsüzleştirmek ve yönetim zafiyeti yaratabilmek için ülkedeki değişik kabileler silahlandırılıp önce hükümete, sonrada düzene karşı ayaklanmaları sağlandı. Amaç son derece ortadaydı ama konuya Arap baharı mı dersiniz, gariban ülkeye yardım mı dersiniz yoksa medeniyet getirme çalışmaları mı dersiniz… Ne dersek diyelim neticede süreç bizi Akdeniz’e kıyıları olan ülkelerin Libya’dan uzaklaştırmaya kadar götürdü. Devletimiz ise Akdeniz ve Afrika üzerine oynanan bu tiyatroya duyarsız kalmayarak yerinde ve gerekli bir refleks göstererek konuya dâhil oldu ve hepimizin bildiği girişimlerini yaptı.
İlk başlarda yapamazlar, başaramazlar, cesaret edemezler diyen sömürgeci güçler, Türk Devletinin kararlı ve kendinden emin tavrı karşısında tepkilerini koymaya başladılar. Önce sivil gemimizi emperyalist sömürgeci bir zihniyet, karma bir ekip yani NATO’ya bağlı Alman savaş gemisinde Yunan kaptanla İtalya sularında durdurarak bize gözdağı vermeye çalıştılar. Ardından Fransa tepki gösterdi. Bunu başlatan baş aktör Fransa, hemen Yunanistan’ı ortaya sürdü. Aynı zamanda Hafter ile görüşmeler başlamıştı.
Ama Birinci Dünya Savaşı’ndan kalan böl, parçala, yönet ve en çok bağıran haklıdır anlayışına devletimiz ve hükümetimiz dik duruşunu ısrarla ve kararlılıkla devam ettirdi ve ettiriyor.
İşte bu sert tavırla karşılaşan sömürgeci emperyalist güçler Hafter’le vururuz, Yunanistan’la da silahlanırız tehdidini savurmaya başladılar. Türk devletinin net bir şekildeki tavrı biz vururuz, vurmakla da kalmaz yıkarız, cevabını verdi. Hem de en üst perdeden ve makamdan!
Bu uluslararası haklarımızdan doğan her türlü konuda gerekli cevabın her ortamda ve herkese vereceğimizin bilinmesi için önemli bir çıkıştı. Kabile devleti âdetiyle konuşan ağızlara, ulus devlet terbiyesi ile kısa ve net bir cevap verildi.
Öyle bir cevaptı ki Hafter’e söylüyorum Yunanistan sen anla manasını da barındırıyordu aslında. Bir taşla iki kuş... Bu mesajı Yunanistan hemen alarak, adaları silahsızlandırma anlaşmalarını hiçe sayacaklarını beyan etti ve askeri yapılanma içine gireceklerini açıkladılar. Hatta ekonomik anlamda iflaslarına sebep olacak kadar borçlanmayı göze alarak bu hareketi gerçekleştirdiler. Akdeniz’de sular durulmuyor... Böyle giderse de pek durulacağa da benzemiyor.
Ama çok net olan bir şey var. Türk devletinin doğru bir noktada kararlı bir duruş sergilemesi. İnsanlarının ve komşularının haklarını sağlamak ve korumak konusundaki kararlığı da çok net. İster Akdeniz, ister Azerbaycan, ister Libya isterse başka bir coğrafya. Tarihimizde sömürgecilik hiç yapılmadı. Yapanlara da karşıyız. İşte bütün mesele bu...