Çok güzel kıskanırız. Bu işte maşallah yeteneklerimiz en üst seviyede.
Hiçbir şey gözümüzden kaçmaz. Her dişiye potansiyel tehlike gözüyle bakarız. Evde ki adam bizim için kuzu postunda kurt. En büyük vazifemiz, göz açtırmamak. Adriana Lima’yı evde televizyonda izleyen, çizgili pijamalı emekli kocasından kıskanan ablalarım var. Baktığına bakacağına da bin kez pişman edecek. ’’Bir kere o kadına baktığın gibi bana bakmadın Muzaffer. Zaten şu koca ağızlı kadının neyine bakıyorsun bu kadar anlamıyorum. Ondaki bakım, estetik bende olsa ondan daha güzel olurum.’’ Adam ‘’Ol o zaman.’’ diyecek yutkunur garibim. Nerede onda o cesaret? ‘’Ne baktım ya! bakmadım ki.’’ deyip, kanalı değiştirse ne olacak. Çoktan Adriana’dan nemini alan kadın susar mı? Susmaz? Hoş geldin Muzaffer evine… ‘’Sen şimdi yemekten sonra çay istersin ama artık Adrianacığın getirsin çayını.’’ diyerek bir de protesto edip kıskançlığı greve çevirir. İsterse günlerce de uzatabilir bu mevzuyu. Huzuru kalmayan Muzaffer mecbur boyun eğer baskıya suçunu kabul edip bir de af diler. Ve bir daha Adriana değil, Dilberay çıksa o televizyona zor bakar.
Perşembe Avludayım
Havalar iyice soğudu. Pijama, terlik, televizyon sezonuna haliyle zorunlu giriş yapmış bulunmaktayız. Allahtan yurdumda ki her televizyon kanalında, her gün başka bir dizi var. İşten gel, yemeğini ye, uyuyana kadar bir tanesi sizi yatağınıza kadar uğurlayacak uzunlukta. Benim Perşembe günümü kapatan dizi ‘’Avlu.’’ İlk sezonunu da büyük bir keyifle izlemiştim. İtiraf edeyim ikinci sezonu ile ilgili büyük soru işaretlerim vardı. Sonuçta hepimizin bir dolu deneyimi oldu. Sezonun başında favorimiz olan dizi. Sezon sonuna doğru en büyük vakit kaybımızmış dedirtti. En azından yaza girdik deyip de kendimizi az avutmadık. Konuyu sıkmadan ve bozmadan bir yere kadar uzatabiliyorlar. Şimdi tekrar döneyim Perşembe günlerime ve Avlu’ya. Şimdiye kadar tüm bu deneyimlerimi tersine çevirmiş bir dizi. Maşallah deyip an itibarı ile tahtaya vurdum. Kast muhteşem. O Demet Evgar’ın özgüveni, bir kadın oyuncu hiç mi uğraşmaz güzel görüneyim diye. Sıfır makyaj, ağlayınca salya sümük hiç umuru değil. Hele Ceren Moray’ın ve Nursel Köse’nin muhteşem performansları, izlemeyenler için büyük kayıp. En arka figürasyon ekibi bile özenle seçilmiş. Limon yapım Hayri Aslan ve yönetmeni Yüksel Aksu’ya bir teşekkür edeyim. Perşembemi şenlendirdikleri için. Bak şimdi de dilimi ısırdım. Maazallah nazar falan değer. Ne yaparım sonra tüm kış perşembeleri.
Elimizin değdiğine, gücümüz yettiğince…
Geçenlerde Tarkan’ın paylaştığı çok güzel bir fotoğraf gördüm. Güzel kalplim fotoğrafının altına da ‘’Yağmurlar, karlar dayandı kapıya. Bu soğuk havalarda sokak hayvanlarımıza sahip çıkalım.’’ yazmış. Konserlerinde ona bağıran hayranları gibi Tarkaaaaann diye bağırasım geldi. Bu soğuk havalar onların yaşamlarını daha da zorluyor. Onlar sadece üşümüyor, yiyecek bir şeyde bulamıyorlar. Biz de masamızdan artanları çöpe atıyoruz. Sıcak evimizde pencere arkasından izlemek güzel karı, yağmuru. Ama düşününce evsiz barksız, yakacağı olmayan insanları. Sokakta ki her canlıyı, onlara kabus. Ve biz unutuyoruz onları. İnsanlığımızı, vicdanımızı. Her geçen gün etrafımızda artan giyecek kumbaralarına gururla bakıyorum. Evet diyorum tekrar insan oluyoruz. Sonra kendime ‘’Hadi Aslı eve gidince bir bak şu dolabına.’’ diyorum. Kullanmadığınız montumuz, bir çift eldivenimizle bizde biraz ısıtabiliriz bir kişiyi. Ayağımıza küçük gelen botumuz bir çocuğun ayağını. Bir kase çorba ya da küçük bir battaniye. Ya da hiç fark etmez kapı önünde ki bir kap su. İşin aslı astarı; büyüğü, küçüğü, gramajı veya adresi yok yapılan iyiliğin.