MISIR TÜRKİYE NORMALLEŞMESİ TAMAMLANDI

Prof. Dr. Vişne KORKMAZ
Tüm Yazıları
Mısır ile ilişkilerin normalleşmenin ötesine taşınması, işbirliği, yüksek düzey diyalog ve iyileşme çerçevesinde tanımlanması son haftanın gündemiydi.

Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın Kahire’ye gerçekleştirdiği resmi temas, Mısır Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’ye daveti ve iki liderin ortak basın toplantısında verilen mesajlar ikili ilişkilerde bu olumlu tanımlamanın süreceğinin en yüksek düzeyde duyurulması elbette son derece önemli, ama kesinlikle sürpriz değil. Bir süredir Mısır-Türkiye ilişkileri olumlu gündem ve işbirliği alanları üzerinden yol alıyordu ve liderler arasında atılacak adımlarla “normalleşme mevzusunun” iki ülke ilişkilerinde bir başlık olmaktan çıkacağı günlerin geleceği düşünülüyordu. Bu ümitlerin beslendiği günlerde, Türkiye-Mısır ilişkilerine olumlu bakılmasının iki temel nedeni vardı. 

Dünden bugüne: değişenler ve değişmeyenler

İlki şuydu: ilişkilerde karşılıklı kazancın önceleneceği şekilde rekabetten işbirliğine dönülmesini mümkün kılacak şekilde yeni bir statüko oluşmuştu. Bu statükonun oluşmasında Mısır’ın bölgesel güçler dengesi, Türkiye’nin o dengedeki yeri ve rekabetin maliyeti ile ilgili yapmış olduğu çıkarım kadar, Arap Baharına bağlı konjonktürün sona erdiğine dair bölgedeki tüm aktörlerin zihninde bir kanının oluşması da etkiliydi. İkinci neden şuydu: tüm bölgedeki aktörler sorun yaşadıkları bölgesel rakipleri ile normalleşmenin bir yolunu arıyorlardı. Bu normalleşme dalgası içerisinde de iki yönelim önemliydi. Bir yandan bölgesel aktörler çok çetin geçen bir rekabet döneminden sonra ikili ve çok taraflı ilişkilerde zarar kontrolü yapıyor, küresel oyuncuların Ortadoğu’da kutuplaştırıcı eksen siyasetinin rakipleri provoke etmesini arzu etmediklerinden, bölgenin yeni normali iyi ilişkilermiş gibi takılıyorlardı. Öte yandan ABD’nin Ortadoğu’da uzaktan ve Demokrat Partinin yönelimine uygun bir şekilde değerler ve çıkarlar üzerinden bir ittifak siyaseti izlediği biliniyordu. Bu siyasetin amacı ABD’nin rakiplerini mümkün olduğunca kısıtlamaktı. Ayrıca ABD, bu eksen siyasetini doğrudan İran politikası ile ilişkilendirmese de İran ile resmi olarak nükleer anlaşma yapmadıkça, İsrail ile normalleşenler ve normalleşemeyenler arasında bir denge tutucu olarak çıktığı görülüyordu. ABD, bu dengenin reklamını yaparken herkesin sepetine birer ödül atabilirdi ve bu yüzden İsrail’i de içeren bir eksen boyunca normalleşen ilişkilere sahip olmak kazançlı görünüyordu. Bu kısa hatırlatmadan sonra, sürpriz olmasa da 14 Şubat 2024 Mısır-Türkiye ilişkilerinde verilen iyileşme mesajının önemi daha da anlaşılıyor. Zira, 7 Ekim saldırıları ve İsrail’in Gazze’de izlediği strateji yukarıda zikrettiğimiz iki nedenin de dayandığı bölgesel ve olgusal konjonktürü alt-üst etti. Buna rağmen Ankara ve Kahire ilişkilerini iyileşme üzerinden tanımlama kararlarını duyurdular, bu siyasal mesaj hem iki ülkenin bugün Ortadoğu’yu nasıl algıladıklarını, hem de gelecekte kurulacak dengeler içerisinde birbirlerini nasıl gördüklerini göstermesi bakımından son derece ehemmiyetlidir. Kısaca, iyileşme 7 Ekim öncesi konjonktürde denge, bölgesel istikrar ve kazancı öne çıkararak başlamışsa da, 14 Şubat mesajları 7 Ekim sonrası bölgesel konjonktürde verilmiştir, denge, bölgesel istikrar ve kazançtan kast edilenler de yeni bir anlam kazanmıştır. 

7 Ekim sonrası yeni bir bölge var

7 Ekim sonrası bölgesel istikrar eylemde ve söylemde Gazze odaklı hale geldi. Bunu iki liderin basın toplantısından da anlıyoruz. Mısır ve Türkiye, Gazze konusunda iki husus noktasında aynı yerde durduklarının bilinmesini istiyorlar. Öncelikle hem Ankara hem de Kahire Gazze’de yaşananların Filistin davası ile bağlantılı olduğunu, daha doğrusu Filistin sorunu çözülmeden Gazze meselesinin halledilmesinin mümkün olmadığını kabul ediyor. Filistin sorununun çözümü için de vurgulanan 1967 sınırlarında, başkenti Doğu Kudüs olan, nüfusu için yaşanabilir bağımsız bir Filistin devletinin kurulması. Bu tespit Türkiye’nin geleneksel Filistin politikasının zaten bir parçası ve bugün bölgesel Arap kimliği denildiğinde tarihsel bir söylem alanına sahip Mısır ile birlikte aynı şeyin ifade edilmesi Türkiye’nin politika ve söylemlerine güç ve içeriden bir destek kazandırıyor. Türkiye yalnız mı, değil mi sorusu ve cevabına önem verenler için bu resim mühim olabilir, ama bugünün tablosunda asıl Mısır için yalnız olmamak daha önem kazanmış durumda. İki devletin İsrail’in Gazze ve Rafah politikasını açıkça reddetmesi, Erdoğan’ın ifadesi ile Mısır’ın direnişine Türkiye’nin desteği Kahire adına zamanlaması açısından çok önemli. Rafah’a yönelik olası İsrail operasyonu Mısır açısından doğrudan bir güvenlik riski yaratıyor. Zaten bu nedenle Mısır’ın sınır güvenlik tedbirlerini artırdığını görüyoruz. Ancak mesele sadece sınıra aşılması zor duvarlar örerek çözülebilecek kadar basit değil zira Rafah’ta yaşanan trajediye eklenecek daha fazla sivil kayıp, doğrudan ya da dolaylı yeni bir nakba Arap sokaklarını yeniden hareketlendirecektir. Mısır’da bastırılan Arap Baharı, yönetimlerin meşruiyetinin sorgulanması bugün ideolojik nedenlerle değil Filistin davası üzerinden Kahire’nin arka kapısında beklemeye devam ediyor. Özetle 7 Ekim öncesi yorulduğu ve düştüğü düşünülen toplumsal zemin canlı olduğunu tüm Arap yönetimlerine ve bu arada da Mısır’a hissettiriyor. Bu zeminde bugünkü Kahire yönetimi, aslında Arap sokakları konusunda tamamen farklı düşündüğü Türkiye ile Filistin davası konusunda aynı yerde durduğunu bölgeye söylüyor. Bu çok kritik bir arada durma halinin sembolik eylem alanı Gazze’ye insani yardım ve bir gün o noktaya ulaşabilirsek Gazze’nin ayağa kaldırılması için tüm bölgesel aktörlerin angaje olacağı bir yeniden yapılandırma, Gazze’nin inşa edilme projesidir. 

Bölgesel istikrar Gazze odaklı olduğu için bölge dengelerini Gazze ve Filistin sorunundan bağımsız düşünmek giderek zorlaşıyor. Bu yazı yazılırken Münich Güvenlik Konferansında uluslararası toplumun bir kısmı bir araya geliyordu. Toplantıda Blinken’in, Ortadoğu’da bölgesel denge ile ilgili ABD’nin eski fikirlerini sanki hiçbir şey olmamış gibi söylemekten hoşlandığı görüldü. Blinken’e göre bölgesel yönetimler İsrail ile normalleşmek istiyor ve tabi onlar normalleşirken bağımsız bir Filistin devleti de kurulsun. İsrail’in mevcut yönetiminin bağımsız Filistin devleti diye bir şeyi arzu etmediğini filan biliyoruz ve ABD de İsrail’i destekleme politikasından vaz geçmiş değil. Özetle, Blinken’in cümlelerinin bir kısmı bugünkü Arap yönetimlerinin karşı karşıya kaldığı zorluk nedeniyle kozmetik bir kurtarma ama bir kısmı ABD’nin gelecekteki dengeler için bölgede 7 Ekim öncesindeki İsrail merkezli güvenlik-ekonomik eksen fikrini terk etmediğini gösteriyor. Bu resim, ABD’nin ve Biden hükümetinin bölge politikalarındaki handikapları ve başarısızları kabul etmeme isteğinden de kaynaklanıyor elbette. ABD’nin İran politikasındaki başarısızlık çok zikredildi, daha az zikredilen 2003 hatta 1990’lardan itibaren uygulayageldiği bölgeyi böl ve kontrol et politikasında ABD’nin çuvalladığı gerçeği. Bugün Gazze politikasına duyulan tepki, İran’ın 7 Ekim sonrası gösterdiği ve tüm bölgeyi etkileyen güç gösterisi yönetimleri en azından söylemsel düzeyde bölgedeki bölünmelerin üstüne çıkmaya zorluyor.  Bugün bu yüzden Türkiye ve Mısır’ın vermiş olduğu ilişkilerde iyileşme ve sürekli diyalog mesajı 7 Ekim öncesi gibi normalleşme-eksenleşme paralelliğinde değil, bölgenin istikrarlı -yani kolay bozulmayacak- bir güçler dengesi ve bölgesel toplum dinamiği (bölgesel angajman ve dengenin kurallarının bilindiği bir düzen) arayışının bir adımı. Bu adım, ABD’ne de bir mesaj veriyor ve bölgesel denge için olmayacak formüller yerine bölgenin sağduyusunu izlemeye davet ediyor.

Gazze’nin ötesi: Kuzey Afrika, Sahel, Doğu Akdeniz

Ayrıca şu da unutulmamalı, Mısır-Türkiye ilişkilerinde iyileşme sadece Körfez-Levant arası bölgendeki dengelerle ilişkili değil, Kuzey Afrika-Sahel bölgesi dengelerini etkileyecek potansiyele sahip. Libya’da 2022’den itibaren iki aktör temel oyuncu olarak denklemde kalmıştı Ankara ve Kahire, ve Libya’da siyasal normalleşmenin, ordunun birliğinin de normalleşme için önemli olduğunu, bu tür bir sürecin sorunsuz işlemesi için de iki ülkenin diyalog kurmasının önemli olduğunu tespit etmişlerdi. Mısır, Libya’nın ötesinde Sahel- Kızıl Deniz hattında karışıklık, rekabetin kutuplaşmaya evrilme riski ile karşı karşıya. Alt bölgedeki rekabet, Körfez ülkeleri ile küresel güçlerle intisabı olan vekilleri de içeriyor.  Yemen’in el yükseltme alanlarından biri olarak ortaya çıkması bu hattı daha da riskli hale getiriyor. Sözün özü, Mısır için Kuzey Afrika’nın şimdi rekabetten daha uzak bir alan olarak tutulması önemli, Kahire Kuzeydoğu Afrika’da işler bu hale gelmeden Türkiye’nin taraflar arası arabulucu, kolaylaştırıcı olma ihtimalinden bahsetmişti. Bu noktaya yaklaşılır veya yaklaşılmaz Kahire ve Ankara Libya dışında da, Sudan ve Somali’deki gelişmeler hakkında ne düşündüklerini birbirlerine Cumhurbaşkanları düzeyinde aktardılar. Bu, Mısır’ın Türkiye’yi sadece sınırlı bir Ortadoğu alanında değil daha geniş bir jeopolitik hatta dengeler açısından önemsemek durumunda kaldığını da gösteriyor. 

Sayın Cumhurbaşkanımız, Mısır’ın aklındaki bu düşünceleri açığa çıkartacak şekilde, Kahire ve Ankara’nın bir coğrafya paylaştığını bu coğrafyanın da kazanç üzerinden tanımlanabileceğini söylüyor. Doğu Akdeniz’de kazan-kazan temelli modeller önermeyi Türkiye hiç bırakmadı, üstelik rekabetin 2017-2021 döneminde olduğu gibi Türkiye’ye yönelik tam bir izolasyon beklentisi üzerinden gittiği, bir kutuplaşma atmosferi içerisinde değiliz bugün bu sularda. Mısır önemli bir LNG üreticisi, hem üretici hem tüketici olarak bölgesel gaz pazarı oluşursa önemli bir oyuncu. Bölgesel üretimin Avrupa pazarına taşınması için de önemli bir aktör. Türkiye de bölgesel pazarlarda ve Avrupa’ya ulaşım noktasında kendisinin içerisinde olmadığı, kazanç sağlamadığı projeleri bugüne kadar maliyet çıkartarak geciktirmeyi hatta engellemeyi başardı. Bu zaten Ankara ve Kahire arasında bir karşılıklı bağımlılığın olumsuz veya olumlu koşullar üzerinden zaten var olduğunu gösteriyor. Kahire’yi ziyaret, öncesi ve sonrasında imzalanan sektörel (savunma sanayi ve enerji alanı başta olmak üzere) işbirliği mutabakatları Türkiye ve Mısır’ın artık bu karşılıklı bağımlılığı olumlu tanımlamak istediklerini, kazanç odaklı ilişkileri öne çıkartmaya karar verdiklerini gösteriyor. 7 Ekim sonrası bölgesel bir savaşın yanı başında dururken yani alt yapı güvenliğine yönelik riskler ve İsrail’in neyi nasıl üreteceği tam belli değilken, Mısır’ın neyi kimin için üreteceği maliyetler ve iç piyasa talebi nedeniyle değişiklik arz ederken bölgesel gaz piyasasının gelişmesi hemen, kolayca gerçekleşmeyebilir. Ama Ankara ve Kahire ekonomik kazanç, ticaret hacminin artırılması ve karşılıklı bağımlılığın olumlu kavramsallaştırma üzerinden tanımlanması mevzuunu gaz meselesine ve “şimdiki konjonktüre” sıkıştırmadıklarını belli ettiler. LNG konusunda işbirliği, “hemen şimdiden” çok gelecekteki potansiyellerle ilgili. Türkiye’nin ister piyasa bölgesel düzeyde kalsın ister Avrupa’yı ya da Avrupa’nın bir kısmını içersin enerji merkezi olma konusundaki arzusu düşünüldüğünde, Mısır-Türkiye işbirliği, ortak projelere yönelim, Mısır’ı ortak ve yatırımcı olarak yanına alabilmek Ankara için çok güzel bir işaret. Daha önemlisi yenilenebilir ve nükleer enerji alanında işbirliği bölgesel gidişat düşünülürse kamuoyunun farkında olduğundan çok daha fazla kazanç üretebilir. Böylece, Türkiye ve Mısır birbirlerinin çeşitlendirme stratejisinin parçası oluyorlar.

Sözün özü, Türkiye-Mısır normalleşmesinin tamamlanması önemliydi. Bu normalleşmenin tamamlanıp, ortaklık, süreklilik, iyileşme gibi olumlu kavramlar üzerinden sürdürülebilir hale getirilmesinin dünkü konjonktürde değil bugünkü, 7 Ekim sonrası konjonktürde gerçekleşmesi ise son derece mühim. Kazanç alanları, ticari beklentiler filan değişmedi ama bugün verilen resimle hem bölgeye, hem bölge dışı aktörlere hem de Filistin davası-Rafah üzerinden bölge sokaklarına bölgesel istikrar ve denge ile ilgili bir mesajda ortaklaştıklarını aktarıyor Ankara ve Kahire.