Geçtiğimiz hafta Brüksel art arda gerçekleşen zirvelere ev sahipliği yaptı.
Geçtiğimiz hafta Brüksel art arda gerçekleşen zirvelere ev sahipliği yaptı. NATO Olağanüstü Liderler Zirvesi, AB Liderler Zirvesi ve G7 Zirvesi Ukrayna-Rusya Zirvesi gölgesinde toplandığından, hatta NATO Haziran’da yapılacak zirve öncesi olağanüstü sıfatıyla Ukrayna-Rusya savaşına atıfla toplandığından bu zirvelerden Rusya’ya yönelik mesaj beklentisi vardı. Rusya’ya yönelik mesajla birlikte, ağırlıklı olarak Batı ve Batılı müttefiklerin uyguladığı Rusya’ya yaptırım politikasının yaptırımlar enerji yaptırımları sınırına dayanmışken nereye doğru evirileceği, bu politikanın Batı ve Batılı müttefikler arasında görüş farklılığı yaratıp yaratmadığı konuşuluyordu. Dolayısıyla, zirvelerden bir beklenti de Rusya’ya yönelik stratejilerin maliyetine rağmen birlik, beraberlik ve Transatlantik dünyası, AB, Avrupa’nın lokomotif ülkeleri, Kanada, Japonya, ABD ve Türkiye arasında koordinasyon olduğu/olacağı mesajının uluslararası topluma verilmesiydi. Bu açıdan zirvelerin gayet başarılı olduğunu söyleyebiliriz.
AB Liderler Zirvesi, Birlik bürokrasisinin bir süredir hazırlık çalışmalarında bulunduğu Stratejik Pusula’nın kabul edilmesi bakımından önemliydi. Bilindiği üzere AB uzun bir süredir kendisi için bir stratejik varlık alanı hayal ediyor. Bu alan için bugüne kadar birbiriyle çelişen pek çok araç kullandı. Ukrayna-Rusya savaşı ve Rusya karşıtlığını bir strateji olarak benimsenmesi bazı araçları da artık kullanılmaz hale getirdi. Ancak AB’nin son Zirve’de resmen kabul ettiği Stratejik Pusula, Ukrayna-Rusya savaşının küçük penceresine sıkışan AB’nin stratejik kimliği açısından küresel mecralara uçma hayali içerisinde de olduğunu bize gösteriyor.
AB Realpolitik dille konuşabilir mi?
Biliyoruz ki AB ilk stratejik belgesini yayınladığında (2003- Solana Belgesi) kendisini nevi şahsına münhasır dolayısıyla ABD’den çok farklı, medeni, barış ve refah içerinde, normatif olarak üstün adeta mistik bir yaratık olarak görüyordu. Diyebiliriz ki; üzerinden 20 yıla yakın zaman geçerken finansal kriz dahil pek çok irili ufaklı çoğunlukla başarısız sınama AB stratejik ruhuna içkin bu tek boynuzlu peri kanatlı yaratığı öldürmüş, ama Brüksel’in stratejik ihtiraslarını dizginleyememiş. Son yayınlanan belge, Stratejik Pusula, realpolitik bir dille konuşuyor, sözlerine “Avrupa’ya savaş geri döndü” diyerek başlıyor ve Avrupa güvenlik düzeninin artan stratejik rekabetten, karmaşık güvenlik tehditleri ve doğrudan saldırı riski ile sınandığını söylüyor (syf 5). AB ülkelerinin varlığının kısıtlanamayacağı açık denizler, hava ve dış uzay ve siber alanlarda rekabetin hızla arttığından dem vuruyor. Bu noktada AB, rakiplerin Alan kontrol (A2/AD) kapasitelerinin yarattığı meydan okumanın farkında. Elbette AB’nin her zamanki söylemi olan insan hakları, insani güvenlik ve demokrasi karşıtı politikaların güçlenmesi ve bir “anlatılar” (meşrulaştırıcı anlatı) rekabetinin başladığından da söz ediyor. Liderler Zirvesi sonuç kararlarına baktığımızda AB’nin stratejik pusula ihtiyacının bu “belirsizliklerle dolu dünyada” (syf 6) bazı araçlar ve politikalar geliştirmek için doğduğunu anlıyoruz (Sonuç Belgesi madde 12): a)-krizler karşısında daha kararlı ve hızlı bir duruş almak; b)-AB’nin yükselecek tehditleri tahmin etme ve azaltma kapasitesini geliştirmek; c)-gerekli kapasite ve teknolojilerin ortak geliştirilmesi için yatırım ve inovasyonu tetiklemek; d)-ortak amaçları gerçekleştirmek için ortaklar bulmak ve işbirliği yapmak. Bu araç ve politikalarla Brüksel, Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası (CSDP) misyonlarını gerçekleştirmenin yanında, bir AB Acil Müdahale Kapasitesi, İstihbarat kapasitesi, AB Siber Savunma kapasitesi, Donanma ve Uzay kapasitesi ve melez tehditlerle mücadele etmek için AB Melez Araç kapasitesi geliştirmek, mevcut kapasiteleri iyileştirmek, bu kapasiteleri destekleyecek askeri ve sivil insan kaynağı ve teknolojiye ulaşmak istiyor.
İddialı ve ihtiraslı bir belge
Bu politikalar, 2030’a kadar AB güvenlik ve savunma politikalarını güçlendirmeyi, 2025’e kadar 5000 kişilik bir Acil Müdahale Kapasitesi geliştirmeyi, 2023’e kadar kapasite sahibi üye ülkelerin inisiyatifine açık gönüllüler koalisyonu tarzı modüller planlamalar konusunda adım atmayı, 2025’e kadar bir arada çalışabilirliği güçlendirecek Askeri Planlama ve Temas Kapasitesi geliştirmeyi, 2023 ‘e kadar hava güvenlik askeri kavramını geliştirmeyi, 2022’inin ikinci yarısından itibaren Koordine Donanma Varlıkları çerçevesinde var olunacak deniz sahalarını tespit etmeyi, 2023’ün ikinci yarısına kadar Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası (CSDP) misyonlarını tamamlayacak sivil kapasiteleri geliştirmeyi gerektiriyor. Liste daha da uzar. Anlayacağınız 2003’de tek boynuz ve peri kanatları takan AB, kanatlarını kesmiş, tek boynuzunu tıraşlamış özellikle hava, uzay, deniz ve siber unsurlarıyla sahaya çıkmak için toynağını yere sürüyor. Üstelik saha olarak yani stratejik çevresi olarak tanımladığı alan çok, çok geniş. AB, doğal olarak Batı Balkanlar, Doğu Komşuluk alanı (Güney Kafkasya, Ukrayna, Gürcistan, Moldova), Arktik, Güney Komşuluk alanı ve Doğu Akdeniz’den teşekkül bir yakın çevre çizmiş kendine. Ancak bu yakın çevreden sonra Afrika, Ortadoğu ve Körfez, Latin Amerika ve Hint Pasifik’i de stratejik çevresine katmış. AB’nin savunma için “daha çok ve etkili” harcamayı (syf 30) amaçladığını biliyoruz. Ama bu küresel stratejik çevre “çok çok ve çok çok etkili harcamayı” ve rakipler sınırlı alan kontrol kapasitelerine sahipken sadece kapasiteler üzerinden değil ortaklıklar üzerinden alanlara girişi temin etmeyi gerektirecektir.
Gönüllüler koalisyonu ve Almanya’nın stratejik yükselişi
Bu nedenle zaten, Stratejik Pusula çerçevesinde iki unsurun ön plana çıkmasını bekleyebiliriz:
a)- AB içerisinde modüler ve esnek misyonlar. Yani AB’nin kapasite sahibi ve istekli üyelerinin başı çekmesi. Bu tespit yapıldığında tabi reaksiyon şu oluyor: bu yeni bir durum değil ki. Doğru değil, ama bu belgeye ya da AB’nin ihtiraslarına sadece Macron Fransa’sı odağından bakmak da tam doğru değil. Fransa’nın Mali, Libya ve Hint-Pasifik maceraları bugüne kadar pek çok nedenle bir kabusa dönmüş olabilir ama bugün Fransız Avrupacılığının yanına Alman Avrupacılığının da eklendiğine şahit oluyoruz. Almanya’nın yeni Dış İşleri Bakanı Bearbock 18 Mart’ta Almanya’nın Yeni bir Güvenlik Stratejisi üzerinde çalıştığını müjdeledi. Almanya’nın savunma harcamalarını yeniden askerileşme kıvamında güçlendirmeyi düşündüğü de biliniyor ve Berlin’in AB’nin planladığı 5000 kişilik Acil Müdahale gücünün kalbini ya da beynini oluşturmak istediği kulislere yansıdı. Keza Almanya gibi bazı AB üyelerinin Avrupa savunmasına ve kritik yetenekler ile birlikte çalışabilir olduğu ortaklarından (NATO ortakları diye okuyunuz) satın aldığı savunma kabiliyetlerine daha çok para harcaması muhtemelen Biden’ı mutlu eder. Zaten bu nedenle, Stratejik Pusula’da geliştirilmek istenen kapasitenin AB stratejik otonomisine katkı kadar, ortaklar ile bir arada çalışabilirliği de güçlendirme arzusu ile inşa edileceği, yani NATO’yu tamamlayıcı olarak görüldüğü (syf 13) yazılmış.
Kilit: Ortaklar ve ortaklıklar
b)- AB ne kadar ihtiraslı olursa olsun kendisine çizdiği saha çok büyük, bu nedenle ortaklıklar bir tercihten çok AB için bir zorunluluk. Rusya tehdit olduğu için liste dışı. Çin ile işbirliği yapılabileceği belirtilmekle beraber Pekin’in sistemsel rakip olduğu da yazılmış. Dolayısıyla listedeki diğer ortakların kim olduğu önem kazanıyor. AB olası ortaklarını iki ayrı başlık altında toplamış. İlk başlık altında bölgesel ve küresel örgütler var; burada BM, AGİT, Afrika Birliği ve ASEAN zikredilmiş ancak ilk sırayı tabi NATO alıyor. Zaten bu belgede, üç-dört paragrafta bir NATO ile işbirliğinin altının çizilmesi hem anlaşılabilir hem manidar. İkinci başlık altında özel olarak dizayn edilmiş iki taraflı ortaklıklar var. Bir dizi ortaklık ilgili bölgeye referans ile verilmiş: Batı Balkanlar, Doğu komşuluk alanı, Güney komşuluk alanı, Afrika, Hint Pasifik ve Latin Amerika’da işbirliği yapılacak ortaklar olarak. Diğer bir grup ülke ismiyle sayılmış. İlk zikredilen ABD. ABD’yi Norveç, Kanada, Birleşik Krallık ve Türkiye izliyor. NATO ile işbirliğinin koordineli yürütülmesi gerektiği bilinen NATO üyesi ülkeler bunlar. Belgenin Türkiye ile ilgili hem burada hem de AB’nin stratejik çevresini çizerken-Doğu Akdeniz- altında söylediği şeyler var ve gerek kamuoyu gerek Dış İşleri Bakanlığı tarafından çok eleştirildi. Gelin haftaya eleştirilerin odağındaki bu ifadeleri, tüm belge içerinde nereye oturduğunu Türk heyetinin NATO kapsamındaki temaslarıyla ve Brüksel’de verilen sıcak mesajlarla birleştirerek yorumlayalım.
Devam edecek…