​VENEZUELA'DA NELER OLUYOR?

Ekin GÜN 06 Ağu 2017

Ekin GÜN
Tüm Yazıları
Ara ara yazmaya çalışıyorum.

Ara ara yazmaya çalışıyorum. Ülke olarak Latin Amerika’yı yakından takip etmeliyiz. Çünkü Latin Amerika ile Türkiye’nin kaderi birçok konuda benzerlik taşıyor. Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff’in görevden alınmasını hatırlayalım. Dilme Rousseff yargı darbesinin kurbanı oldu. Çünkü küresel çeteye aykırı ekonomi politikalarıyla Dilma Rousseff ülkesinin bağımsızlığını savundu ve 17-25 Aralık darbesine benzer bir operasyonla görevden alındı.

Şimdi aynı durumu Venezuela için söyleyebiliriz. Popülist lider Hugo Chavez’den sonra Nicolas Maduro devlet başkanı olmuştu. Maduro başkanlığı kıl payı kazanmış olsa da parlamentoda çoğunluğu küresel çetenin desteklediği muhalefete kaptırdı ve aslında tüm gelişmeler bundan sonra başladı. Maduro’nun başkanlığı tartışılmaya başlandı ve referanduma gitme kararı alındı. Ülkede asayiş bozuldu, ekonomi çökme noktasına geldi, bir dizi ambargolar uygulandı ve Venezuela’da Maduro’nun devrilmesi için dünyada PR çalışmaları başlatıldı.

Maduro küresel çeteye çok net bir şekilde karşı çıkıyor, Brezilya’daki yargı darbesini kıyasıya eleştiriyor ve en önemlisi tıpkı Brezilya’nın yaptığı gibi Çin ve İran’la anlaşmalar yapıyordu. Çin yüksek fiyattan petrol alarak Venezuela’ya destek veriyor, altyapı ve bayındırlık çalışmalarına katkıda bulunduğu gibi petrolü gıda ürünleriyle takas yapmaktan geri durmuyordu. Ve tahmin edeceğiniz gibi bu koşullar küresel merkezi pek memnun etmedi.

Tüm bu gelişmelerin ardından ABD, Venezuela’yı “ulusal güvenliği tehdit eden” ülke olarak lanse etti. Dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip ülkesi olan Venezuela’da “ekonomik kaos” başlamıştı. Küresel merkez, pazarını kaçırmak istemediği gibi tüm pazara sahip olmak isterken Maduro yaşananları “ekonomik savaş” olarak niteledi ve iş çevreleriyle, muhalefetle kıyasıya mücadele etti.

Şimdi de Venezuela’da olaylar durulmuyor… Anayasanın yeniden yazılması için kurucu meclisin seçimlerinden sonra topa giren ABD, Nicolas Maduro hakkında yaptırım kararı aldı. Ve bu kararın bahanesi de size tanıdık gelecektir: “Otoriter bir rejim kurmaya çalışıyor”. ABD’den ayrı hareket ettiğinizde “otoriter, diktatör” oluyorsunuz, ABD’yle birlikte hareket ettiğinizde ise “dünyanın en özgür ülkesi” haline geliyorsunuz. ABD’nin bu ikircikli politikasını son birkaç senedir ülkemizde yaşıyoruz. 

Geçen gün CIA Direktörü Michael Pompeo Venezuela’da hükümeti devirmek için çalıştıklarını açık bir şekilde itiraf etti desek yeridir. Pompeo, Venezuela’da bir geçiş olabileceği konusunda umutlu olduklarını CIA’in bölgede dinamikleri “anlamak” için elinden gelenin en iyisini yaptığını ifade etti. Hatta ifade etmedi direkt itiraf etti. Bu açıklama CIA’in Venezuela’ya çok açık bir şekilde müdahale ve nüfuz ettiğinin de kanıtı aynı zamanda. Şimdi sorular arasında 2018 yılının sonunda görev süresi bitecek olan Maduro’nun bu süreyi tamamlayıp ya da tamamlayamayacağı var. Neler olacak hep birlikte göreceğiz.

Çarşamba günkü yazımda Pakistan’la Çin arasındaki anlaşmalardan bahsetmiştim. Pakistan jüristokrasiye kurban giderken aynı durum Venezuela’da geçerli olacak mı? Ya da her ne kadar Chavez ölmeden önce ordu içindeki ABD’ci unsurları temizlemiş olsa da askeri darbe muhtemel mi? Yahut sokakları karıştırmak için küresel çete tarafından oluşturulan faşist/marjinal yapılar Maduro’yu devirecek kaos ortamını yaratacak mı? Gözlerimizi oraya uzatmak da fayda var. Brezilya’da yaşananlara birebir tanık olduk. Ve bu hedef alınan üç ülkenin ortak özelliği Çin’le iyi ilişkiler içinde olması. Trump’ın da Çin’i hedef almasını ve Kuzey Kore’nin ABD’nin yapay bir ülkesiymiş gibi (belki de gerçekten öyle!) davranmasını hesaba katarsak… Her şey muhtemel!

Şunu da demeden geçmeyelim. 15 Temmuz darbe girişiminden tam üç ay sonra Türkiye’ye gelen Maduro’yla Cumhurbaşkanı Erdoğan bir görüşme gerçekleştirmişti. Ardından bu görüşmeden tam bir ay sonra kasım gibi THY Venezuela’ya uçuş seferlerini aralık ayında başlatacağını duyurmuştu. Ülke olarak ne tarafta durduğumuzun anlaşılması açısından bu gelişme oldukça önemli.

Mehmet Görmez ne yaptı/ne yapmadı?

Bildiğiniz gibi Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez emekliye ayrıldı. Kamuoyunda çok fazla tartışılan gelişmelerden biri oldu bu. Sebebini anlayamadığım derecede bir fanatik taraftarlıkla, kör bir nefret arasında gidip geliyor her iki kutup. Bu konulara her ne kadar girmek istemesem de bunların belli sebepleri var. Biraz buna değinmek istiyorum.

28 Şubat alçak bir darbeydi. Hem FETÖ’nün palazlanmasını sağlayan hem de dindarları derdest etmeyi amaçlayan aşağılık bir girişimdi. O zamanları yorumlarken hep din adamlarının, ilahiyatçıların neden sessiz kaldığını merak etmiştim. Asıl en başta konuşması gerekenler, en başta tepki koyması gerekenler onlardı. Şimdi de aynı eleştirimi bu meslek gruplarının FETÖ’ye karşı takınmış oldukları sessizliğe ve vurdumduymazlığa ilişkin yapıyorum.

Evet, Diyanet FETÖ raporunu açıkladı. Gerçekten güzel bir çalışma diyecek söz yok. Yapımda emeği geçenlere teşekkür edelim ama böyle bir rapor için 15 Temmuz’un üzerinden bir sene geçmesini mi beklemeliydik? Bu raporun içindeki bazı olgular zaten 17-25 Aralık darbesinden sonra kendini belli etmişti. Diyanet’in ya da İlahiyatçıların o zamanlar herkesten daha çok konuşması ve FETÖ’nün dinle alakası olmayan ezoterik bir yapı olduğunu anlatması gerekmez miydi? Bence çok fazla gerekirdi. Eksik ve yetersiz kaldılar. Bunu söylememizde fayda var.

Ayrıca referandum zamanı “EVET” diyemeyen AK Parti Konya Milletvekili Ahmet Davutoğlu’nun Görmez emekliye ayrıldıktan sonra hemen bir açıklama yapmasını da tuhaf bulduğumu belirtmeliyim. Keşke sesi referandum zamanı da çıksaydı. 

Olan oldu… Mehmet Görmez’e yeni hayatında başarılar dileyelim.

Kudüs Mitingi’nde Mahmut Tanal’ın işi ne?

Geçen hafta sayısı pek de azımsanmayacak kadar sivil toplum kuruluşlarının girişimiyle Kudüs Mitingi yapıldı. Her ne kadar mitingin çağrıcıları arasında Saadet Partisi olmasa da Saadet Partisi’nin de bu mitingi tertipleyenler arasında olduğunu biliyoruz. Mitingde konuşma yapan Saadet Partisi’nden bir kişinin de sanki partisinin mitinginde konuşuyormuş gibi sandığını da not edelim.

Bu tarz mitingler İsrail’in barbarlığına, zorbalığına tepki göstermek için önemlidir evet ama sadece bu mitinglerle İsrail kahrolmaz, Kudüs de kurtulmaz. Daha farklı çözüm yolları bulmak zorundayız. Bu da slogan atmaktan çok öte bir şey.

Bir de… Her şeyi anladım da… FETÖ’nün avukatlığına soyunan CHP’li Mahmut Tanal’ın o mitingde ne işi vardı? Sivil toplum kuruluşlarımız bunu açıklarsa sevinirim. Ama lütfen “bu miting partiler üstü bir miting” safsatalarına girmeden!

Hayrettin Karaman özür dilemeli!

Geçenlerde Hayrettin Karaman Yeni Şafak’taki köşesinde aynen şu cümleleri yazdı: “Ben başını örten ama göstere göstere sigara içen bir bayan gördüğümde şöyle bir intibaa kapılıyorum: Sanki farklı olanlara şunu diyor: “Siz benim başımı örttüğüme bakmayın, benden ümidinizi kesmeyin, sizinle paylaşacağım daha çok şeyim var”

Farklı imalara çekilecek bu cümleleri her okuduğumda utanıyorum. Ayıp. Tek kelimeyle ayıp. Ülkede birçok mesele varken kadını ötekileştirici ve İslam dininde olmayacak derecede bir üslup ve niyet okumayla yazılmış bu yazıyı esefle kınıyorum.

Suskun olan “mahallenin bazı muhafazakârlarını” da anlayamıyorum. Aynı cümleleri seküler biri yazmış olsaydı ne diyeceklerdi? Böyle suskun mu kalacaklardı? Hiç sanmıyorum. Özellikle son zamanlarda bazı sosyal fay hatlarını provokasyon amaçlı kaşıma yollarına gidenlerin değirmenine Hayrettin Karaman su taşımış oldu.

Özür dilemeli… Hem de büyük bir özür.

Fatih Terim ve Mircea Lucescu…

Fatih Terim’in artık futbol adamlığından ziyade alacağı paraları konuşuyoruz. Tazminatı olaydı, şimdi ise bir milyonu aşkın alacağı işsizlik parası… Yetmezse bu ülkede kendisinin yazlığına ve evinin kirasına destek çıkacak milyonlarca insan bulabiliriz! Ayıptır, günahtır. Bu kadar para neyin nesidir?

Lucescu’ya gelince… Lamı cimi yok. Ben de bu kararı eleştirsem de önümüzdeki dört maç öncesi herkes Lucescu’ya sahip çıkmalı. Ülkemizin milli takımı tüm bu tartışmalardan önemli… Dört maç sonra elbette ki konuşacağız.