"Bilmiyorum" demek hem birçok kişi için söylemesi en zor ifâdelerden biridir, hem de millet olarak ne "bilmiyorum" demeyi ne de "bilmiyorum" diyeni seviyoruz.
“Bilmiyorum” demek hem birçok kişi için söylemesi en zor ifâdelerden biridir, hem de millet olarak ne “bilmiyorum” demeyi ne de “bilmiyorum” diyeni seviyoruz.
Mesela bir doktorun her hastalığı tedâvi edebileceği zannedilir. Bir avukatın bütün kanunları ezbere bilip her tür davaya bakabileceğine inanılır. Bir ilâhiyat profesörünün âdeta kurucu mezhep imamı kadar bilgiye sâhip olması gerektiği düşünülür. Sokakta karşılaştığımız herkesin sorduğumuz adresi târif edebileceği kanaati yaygındır. Bir tercümanın bildiği yabancı dildeki bütün kelimeleri bilmesi, o dilin sözlüğünün ezberinde olması istenir. (Bu isteğe bizzat mâruz kalmış eski bir yeminli tercüman olarak söylüyorum.)
Hava atmaya gelince çoğumuz “Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir” aforizmasını “içselleştirmişçesine” söyleriz, sosyal medyada paylaşırız. Ama iki üç soruya ard arda “bilmiyorum” dersek, hemen “Sen bilirsin peki!” şeklindeki kinâyeli alaya hedef oluruz ve adımız “câhil”e çıkar.
Oysa “bilmiyorum” demenin” bir bilgelik vasfı, bir erdem olduğunu kabul etmekte zorlanırız. Herkesin beyninde bir “organik Google” olduğunu zannetmek işimize gelir. Aslında “bilmiyorum” cevâbını alırken, o sorunun cevâbını kendimizin de bilmediğini göz ardı ederiz. İğneyi kendimize batırmak hiç işimize gelmez.
Câhil ukalâlığı
Toplum içinde “câhil cesâreti” denir ama bu, tam anlamıyla ukalâlıktır. Bilgisiz fikir sâhibi olanların tavrı, cesâret değil ukalâlıktır. Üç beş satırlık bir sosyal medya paylaşımını derinlemesine bilgi kaynağı zannedenler, boş tenekenin çok ses çıkarması gibi “bilmişlik” taslarlar ama aslında cehâletlerini izhar etmiş olurlar.
Bilen, bilmediğinin bildiğinden daha çok olduğunu farkında ve bilincinde olduğu için, dinlemeyi ve dinlemek için de susmayı tercih eder. Ya da câhille didişip bilgisinin itibarına halel getirmez.
Cehâletin müfredata girerse?
Bunlar cehâletin olumsuz ve kötü taraflarıdır. Ama cehâletin müspet ve iyi tarafları da vardır. Bunun bir örneğini Cehaleti Anlamak (Sola Yayınları, 2018) kitabının yazarı Daniel R. DeNicola şöyle vermektedir:
“Bildiğimiz yerine cehaletimizi – en azından özel bir alanını – haritalandırmaya odaklandığımızı farz edin. (…) Arizona Üniversitesi’nde Marlys Witte bu fikri imzalı bir program hâline getirdi. Akıl hocası olan, ünlü bilim yazarı Lewis Thomas’ın bir sözünden ilham almıştı: “Keşke ülkemizde tıbbi cehalet üzerine ders veren tıp okulları olsaydı.” Tıbbi cehalet üzerine ders fikrini herkes takdir etmedi: Bir vakıf yetkilisi, cehalete odaklanmış bir dersi finanse etmektense istifa edeceğini söyledi. Arizona Tıp Fakültesi bugün yüksekokul öğrencileri için ‘Tıbbi Cehalet Müfredatı” yani bir ‘Tıp Öğrencisi Araştırma Programı’ ve bir de ‘Tıbbi Cehalet üzerine Yaz Enstitüsü’ sunmaktadır. Tıbbi Cehalet Müfredatı’nın öğrenin hedefleri açıkça şöyle tanımlanmıştır: (1) ‘Cehaletin değişen alanlarında, belirsizlikte ve bilinmeyende’ anlayış kazanma; (2) Bu alanlarda ‘üretkenliği tanımak ve onunla başa çıkmak için beceri geliştirmek’; (3) ‘Merakın, iyimserliğin, alçakgönüllülüğünün ve özgüvenin değeri gibi olumlu tavırları pekiştirmek’. Bu hedeflere ulaşmak için üniversite her zamanki eğitim teknikleri dizisini uygular: Seminerler, klinikler, atölyeler, dersler, seyir kayıtları, konferanslar, hatta saha gezileri… Tüm bunlar tıbbi cehalete adanmıştır” (s.101-102).
Ve şöyle devam eder DeNicola:
“Bilmediklerimizi dile getirmek kuvvetli soruların çerçevelenmesine yol açar. Bir sorunun çerçevelenmesi bilinenden bilinmeyene bir kanca fırlatılması gibidir; kancanın ucu cehalet alanının ucunu kavradığında bir ip hattı gerilir, ileri araştırmalar ve bilgide ilerleyiş için mutlak bir uyarıcı meydana gelmiş olur” (s.102)
Cehâletin yönetimi
DeNicola âdeta yılanın zehrinden panzehir üretmeye benzeyen bir şey anlatmaktadır: “Cehâleti, onu tespit ederek ve onu tanıyarak yenmek”.
Câhil halkı yönetmek (yâni kandırmak) kolaydır. Peki halk, câhil olduğunu bilmiyorsa ve/veya kabûl etmiyorsa, yâni câhilliğinin farkına varamıyorsa ne olacak? Başka bir deyişle câhilliğini yönetemiyorsa ne olacak?
Toplumsal cehâletten kurtulmanın belki de en garantili yolu, o toplumu oluşturan bireylerinin cehâletin yönetimini öğrenmesidir.
Cehâletin yönetimi için iki şey gerekiyor: Dikkat ve ilgi. Yâni öğrenmenin iki kanadı. Toplumun her yaş seviyesinde dikkat dağınıklığı, odaklanamama ve ciddi şeylere ilgisizlik olduğunu söylediğinizi duyar gibiyim. Ayrıca dikkat ve ilginin bir araya gelmesinden sonra, öğrenmek için zaman ayırmak gerekiyor ve bu, başlı başına bir irâde meselesidir. Oysa bunca iletişim, ulaşım ve ev âletinin sâyesinde onların yaptığı işleri biz yapmadığımız için kazandığımız zamân – nedense – hiç yok. Ayrıca herkesin “çok işi var” ve o işler hiç bitmiyor.
Saatlerce oturup kitap okumak yerine özet ve yorumları okuyoruz. Uzun metrajlı filmlerin süreleri bile kısalıyor. Yakında sinemada “10 dakika ara” vermeye gerek kalmayacak. Sinemada canı sıkılıp cep telefonuyla oynayanların sayısı hiç de az değil. Cuma hütbesi sırasında artık imamlar cep telefonlarının bırakılması uyarısını yapacak hâle geldi.
Varın siz, öğrenmek için okullarda ders sırasında cep telefonu ile oynayan, mesajlaşan, sosyal medyaya giren “öğrencileri” düşünün. Üniversite öğrencilerinin dikkat süresi, ilkokul çağındaki çocukların dikkat sürelerine yaklaşacak kadar kısalmış durumda.
Bilgiye ulaşmanın bilgi edinmek ve “bilgili olmak” zannedildiği çağımızda cehaletimizin farkına varmak için kendimize yaptığımız kötülüklerin farkına varıp vazgeçmemiz lâzım.