Gerçeğin liderliğinin zayıfladığı, suretin krallığının hüküm sürmeye başladığı modern çağda sabırdan ve onun sahibinden hızla uzaklaşıyoruz. Evde, trafikte, iş ortamında, siyasette kısacası hayatın her anında tahammül sınırlarımız daralıyor ve giderek diğerlerine katlanamıyoruz. Kendimize tahammülümüz de azalmış olacak ki, çeşitli psikolojik sorunlarla iç içeyiz.
Katliamların yaşandığı ve nefislerin zafer ilan ettiği bir zamandayız. Neredeyse insan elinin değdiği her yerde bir kavganın, zulmün, acımasızca bir yok etmenin hüküm sürdüğü bir zamanda esaslı bir psikoterapiye ihtiyacı var insanlığın. Taş kesilen kalpleri yumuşatmak, sıkışan ve daralan ruhları yeniden yeşertmek için.
Adalet, yargı ile taçlanır, önyargı ile çiğnenir. Aile, kurum ve toplumun gelişip güçlenmesini engelleyen tehlikelerin başında yer alan önyargılarımız, bilerek ya da bilmeyerek toplumsal bir ayrışmaya yönelmemize neden oluyor.
Acaba toplumu yönetmeye aday olanlar, kendi özelliklerini, hangi terazinin hassasiyetiyle nasıl ve ne oranda ölçtüler de talip oldular memleket yönetimine? Adaylığın havasına aday olanlara sözümüz yok. Ancak toplumu yönetmeye talip bunca adayın seçilme, seçicilerin ise eleme çabalarının tozu dumana katması, aslında neye aday olunduğunu unutturuyor gibi.
Yüzünü batıya çevirmiş bir toplum olarak işimiz kolay değil. Doğu ile batı geleneklerinin buluştuğu, birbirinin içine akıp cem olduğu ve bazen kavgaya tutuştuğu güzide bir coğrafyanın tam da ortasındayız.
Osmanlı Devleti'nin son döneminde sadrazamlık düzeyine kadar ulaşan, önemli bir fikir adamı, aynı zamanda sanatçı bir kişilik olan Sait Halim Paşa'nın yalısına misafir olduk.